Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, "Azınlıkların küçük dünyalarında Müslümanları aşağıladığını' ileri sürdüğü yazısı üzerine 'hain' tepkilerini eleştirirken, isim vermeden bazı Ermeni aydınları palyaçoya benzetti. Mahçupyan, "Ermeni 'aydınları' diye ortalıkta dolaşanların büyük kısmı kendilerini seyre gelmiş sol liberal 'aydın aristokrasisinin' alkışını almak için, burunlarına kırmızı toplar yapıştırmış, yeri geldiğinde taklalar atan palyaçolar gibiler" dedi. "Bu zavallılık bugün Ermeni cemaatini kuşatmış durumda" diyen Mahçupyan, "Palyaçoları ön sıralarda alkışlayanların Hrant Dink cinayeti ertesinde cemaate kapılanmış parazitler, localardan alkışlayanların da entelektüelliği bir şarlatanlık pratiği haline getirmiş laik sol literati" olduğunu söyledi.
Etyen Mahçupyan'ın 26 Ağustos Salı günü Akşam gazetesinde yayımlanan 'Palyaçonun cehennemi' yazısı şöyle:
"Aydın hayatımızın en belirgin özelliği birey olamamakla bireyselliğe tahammül edememek arasındaki bağa tutunarak yaşayan parazitlerin çokluğu. Azınlıklarla ilgili yazım sonrasında Erdoğan’ın ‘affedersiniz’ ile başlayan cümlesi geldiğinde, bu kendine has sol/liberal ama özünde sadece laik olabilecek kadar derinleşebilmiş cemaat mensupları ille de benim bir karşı söz söylememi talep ettiler. Oysa Erdoğan’ın ne için ‘affedersiniz’ dediğini görmek için zekaya ihtiyaç yoktu. Amaç benim nasıl da Erdoğan’ın yanında saf tuttuğumun, ‘satılmış’ olduğumun kanıtlanması ve yürek yağlarının erimesiydi. Ne var ki benden cevap istenmesinin Türkiye’deki Yahudilere İsrail devletinin yaptıklarının sorulmasından bir farkı yok. Nasıl onlar ille de Yahudi gibi davranmaya zorlandılarsa, benim de ille Ermeni olmam, öyle davranmam istendi. Bunun apaçık ırkçılık olduğunu göremeyecek kadar zavallı insanlar benim ‘ırkımı’ bile sattığımı söyleyecek kadar kendilerini gülünçleştirdiler.
Öte yandan ‘Azınlıkların en hakiki sorusu’ başlıklı yazıyla ilgili olarak da kimse ‘bu ne saçmalık’ diyemedi. Azınlıkların kendi zihinlerinde ve küçük dünyalarında Müslümanları aşağıladığı gerçeğiyle yüzleşmek işlerine gelmedi. Onun yerine benim ‘hain’ olduğumu, kendi cemaatime ihanet ettiğimi öne sürdüler. Gerçeklerin ‘ötekilere’ söylenmemesi gerekiyordu. Gerçekler ‘öteki’ ile olan mücadelede kullanılacak mühimmattan başka bir şey değildi… Gerçeği kendi kimliğinin ve siyasi davasının aracı kılmanın pespayeliğini kavramaktan ise uzaktılar. Azınlıklar içinde ve özellikle Ermeni cemaatinde bu pespayelik son derece yaygın… Ermeni ‘aydınları’ diye ortalıkta dolaşanların büyük kısmı utanç verici bir yüzeysellik ve kabalık sergiliyor. Kendilerini seyre gelmiş sol/liberal ‘aydın aristokrasisinin’ alkışını almak için, burunlarına kırmızı toplar yapıştırmış, yeri geldiğinde taklalar atan palyaçolar gibiler. Seyircilerin ön sıralarında malum cinayetten bu yana cemaate kapılanmış, onu şefkatli kolları arasına alarak emmeye çalışan parazitler oturuyor. Localarda ise bu pespayelik bataklığında çimlenirken, aşağıdakileri takdir etme ‘büyüklüğünü’ gösteren, entelektüelliği bir şarlatanlık pratiği haline getirmiş laik/sol literati… Sunulan ve birlikte yaşanan gösterinin hakkını arsızlık veya densizlik kelimeleriyle ödemek mümkün değil. Ortak bir psikolojik boşalma yaşanıyor. Ne var ki benim gibilerin karşı cephede yer almasının toplu dışlama ritüellerine vesile edilmesi ancak geçici rahatlama sağlıyor. İhtiyaç duyulan doz artarken, söz konusu düzeysizlik sosyal medya ve yazılı basın üzerinden her yere bulaştırılıyor. Ağzından çıkanı kulağı duymayan, sözünü söylediği yerde terk ederek bir sonraki aklınca zeki kelimenin peşinde düşen ve etrafındaki alkış sayesinde ‘aydınlaşma’ mertebesine ulaştığını sanan bu zavallılık bugün Ermeni cemaatini kuşatmış durumda. Kişilik eksikliği artık sirkin büyülü ortamında gideriliyor. O nedenle de gösteri hiç bitmesin, seyirci hiç gitmesin, gösteriyi ayakta tutan ‘malzeme’ hiç tükenmesin isteniyor.
Mesele çoktandır gerçeklik değil… ‘Bizim’ gerçek olarak görmek istediğimizi engelleyen her şeyin mahkum edilmesine yönelik ortak hezeyanın bir seferberlik coşkusuyla taşınması. Parazitlerin çok seçme şansı yok çünkü fazlasıyla derinlere giden bu yozlaşmayı kişilik kılmış durumdalar. Onlar kavganın ve heyecanın artmasını, şapkaların havaya fırlatılmasını, herkesin birbirine sarılıp dans edeceği fırsatların çoğalmasını, emdikleri ile bütünleşmeyi arzuluyorlar. Şarlatanlar ise içi geçmiş ideolojik hikmetlerini yazıp sakladıkları küçük kağıtları ceplerinde aramakla meşguller. Zaman gelecek ve ne kadar haklı olduklarını herkes anlayacak… O zamana kadar tarihsel maceranın jürisi olduklarını düşünüyorlar, ama devrim yanlarından bütün gürültüsüyle geçerken bile tarihe sağırlıkları nedeniyle idrak yoksunluğu çekiyorlar. Bu yaşlıların da artık ne değişecek ne de kendilerine samimiyetle bakacak gücü var. Ama palyaçoların ufak da olsa bir şansı var. Sirki ayakta tutanlar onlar. Gösteri sürerken alkış almak hoş… Ama her palyaço kalbinin derinliğinde o alkışların aslında kendisini aşağıladığını ve son kertede yalnızlaştırdığını bilir. Çünkü hiçbir zaman locaya çıkamayacak, eteğine yapışıp kendisini baygın gözlerle pohpohlayan parazitlerden kurtulamayacaktır. Oysa gerçek hayat sahnenin arkasında onu bekliyor… Sorumluluk almak,sahiplenmek, vatandaş olmak mümkün… Yabancılaşmayı siyasi kimlik haline getirmek, gösteriye dönüştürmek kendi kimliğinizin de iflasıdır. Bu sirk sizlerin cehennemidir…"