Mahfi Eğilmez*
ABD’nin ekonomik çıkışı 19’uncu yüzyılda iç savaşın (1861 – 1865) hemen sonrasında başladı. İthal ikamesine dayalı bir sanayileşme politikasıyla ABD, yerli üretimi hızla artırdı. Bu gelişmede kıtanın büyüklüğü, iklim farklılıkları, doğal kaynakların zenginliği, nüfusun hızlı artışı, göçmen ağırlıklı toplumun ekonomik gelişmeyi bir yaşam savaşı gibi alıp yola koyulması etkili oldu. 19’uncu yüzyılın ortalarında ABD ekonomisi yalnızca üretimde değil finans alanında hızla gelişerek dünya liderliğine doğru yürümeye başladı. Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’nın dünya egemenliğinin sonunu getirdi. ABD, kapitalizmin liderliğini İngiltere, Almanya ve Fransa’dan devraldı.
Rusya, devrimden sonra Sovyetler Birliği (SSCB) olmaya dönüşürken bir yandan da merkezi planlama yöntemini piyasa ekonomisi yerine ikame etti. Devrime girerken büyük ölçüde bir tarım toplumu olan Rusya’da bu yeni düzenleme üretimin artmasını, çeşitlenmesini, ulaşılması güç yerlere kadar uzanmasını sağladı. Devrimden sonra ayakta kalabilmek için çaba harcayan Rusya, asıl çıkışını 1930’lardan itibaren gerçekleştirdi.
Japonya’da 1867’de imparator olan Meiji (asıl adı Mutsuhito) batılılaşmaya ve modernleşmeye yöneldi. Özellikle eğitim reformu Japonya’nın ekonomik alanda hızla kalkınmasının yolunu açtı. Japonya 2’nci Dünya Savaşı sonrasında ekonomide çok büyük atılımlar yaparak kısa sürede Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerini geride bıraktı ve ABD’nin ardından dünyanın en gelişmiş ikinci ekonomisi konumuna yükseldi. Özellikle elektronik sanayisinde büyük atılımlar yapan Japonya, bu yükselişini 1990’ların başında girdiği durgunlukla yitirerek hızlı yükselip durma sendromuyla karşılaştı.
15’inci yüzyılın ortalarında dünyanın en büyük gücü olduğuna inanarak dış dünyaya kapanan ve sonrasında hızla güç kaybederek dünya ekonomisinde geri sıralara düşen Çin, bu konumunu 20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar sürdürdü. Mao Zedong’un ölümü sonrasında iktidara geçen Deng Xiaoping, piyasa ekonomisi kurallarını yaşama geçirmeye ve Çin’i dışarıya açmaya yöneldi. Böylece Çin, 500 yıldan fazla süreyle dünyaya kapattığı kapıları yeniden açmış oldu. Çin, asıl atılımı 2000’lerden sonra gerçekleştirdi ve satınalma gücü paritesiyle ölçüldüğünde GSYH büyüklüğü olarak ABD’yi geride bırakmayı başardı.
ABD, ekonomide dünya liderliğine yönelik durumunu sarsacak girişimlere her zaman karşılık verdi. Rusya bu alanda ABD’nin rakibi olmadığı için onunla olan mücadelesi daha çok siyasal ve sosyal alanlarda ve en çok da uzay yarışı alanında oldu.
Japonya’nın ikinci dünya savaşı sonrasında yakaladığı büyük çıkış ABD’yi zaman zaman sarsmış olsa da bu çıkış sınırlı bir çıkıştı ve ABD yatırımlarını ve teknoloji aktarımını Çin ve Güney Kore’ye yönlendirerek Japonya’nın karşısına uğraşması gereken iki yeni rakip çıkardı. Bu stratejisinde başarılı da oldu. Çin ve Güney Kore zaman içinde Japonya’nın elektronik sanayisinde üstünlüğünü elinden aldılar. Ne var ki Güney Kore, ABD’ye kafa tutabilecek güçte olmasa da Çin, bu yatırımların ve aktarılan teknolojinin de verdiği ivmeyle hızla büyüdü ve Japonya’dan sonra ABD’ye de rakip konuma geldi. Böylece ABD, Rakibi olan Japonya’yı durdurmak için uyguladığı stratejiyle çok daha büyük bir rakip olan Çin’i ortaya çıkararak kendi silahıyla kendisini vurmuş oldu.
ABD yönetimi öteden beri karşılıklı ticarette açık verdiği ekonomilere belirli ölçülerde baskı uyguluyordu. Bu baskı özellikle de Çin’e yönelikti. Çin de bu baskılara Yuanı değersiz tutup ihracatını kurla destekleyerek karşılık veriyordu. Bunları tam olarak bir ticaret savaşı diye nitelendirmek o zaman için pek doğru olmazdı. Çünkü baskılar daha çok sözlü ya da Dünya Ticaret Örgütü üzerinden yürüyor, kur düzenlemeleri de üstü kapalı yapılıyordu.
Tukidides M.Ö. 460 ile 400 yılları arasında yaşamış Atinalı bir komutan ve tarihçidir. Herodot ile birlikte modern tarih biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Tukidides’in en ünlü eseri, bir süre asker olarak içinde bulunduğu sonra da tanıklık ettiği, zamanın iki süper gücü konumundaki Atina ile Sparta arasında 27 yıl süren Peleponnes Savaşlarını anlatan eseridir.
Tukidides, Peloponnes savaşlarını egemenlik (hegemonya) mücadelesiyle açıklar. Savaşın Sparta’nın hegemonik güç dengesini bozmaya başlayan Atina’ya karşı giriştiği faaliyetlerden kaynakladığını öne sürer ve Sparta’nın, Atina’nın daha fazla güçlenerek hegemonik liderliği ele almasını önlemek için bu savaşa girmeyi göze aldığına dikkat çeker. Savaş, Yunanistan’a, Makedonya’ya ve savaşa giren diğer kent devletlerine huzur getirmek bir yana o döneme kadar kurulmuş görünen barış ortamını da bozarak sonuçlandı. Savaşı Sparta kazanmış gibi görünse de aslında her iki taraf da ciddi güç kaybına uğradı. Savaşın gerçek galibi, iki büyük düşmanı güç kaybına uğradığı için Persler olmuştur denilebilir.
ABD’li siyaset bilimci Graham Allison “Destined for War: Can America and China Escape Thuchydides’s Trap?” adlı kitabında ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarının sonunda üçüncü dünya savaşına yol açıp açmayacağını inceliyor. Allison’un ifadesiyle Tukidides tuzağı; giderek yükselen bir gücün, liderlik koltuğunda oturan bir başka gücü, liderlik açısından korkutmasının yarattığı gerilimin yol açabileceği sonuçlardır. Geçmişte 16 kez yaşanan bu tür gerilimlerin 12’sinin savaşla sonuçlandığına dikkat çeken Allison’a göre Tukidides tuzağı iki farklı sendroma dayalı olarak ortaya çıkıyor: (1) Yükselen gücün bu gücünün kabulünü talep etmesi ve bunun için mücadele etmesi (yükselen güç sendromu) (2) Egemenliği elinde tutan gücün karşılaştığı bu meydan okumadan korkarak ona göre tavır almaya başlaması (egemen güç sendromu.)
Trump, başkan seçildikten bir süre sonra korumacılığa dönüş eylemlerini uygulamaya sokmaya yönelmek, yurtdışındaki Amerikan sermayesinin ülkeye geri dönmesi için vergi indirimleri uygulamak gibi bir takım teşvik uygulamalarını devreye soktu. Böylece geçmişte su yüzüne çıkmamış olan ticaret savaşları su yüzüne çıktı. Trump’ın, ortaya attığı “Önce Amerika” sloganı, sonradan farklı anlamlar verilmeye çalışılmış olsa bile, ABD’yi serbest ticaret şampiyonluğundan indirecek kadar önemli bir değişime işaret ediyor.
Her ne kadar Tukidides Tuzağı kitabını bir Amerikalı yazmış olsa da Çinliler olayın ciddiyeti konusunda Amerikalılardan daha bilinçliler. Bu belki daha sabırlı olduklarından belki de liderlik koltuğuna erken oturup erkenden sorunlarla karşılaşmayı göze alamamalarından kaynaklanıyor. Trump “öce Amerika” derken Xi Jinping “serbest ticaret herkesin yararınadır” diyor. Oysa bugüne kadar yaşananlar tam tersinin olması gerektiğini gösteriyordu.
Eğer ticaret savaşları bir askeri savaşa dönüşmeden sonuca vardırılabilecekse bunda Çin’in payı ABD’nin payından çok daha fazla olacak. Ne var ki Çin’in bu dengeli tutumu önümüzdeki dönemde ne kadar sürer onu kestirmek kolay değil.