T24 - Yasemin BayGazeteci yazar Mahmut Şenol'un "Akhisar Düşerken" adlı romanı Ayrıntı Yayınları'nca okurla buluştu. "Phaselis Adağı", "Bay Konsolos" ve "Çerkes Adil Paşa'nın Tahsildarlık Günleri" adlı romanlarıyla tanıdığımız Şenol, bu yeni kitabında 12 Eylül öncesi hayali bir kasabada yaşanan siyasi olayları ve işlenen cinayetleri, kendine özgü kara mizahını da işin içine katarak, anlatıyor. Şenol ile "Trafik Polisi Süslü Cafer'in Komünist Takibi" alt başlığı ile yayımlanan "Akhisar Düşerken" kitabını konuştuk.12 Eylül öncesine odaklanmaya neden karar verdiniz?Üzerinden zaman geçen her şey 'tarih' olmuyor, toplumların belleği ve anımsama çabası her vakit birbiriyle örtüşmediğinden olay ya da olaylarla ilintili olguların tarihî seviyeye çıkması için kimi zaman birilerinin bunu önünüze getirmesi gerekiyor. Bunu ne politikacılar, ne akademisyenler ne de toplumun öteki kesimlerinden insanlar yapabilecektir; kitlelerin geçmişi düşünebilme tembelliği onların hem işine hem de kolayına gelir de ondan. Bunu yapan, bana kalırsa, edebiyatçılar, yazarlar, sanatçılar, hasılı kendilerini her daim dışarılamış gören entelektüellerdir.Bu dönemi nasıl ele aldınız?Ben gazeteciyim, gözümü açtım kendimi gazetede, Cumhuriyet gazetesinde buldum. 1977'de başlayan bir dönemdir bu ve bende ciddi şekilde yazıyı haber diliyle yazmak alışkanlığı bıraktı; aynı zamanda olaylara haberci gözüyle bakmayı da... 12 Eylül öncesini yaşamış bir belgesel hazırlayıcısı gibi bir bir hep belleğimde tutmaktaydım zaten; bu anlamda, romana giriş yapan malzemelerde kusursuz kalabilecektim. Şöyle bir örnek vermek daha yerinde olacaktır: Gazetede yayın yönetmenim bana dese ki "Git, Akhisar kasabasında bir sağcı-solcu cinayeti işlenmiş, siyasi çatışmalar olmuş, kaymakamla konuş, emniyet müdüründen bilgi al, halka sor soruştur, işin aslını astarını öğren", işte bu durumda ne yapacaksam o yöndeki gazeteciliğimi edebiyat kapısında içeri sokup romanımı yazdım.Diğer 12 Eylül romanlarından farkı nedir sizin kitabınızın?
Son sıralarda 12 Eylül'e dair anlatımlar çoğaldı, romanlar da öyle... Elbette o dönemde gerçekten yaşamış, ödü kopmuş, cesaretle yürümüş, teslim olmuş veya ruhu yaralanmış, kısaca tanık olanların romanları çıkıyor bunlar arasında... Belki sonra sonra, o dönemde hiç bulunmamış olanların da bir tarih romanı yazar gibi o günleri aktarması sıraya girecek. Fakat yazdıklarında bir tarafgirlik var, bir hesaplaşma var, bir intikam alma duygusu var: Bunu elbette tüm 12 Eylül romanlarını işaret ederek söyleyemem, fakat eğri oturup doğru konuşalım. Biz haklıydık, onlar haksızdı hesaplaşmasının sürmesini "Akhisar Düşerken"de hiç istemedim, bu anlamıyla romanımın bir 'solcu -sağcı roman' veya 'karşıt görüşü yargılayan' roman olmasını dilemedim. Ben kara mizah yöntemiyle tüm dönemin eleştirisini, o arada insanın eleştirisini yapıyorum.Siz kitabınızı nasıl tarif ediyor, tanımlıyorsunuz?Romanımda, önceki yazdıklarımda olduğu gibi içtenliği elden bırakmadım. Okurumla, sanki köşe başındaki bir kahvede oturmuş, karşılıklı sohbet ediyor gibi bir dil kullanmaya, öteden beri, uğraşırım. "Akhisar Düşerken" bir hikâye anlatıcısının ağzından dökülen, giderek masallaşan bir anlatımdır.