Mahfi Eğilmez*
Çünkü ülkenin çok fazla ve yüksek dereceli riskleri var. Bu riskler; komşularla sorunlardan, yargı bağımsızlığı sıkıntısına, merkez bankası bağımsızlığının zedelenmesinden faiz politikasının yanlışlığına, düşünce ve ifade özgürlüğü eksikliğinden döviz rezervlerinin eksiye düşmesine kadar hemen her alanda mevcut. Sayıları ve ağırlıkları zaman içinde azalacak yerde artıyor. Sonuçta ülke riskini ölçmeye yarayan CDS primi, Türkiye’yi, dünyanın en riskli üç ekonomisinden birisi konumuna getiren 700’ler düzeyine yerleşiyor. Öyle olunca Türkiye’ye yatırım yapmak isteyenler vazgeçiyor, borç vermek isteyenlerin sayısı düşüyor, iştahı azalıyor. Yurtiçinde yerleşik olanlar ise ekonomideki risk artışının eninde sonunda enflasyonu artıracağını ve TL’ye verilen faizin enflasyonla kaybedecekleri satın alma gücünü yerine koymaya yetmeyeceğini görerek dövize geçmeye yöneliyor. Döviz arzı yeterince artmazken döviz talebi yükseldiği için de kurlar yükseliyor.
Enflasyonun iki temel nedeni var: Maliyetlerin yükselmesi (maliyet ya da arz enflasyonu deniyor) ve talebin, arzdan daha hızlı artması (talep enflasyonu deniyor.) Türkiye’de yaşanan enflasyonun temelinde bu iki neden de var. Maliyetler, yukarıda değindiğimiz gibi kurlardaki artış nedeniyle yükseliyor. Çünkü Türkiye, üretimde ciddi miktarda ithal girdi kullanıyor. Kur yükselince ithal girdi maliyetleri, dolayısıyla üretim maliyetleri ve giderek satış fiyatları artıyor. Kur sürekli yükseldiği için de bu artış süreklilik kazanıyor ve maliyet enflasyonuna yol açıyor. Enflasyon yükselince, ücretler, kiralar, taşıma maliyetleri başta olmak üzere diğer maliyet kalemleri de yükseliyor ve kur yükselişiyle başlayan maliyet enflasyonu diğer kalemlerle de beslenerek hızlanıyor. Maliyetlerle başlayan enflasyon artışı tüketicileri, faizin de enflasyonun altında olması nedeniyle, paradan kaçmaya, mal alıp stoklamaya, öne çekilmiş talep etkisinde kalarak harcamalarını artırmaya itiyor ve bunun sonucunda da talep enflasyonu ortaya çıkıyor. Sonuçta risklerin yüksekliğinin yarattığı olumsuz ortamda faizin düşürülmesiyle doruk noktasına çıkan yanlış ekonomi politikası uygulaması maliyet ve talep enflasyonunun birbirini beslemesiyle karma bir enflasyona dönüşüyor.
20 Mayıs 2022 tarihi itibarıyla Merkez Bankası’nın brüt rezervleri, 40,3 milyar doları altın, 60 milyar doları döviz olmak üzere, 100,3 milyar dolar. Bunun 89 milyar doları ödünç rezerv, yani bankaların zorunlu karşılıkları veya mevduat olarak Merkez Bankası’nda duran varlıkları. Kalan 11,4 milyar doları Merkez Bankası’na ait, buna net rezervler deniyor. Ayrıca Merkez Bankası’nın rezervlerinin içinde 63,3 milyar dolar tutarında swap işlemiyle alınmış ödünç rezervler var. Bunları da düşünce swap hariç net rezervler – 52 milyar dolar olarak hesaplanıyor.
Swap hariç net rezervler – 52 milyar dolar olsa da brüt rezervler 100,3 milyar dolar. Yani Merkez Bankası, zorunlu karşılıkları bankalara iade etmediği, bankalar Merkez Bankası’ndaki döviz mevduatlarını çekmediği ve swap işlemi karşılığı ödünç alınan dövizler geri ödenmeyip yenilendiği sürece Merkez Bankası’nın elinde, kullanabileceği 100,3 milyar dolar rezerv var demektir. Öte yandan Merkez Bankası’nın piyasaya sattığı dövizler de yok olup gitmiyor. Merkez Bankası dövizi bankalara satıyor, bankalar bu dövizlerin bir bölümünü döviz almak isteyenlere mevduat yapıyor. Bu dönemde dövizle kimse kredi almadığı için o dövizlerin önemli bir kısmını bankalar, ya müşterilerinin dış borç ödemelerinde kullanmak için dışarıya transfer ediyor ya da TL kredi talebini karşılayacak TL likiditeyi bulabilmek için Merkez Bankasına geri satıyor. Böylece Merkez Bankası, bankalara döviz sattığında bir bölümü bir süre sonra kendisine geri dönüyor, karşılığında piyasada o kadar TL kalıyor. Bunlara ek olarak ihracat gelirlerinin yüzde 40’ı ve kur korumalı mevduat uygulamasıyla TL’ye dönen dövizler Merkez Bankası’na yatıyor ve rezervler arasına giriyor. Ne var ki ithalat, ihracattan büyük olduğu için gelen dövizden fazlası tekrar dışarı gidiyor. Risklerde azalma olmadığı için dövizlerin bir bölümü de yastık altına giderek sistem dışına çıkıyor. Merkez Bankasının sattığı ile bankaların Merkez Bankasına geri sattığı dövizler arasındaki fark Merkez Bankasının rezervlerini azaltıyor.
Özetle söylemek gerekirse Merkez Bankasının rezervleri kullanarak dövize müdahalesi, çektiği suyu aynı kuyuya geri basan bir çeşit emme basma tulumba gibi çalışıyor. Ne var ki arada bir kur korumalı mevduat gibi ilave su eklense de her çekip basmada giderek artan sızıntılar olduğu için kuyudaki su miktarı azalıyor.