Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "CHP Kemalizmin ve vesayetçiliğin tükenmesi ile oluşan travmayı üzerinden bir türlü atamadı. Nitekim her fırsatta yaratıcılıktan uzak, topluma dokunmayan, arkaik bir dile ve klişelere kaydı" görüşünü savundu.
Etyen Mahçupyan "CHP travmayı aşabilecek mi?" başlığıyla yayımlanan (10 Ocak 2017) yazısı şöyle:
İktidarda olduğu için AK Parti’nin hem yapıcı hem yıkıcı eleştirilere maruz kalması çok doğal. Bu partinin ülkeyi muhtemelen daha uzun yıllar yöneteceği düşünüldüğünde durum daha da anlaşılır. Ne var ki herkes aslında bir muhalefet sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu biliyor ve bununla CHP’yi kastediyor. Ne de olsa siyaset ‘açıkta’ oynanan bir oyun. Herkes olan biteni görüyor, üzerine konuşuyor ve tartışıyor. İnsanlar kendi algı, bilgi ve değerlendirmelerinden hareketle tercihte bulunuyor. Sonuçta bu tercihler son on beş yılda AK Parti’yi istikrarlı bir biçimde büyütürken, CHP’yi giderek tıkanan bir siyasi muhafazakarlığa hapsetti.
***
Bu ayrışmada üç temel faktör rol oynadı. Seksen yıllık vesayetçi rejimin ideolojik ve işlevsel olarak çökerek günün toplumsal beklentilerine uyum gösteremeyecek hale gelmesi, boşluğu dolduran AK Parti’nin ideolojik bir kavgadan ziyade rasyonel bir hizmet politikası yürütmesi ve ‘merkez’ muhalefetin kendi zihniyet kabuğunu kıramayarak paralize olması.
Yaşanan dönemin iktidara alternatif çıkaramamasının ‘suçu’ herhalde AK Parti’ye yüklenemez. Siyasette her parti zaten ideal olarak kendisini alternatifsiz kılmak ister. CHP’nin vesayetçi rejimin ve Kemalist ideolojinin işlevsizleşmesi konusunda da yapabileceği pek yoktu. Ne de olsa aynı kökten beslenmiş, rejimin yarattığı imkanlar sayesinde büyümüş ve sistemleşmişti. Dolayısıyla kaderinin de vesayetçi rejimin paralelinde seyretmesi işin doğası gibiydi.
Ne var ki bu tespit 28 Şubat 1997 ile AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 sonu arasındaki dönem için anlaşılır olsa da, sonrasında farklı beklentilere kapı açıyor. Hadi 2002-7 arası da belki darbe olacak, ya da yargı marifetiyle bu iktidardan ‘kurtulunacak’ sanısı ile geçildi diyelim. Sonraki on yılda hala aynı minvalde yürünmesi ve sadece iktidarın yanlışları üzerinden siyaset aranması bir tıkanmayı ifade ediyor.
***
Anlaşılan o ki CHP Kemalizmin ve vesayetçiliğin tükenmesi ile oluşan travmayı üzerinden bir türlü atamadı. Nitekim her fırsatta yaratıcılıktan uzak, topluma dokunmayan, arkaik bir dile ve klişelere kaydı. Oysa CHP’nin şu gerçeği görmesi gerekirdi: Bugünün ‘post modern’ küresel dünyasında, yani modern milli kimlikler yıpranırken önlerinde iki yol vardı… Biri modern öncesi veya karşıtı bir ‘millilik’ arayışıydı ki bunu zaten MHP yapıyordu ve AK Parti de o noktaya çok yakın bir sosyolojik tabana sahipti. İkincisi ise geleceğe dair bir tasavvur oluşturmak üzere demokratik bir rejim önermesi yapabilmek ve vatandaşlığı/bireyi öne çıkarmaktı.
İşin ilginci bu noktada CHP’nin iki önemli avantajı bulunmaktaydı. Kimliksel açıdan temsil ettiği laik kesim ülkenin kültür ve eğitim açısından en iyi yetişmiş kişilerine sahipti. Bilgi, deneyim ve analiz açısından herhangi bir eksikleri yoktu. Ama CHP bu muhtemel kadroları neredeyse hiç kullanmadı. Ayrıca AK Parti iktidarı muhafazakar katmanların özellikle genç kuşağını zengin ve kentli kılmakla kalmamış, onları bireyselleştirmiş ve zihinsel açıdan sekülerleştirmişti. CHP bu gelişmenin nasıl bir imkan sağladığını da anlayamadı.
***
Bugün CHP tabanında her an AK Parti’ye kayabilecek bir kitle olduğu gibi, AK Parti seçmeninde de CHP’ye kayabilecek geniş bir grup mevcut. Yeter ki partiler gerçekten ‘doğru’ davransınlar, dar kimlikçi bakışı aşabilsinler ve vatandaşı öne çıkaran demokratik bir sistemi sahiplensinler.
Bunu AK Parti CHP’den önce yaparsa, geriye barajı geçemeyen bir CHP kalır. CHP, AK Parti’den önce yaparsa iki partili bir yapıya gidilir ve yeni bir iktidar alternatifi doğar. Ya da her ikisi de böyle devam ederler ve siyaset bir bütün olarak yozlaşmaya yüz tutar.