'Mahmutpaşa'da mendil de sattım'

'Mahmutpaşa'da mendil de sattım'
Metin Akpınar, dünyayı sarsan ekonomik krizi kendi penceresinden değerlendirdi. Bu akşam Star TV’de başlayacak olan "Papatyam" dizisiyle ekranlara dönen Metin Akpınar, dünyayı sarsan ekonomik krizi kendi penceresinden değerlendirdi ve yıllardır kendisinin de maddi endişeler taşıdığını söyledi. 2009 beni endişelendiriyor "Eğer öneri soracak olan varsa, insanların zor zamanlar için yastık altlarında altınlarının bulunmasında fayda var" diyen Metin Akpınar, kendisinin de çok büyük zorluklarla para kazandığını anlattı: "Para için endişem hep sürdü. Çünkü parayı zor kazandım. Mahmutpaşa’da mendil de sattım. Bu dönem yine endişelerim var. Çünkü 2009’da iyi günler görmeyeceğiz kanaatindeyim." İmam, öğretmeni yenemedi Usta tiyatrocu, hükümetin içkiye olan tavrı konusunda da ilginç bir benzetme yaptı: "İmam, öğretmeni yenmemiştir bu ülkede. Yenerse bu ülke biter. Bu söylediğim yanlış anlaşılmasın, ‘İmam olmasın, öğretmen olmasın’ demiyorum. Sadece ‘Cumhuriyet henüz yenilmedi’ diyorum. Yenilebilir mi? Evet. O yüzden de dikkatli olmamız lazım. Dizinin öyküsü bayağı ilginç. Öykü, son dönemde popüler olan çöpçatan programlarından birine katılmanızla başlıyor... - Evet, ama biz o mevzuya saplanıp kalmayacağız... Sadece Necati ile Feride’nin yolları çöpçatan programında kesişiyor. Bizim öykümüz çok farklı. O zaman dizinin öyküsünden biraz bahseder misiniz? - Aslında eskiden olduğu gibi dramatik yapısı sağlam dizilerden birini çekiyoruz... Benim canlandırdığım Necati karakteri, başından üç evlilik geçmiş bir kasap ancak uslanmıyor, bir kez daha evlenmek istiyor. Feride ise (Nilgün Özhan Kasapbaşoğlu) kocası tarafından aldatıldıktan sonra hayatını çocuklarına adayan bir kadın. Arkadaşları Feride’nin tekrar evlenmesini istiyor ama onun erkeklere güveni kalmamış. Necati, evlenme programına başvuruyor. Programda hiçbir kadını beğenmiyor ama seyirciler arasında Feride’yi görünce hayatı altüst oluyor... Dizinin sloganı “İki yalnız bir yastıkta”... - Evet, keyifli bir tanımlama. Birol (Güven) buldu bu sloganı. Necati ve Feride... İkisi de yalnız ama kalabalıkların içinde yalnız kalmışlar. Ve bu yalnızlığa son vermek için evleniyorlar ama yalnız kalmaları hiç de kolay olmayacak. Dizimiz mizah gücünü zıtlıklardan alıyor. Tabii bir de çocuklar var. Benim beş çocuğum var mesela, Feride’nin de çocukları var. Peki, sizin evlilik kurumuna dair düşünceniz nedir? - Evlilik insanlığa aykırı bir kurum! (Gülüyor) Ayrı kafa yapısında, ayrı kültürde, hormonları ve enzimleri farklı iki yaratığın uzun yıllar bir arada yaşama mahkûmiyeti, evliliktir. Ciddi anlamda bir pranga mahkûmiyetidir bu. Bunu 48 yıllık evli bir abiniz olarak söylüyorum... (Gülüyor) Ancak evlilik aynı zamanda güzel bir oyundur ve kendi kuralları içerisinde doğru oynanırsa yürür. Bir süre sonra zaten aşk denen delilik ortadan kalkar, her şey sevgi ve saygıya dayanır. Evliliğin sağlıklı yürümesi için bireylerin demokrat olmaları gerekiyor. Faşist ya da komünist olursan evlilik yürümez. Totaliter idare ailenin çökmesine neden olur. Allah uzun ömürler versin, 69 yaşındasınız. Yani bir anlamda yaşayan tarihsiniz... - Teşekkürler... Evet, 69 yıl uzun bir süre. Büyük bir geçiş dönemini içine alıyor. Kömürlü ütüleri bilirim. Benim zamanımda satır üniversitelerde kullanılmıyordu, evlerde Kurban Bayramı’nda ortaya çıkardı. Geçen bir yarışmada bir kızcağız plağın ne olduğunu bilemedi. “Kaset, CD, MP3” dedi ama plak diyemedi. Düşünebiliyor musunuz, plağın ne olduğunu bilmiyor! Muazzam bir değişim yaşadı Türkiye. Biz de o değişimi 69 yıla sığdırdık. Son dönemde eski kuşak oyuncularda gençleri acımasızca eleştirme huyu var. Ben sizde bunu görmüyorum. - Bizim dönemimiz artık geçti. Biz 1964’te başladık, 1992’de bittirdik altın kuşağımızı. Çok da iyi işler yaptık. Ondan sonra başka bir dünya geldi. Bizim o dünyaya entegre olmamız, alışmamız zordu. Zor olunca da bir kopukluk oldu. Tabii genç ve yeni yetenekler gelecektir. Yenilik ve değişim doğanın kanunu zaten. Ancak bizden sonraki kuşak büyük bir kültür emperyalizmine maruz kaldı. Mesela bugün bakıyorum, tiyatro yok. 75 milyonuz ama aktif tiyatro koltuk satış rakamımız 30 bin. Bu çok komik bir rakam. Tüm bunlar vahşi kapitalizmin ve onun getirdiği bireysel yaşama trendinin dayatmasıyla oluştu. Tiyatro toplumcu bir sanattır, kalabalık yapılır ve büyük kalabalıklara hitap eder. Üstat dediğin arkadaşlarım yeni gelişmeleri bu anlamda eleştiriyorlar. Yoksa ne o çocuklarla ne de yapılan işlerle bir kavgamız var. Ancak ben genç arkadaşlarımızın kültür emperyalizmi altında ezildiklerini ve büyük kalabalıkları elde ettikleri zaman onlara hitap etme sanatında kendilerini çok sınırlı tuttuklarını görüyorum. Benim masam Atatürk masasıSizin masanız çok meşhur... Bu masaya kimler oturuyor? - Herkes... Mustafa Kemal masasıdır bizim masamız. Bizim masamızda üç duble atıp belden aşağı konuşulmaz. Bizim masamızda sanatın dışında, politika da tartışılır dünya da. Bizimkisi bir anlamda bilgi alışveriş masasıdır. Masanız çok konuşuluyor... Hiç bu masayı konu alan bir röportaj yapıldı mı? - Yok, yapılmadı. Zaten yapılmasını da istemeyiz. Basına yansıyanlar ‘of the record’ haberler... Yalnız zaman problemi varmış, bir oturan bir daha kalkamazmış. - Yok canım herkes özgür. Uykusu gelen kalkar gider. Arzu ederseniz bir gün sizi de bekleriz. O masaya dair bir sürü de şehir efsanesi var... - İçki üzerinden Metin Akpınar’ın üzerine gidilmesi bir tür öykünme oldu. Her röportajda “Metin Bey üç böbrekli misiniz? İki şişe içiyormuşsunuz doğru mu?” gibi sorular yöneltiliyor. Bu sorular sorulmaz ki! Medyanın durumu gerçekten trajikomik. Yıllardır, belki 20-25 senedir bana yöneltilen üç fiks soru var: Üç böbrekli misiniz? Zeki Alasya ile dargın mısınız? Bir de ne olacak bu tiyatronun hali... (Gülüyor) Metin Bey üç böbrekli misiniz? - (Gülüyor) Evet, 25 yıldır bu soru yöneltiliyor.