Mahçupyan: Dokunulmazlıkları zorlayan Erdoğan, beka siyasetinin bedelini kendi omuzlarına yükledi

Mahçupyan: Dokunulmazlıkları zorlayan Erdoğan, beka siyasetinin bedelini kendi omuzlarına yükledi

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın sıradan bir siyasetçi olmadığını savunarak, "Siyasette kalmak için bekanın yeniden önemli kılınması gerekiyordu. Erdoğan bu nedenle gerilimi seçti, dokunulmazlıkları zorladı, ‘yerli ve milli’ klişesini üretti, AB’ye sert çıktı… Gücünü koruyarak, hatta artırarak siyasette kalmaya çalışan bir siyasetçi refleksi ile davranarak kendisini önemli ve vazgeçilmez kıldı. Ama beka siyasetinin yapay bir biçimde zorlanmasının siyasi ve toplumsal bedelini de tarih önünde kendi omuzlarına yüklemiş oldu" dedi.

"Meşruiyet kaygısı ancak beka kaygısı azaldıkça öne çıktı" ifadesini kullanan Mahçupyan, "Bekanın önemli hale geldiği dönemlerde taban meşruiyeti bir yana koyarak partiye ve Erdoğan’a destek verdi. Ne var ki beka meselesi eninde sonunda arka plana düşecekti ve 2014’ün sonuna doğru bunun eşiğine gelindi. O nedenle de Davutoğlu toplum tarafından inşa döneminin siyasi taşıyıcısı, meşruiyet kaygısına bir cevap olarak algılandı" diye yazdı.

Etyen Mahçupyan'ın, "Erdoğan'ın başarısının bedeli" başlığıyla yayımlanan (31 Mayıs 2016) yazısı şöyle: 

Tayyip Erdoğan sıradan bir siyasetçi olmadı ve bundan sonra da olmayacak. Var olana razı gelmeyen, hep bir sonraki adımı düşünen ve o adımı mümkün kılacak siyasi ortamı ilmik ilmik hazırlamaya çalışan yaklaşımıyla, muhakkak ki diğer siyasetçilerden çok daha önde duruyor. Bu karakterinden geri adım atma niyetinde olmadığı ölçüde, Erdoğan daha baştan büyük tarihsel yükler almaya hazır bir psikoloji içinde siyasete yaklaştı. Yaptığı olumlu işlerle tarihe geçeceğini, ama verebileceği zararların tarihten silinmesinin de mümkün olmayacağını biliyor. Bu ağır sorumluluğun kişiyi fiziksel olarak ve ruhen yıpratması kaçınılmaz… 

Liderlerin temel trajedisi hayalleri ile kapasiteleri arasında her zaman uyum olmaması, giderek bu ilişkinin bir makasa dönüşmesi ve makasın gözleri önünde giderek açılmasıdır. Bunu önleyebilecek olan tek lider tipi muhtemelen demokrat zihniyette olanlardır, çünkü onlar kendi kapasitelerini aşacak bir yaratıcılık ortamı oluşturabilirler. Ama bizim dünyamızda bu henüz çok uzak. Siyaset kültürümüz ataerkil ve dolayısıyla da ataerkil kişiliklerin liderliğe uzanması çok doğal.

***

Erdoğan da ataerkilliğin ‘iyi’ bir temsilcisi olarak kendi fikirlerinin taban ve toplum için en doğrusu olduğuna inanmaya yatkın. Bunu siyasette gerçekleştirecek kişinin kendisi olduğuna inancı da muhtemelen tam. Ne var ki insanın bir de zihinsel ve düşünsel formasyonu, bu alandaki derinliği ve kapasitesi var. Hiçbirimiz çevremizdeki değişimin talep etiği dönüşümleri anında ve doğru miktarda yapamayız. Eninde sonunda çevre bizi yaya bırakır ve uyum zorlukları çevrenin yönetilmesini olanaksız kılar.

Erdoğan muhafazakar kesimin ‘aynen kendisi’ gibi olmasını herhalde isterdi ama hayat aksi yöne doğru gidiyor. İşlerin yapılması kadar artık ‘seviyeli’ bir şekilde yapılması da önemseniyor, meşruiyet bir değer olarak aranıyor ve Erdoğan’ın bu açıdan sıkıntıları olduğu görülüyor. 

***

AK Parti kuruluşundan itibaren iki kaygı tarafından yönetildi: Beka ve meşruiyet. Partinin hem ayakta kalması ve güçlü olması, hem de temsil ettikleri ve yaptıkları ile kabul görmesi lazımdı. Cemaat ve askerle yapılan zımni koalisyonlar, AB ve çözüm süreçleri hep bu denge ve ihtiyaç içinde anlam kazandı. Beka önemliydi, çünkü taban kazanılmış hakları yitirmek istemiyordu. Meşruiyet de önemliydi, çünkü aynı taban toplumun bir bütün olarak yönetilmesini, geleceğin üretilmesini istiyordu.     

Aslında bu iki kaygı arasında simetri yoktu. Beka başta çok daha önemliydi, çünkü yılların mağduriyetinin giderilmesi için ayakta ve bütünlük içinde kalınması gerekiyordu. Meşruiyet kaygısı ancak beka kaygısı azaldıkça öne çıktı. Bekanın önemli hale geldiği dönemlerde taban meşruiyeti bir yana koyarak partiye ve Erdoğan’a destek verdi. Ne var ki beka meselesi eninde sonunda arka plana düşecekti ve 2014’ün sonuna doğru bunun eşiğine gelindi. O nedenle de Davutoğlu toplum tarafından inşa döneminin siyasi taşıyıcısı, meşruiyet kaygısına bir cevap olarak algılandı.

***

Yeni dönem istikrar getirdiği takdirde beka kaygısı büyük ölçüde önemini yitirecekti. Oysa Erdoğan beka kaygısının siyasetçisi, beka siyasetinin adamıydı… Siyasette kalmak için bekanın yeniden önemli kılınması gerekiyordu. Erdoğan bu nedenle gerilimi seçti, dokunulmazlıkları zorladı, ‘yerli ve milli’ klişesini üretti, AB’ye sert çıktı… Gücünü koruyarak, hatta artırarak siyasette kalmaya çalışan bir siyasetçi refleksi ile davranarak kendisini önemli ve vazgeçilmez kıldı. Ama beka siyasetinin yapay bir biçimde zorlanmasının siyasi ve toplumsal bedelini de tarih önünde kendi omuzlarına yüklemiş oldu.