Mahçupyan: Türkiye hem çok önemli olmak istiyor, hem de kalite karşısında ezik ve kavruk kalıyor

Mahçupyan: Türkiye hem çok önemli olmak istiyor, hem de kalite karşısında ezik ve kavruk kalıyor

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "AKP'nin 'kadim fabrika ayarlarına' dönerek tarihsel başarısızlık çizgisine bir halka eklemekle yetindiğini" savunarak, "Türkiye kendisini beceriksizliğe ve son kertede uyumsuzluğa mahkum eden bir zihni darboğazda debelenip duruyor. Bir yandan evrensel uygulamaları öğrenip kullanmaktan gocunuyor, diğer yandan da kendi iradesiyle evrensel kalibrede çözüm üretecek seviyeyi taşıyamıyor. Hem çok önemli ve değerli olmak istiyor, hem de bunu sağlayacak kalite, incelik ve nüans zenginliği karşısında ezik ve kavruk kalıyor" dedi.

Etyen Mahçupyan'ın "Orta kimlik tuzağı" başlığıyla yayımlanan (16 Haziran 2016) yazısı şöyle:

Osmanlı imparatorluğunun sorunu ve temel başarısızlığı, yaşanan gerçeklikle zihinlerdeki normatif doğrular arasındaki ilişkinin kurulamaması, aradaki boşluğun tamir edilemeyecek ölçüde açılmasıydı. Türkiye de bu açıdan fazla bir yol alamadı. AK Parti’nin çıkışı bu açıdan devrimsel bir adımdı, ama sanki o da olumsuz anlamıyla bugünlerde ‘kadim fabrika ayarlarına’ dönerek tarihsel başarısızlık çizgisine ilave bir halka eklemekle yetiniyor. 

***

Ülke ve toplumların yaşanmakta olan zamana uyum sağlamasının gereklerinden biri, miras aldıkları veya neden oldukları sorunlara hangi bağlam içinde, hangi ölçüt, norm ve ilkeler çerçevesinde yaklaştıkları. Çünkü hiçbir sorunu salt güç kullanarak çözemiyorsunuz. Meşruiyete ihtiyacınız var ve bu da yaşanan zamana bağlı olarak değişiyor. Dolayısıyla eğer meşruiyet ölçütünüzü o anki dünyaya adapte edememiş durumdaysanız, ne denli güçlü olursanız olun sorunları çözemiyorsunuz.

Ayrıca meşruiyet de ikili bir yapıda ve bu durum kendinizi aldatmanızı çok kolaylaştırabiliyor. Türkiye’nin Kürt meselesi buna iyi bir örnek… Bugün PKK ile savaşmak, ona karşı güç kullanmak meşru. Ama bu durum, AK Parti iktidarının Kürt meselesindeki tutumunu meşru kılmıyor. Çünkü bu ikinci meşruiyetin muhatabı PKK değil, Kürtlerin kendisi. Sorun hala çözülmemiş olarak duruyor, çözülmediği her gün talep çıtası yükselirken, psikolojik tahammül düşüyor ve sonuçta işin uzaması iktidarın niyetinin pek de iyi olmadığı şeklinde yorumlanıyor. Meseleye serinkanlılıkla bakan kimseyi, PKK ile savaşılıyor gerekçesine dayanarak, Kürtçe’nin ana dil işlevinin devletçe sahiplenilmemesi gerektiğine ikna edemezsiniz. Aynı şekilde yerinden yönetimin hala ciddi bir biçimde tartışmaya açılmamış olmasını da kolayca anlatamazsınız.

***

PKK’nın varlığı olması gerekenin, neyin istendiğinin tartışılmasını engellemez. Onun ancak uygulanmasını geciktirebilir… Öte yandan bu tartışmanın bizzat kendisi örgütün etkisini ve kalıcılığını sınırlayabilir. Bu durumda iktidarın böyle bir adımı atmamış olmasını nasıl açıklayabiliriz? Acaba tarihten miras kalan kimliksel korkularımız, kadim özgüven eksikliğimiz ya da farklılıkları kendimizle eşitlemekten gocunan bir fıtrat anlayışımız mı var?

Bunu tartışmanın yeri bu yazı değil… Ama Kürt meselesi bağlamında karşımızda açık bir sonuç duruyor: Türkiye devleti bir sorunu eşitlik temelinde kalıcı biçimde çözmektense, zamana bırakarak eşitsizlik temelinde yapısallaşmasını tercih etmiş gözüküyor. Buna siyaseti dövüşmek olarak anlayan ve konuşma kültürünü bilmeyen bir Meclis ve esas derdi Kürt meselesinden ziyade ‘devlet meselesi’ olan bir iktidar ekleyin… Dokunulmazlıkları da anlarsınız, bu ‘süreçlerin’ sonuçta niçin başarılı olamadığını da.

***

Türkiye kendisini beceriksizliğe ve son kertede uyumsuzluğa mahkum eden bir zihni darboğazda debelenip duruyor. Aynen orta gelir tuzağı gibi, bir ‘orta kimlik’ tuzağının içinden çıkamıyor. Bir yandan evrensel uygulamaları öğrenip kullanmaktan gocunuyor, diğer yandan da kendi iradesiyle evrensel kalibrede çözüm üretecek seviyeyi taşıyamıyor… Hem çok önemli ve değerli olmak istiyor, hem de bunu sağlayacak kalite, incelik ve nüans zenginliği karşısında ezik ve kavruk kalıyor. Bu eziklikle yüzleşme cesareti olmadığı için de kolaya kaçılıyor… Batı karşıtlığı, mağduriyet hamaseti, ‘üst akıl’ söylemi sayesinde başarısızlık kamufle olur, ‘öteki’ nefretiyle yoğrulur, böylece anlayışla karşılanır sanılıyor.

Ama başarısızlığın üstünü örtmek zor… Zaman geçiyor, sorunlar devam ediyor ve Türkiye kendini küresel akıntıya bırakmış gidiyor…