Fatoş Güney, Mahsun Kırmızıgül’ü Yılmaz Güney’in mirasçısı ilan etti: “İkisi de aynı kültürden. ‘Güneşi Gördüm’ü izlerken kendimi Yılmaz Güney filmlerinin içinde sandım. Yılmaz yaşasaydı, onu desteklerdi.” Mahsun, Yılmaz’ın mirasçısıdır Yaşasaydı bugün 72 yaşına basacak olan Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney, bu özel günde eşini anlattı. Bugüne kadar dile getirmediği birçok şeyi ilk kez Kelebek’le paylaşan Fatoş Güney, Mahsun Kırmızıgül’den de övgüyle söz etti.
Bugün Yılmaz Güney’in doğum günü. Ne söylemek istersiniz? - Evet, bugün Yılmaz’ın 72’nci yaş günü. Hapisteyken bir mektubunda “Bugün benim doğum günüm, kendimi acımadan yargılıyorum ve her geçen gün bir Yılmaz Güney olmanın dokusunu dokuyorum” demişti. Özeleştiri, hatalarından ders çıkarma, sürekli değişim onun yaşamının ilk şartıydı.
Siz evlendikten 1,5 yıl sonra Yılmaz Bey cezaevine girdi... Hatırladığınız romantik bir an var mı peki hiç? - Yılmaz, 1978’de İmralı’da yatıyordu. Evliliğimizin 8’inci yılıydı. Orada yattığı her gün sahile inip benim için özel bir çakıl taşı toplamış. Nihat Behram bir gün elinde çuvallarla geldi. Çuvalların içine bir baktım 3 bin tane çakıl taşı. Evlilik yıldönümümüzde o çakıl taşlarını İmralı’dan bana hediye etmişti.
İlk gençlik yıllarında fırtınalı hayatı ve ilişkileri varmış... - Uyumsuzluklar, çelişkiler, kavga gürültüler birbirini kovalıyor. Çevresinde Yeşilçam’ın çapkın kadınları... O ise aksine saf mı saf, hiçbir art niyeti olmayan, tecrübesiz ve toy bir taşra delikanlısı. Her duygusal ilişkisini dürüstçe, cesurca, sevecenlikle ve sahiplenerek yaşıyor. Trenin yolunu kesmeler, araba kazaları, kafada silahla bardak patlatmalar, kumarhanelerde basılmalar... Ayrıca bütün bunlar kafasındaki film sahnelerinden bazıları da.
Yukarıda saydıklarınız Nebahat Çehre için yaptıkları... Yani bunların birçoğu senaryo gereğiydi, öyle mi? - Kendini öylesine kaptırıyor ki, filmlerinde canlandırdığı at-avrat-silah üçlemesini gerçek hayatıyla iç içe geçiyor. Tüm olumsuzluklara rağmen dünyayı ve insanları kurtarma içgüdüsüyle, kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış davranıyor. Öyle hatalar yapıyor ki, ölümünden sonra bile o hatalar yakasından düşmüyor. Ama sonra dingin, huzurlu bir hayat istiyor. Aile kurmak istiyor. Ve ben çıkıyorum karşısına...
Nebahat Hanım’ın (Çehre) hemen hemen her röportajında Yılmaz Güney’den söz etmesinden, “Ayaklarını yıkadım”, “Kadınlığımı Yılmaz’da hissettim” demesinden rahatsız oluyor musunuz? - Dedim ya, milattan önceki olaylar. Beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Ama bazen fazlasıyla reklama, reytinge ve karalamaya giren şeyler, aile çevremizi ve çocuklarımızı etkiliyor, hatta üzebiliyor. İnsanlar, hassas konularda biraz daha saygılı olabilirler. Ben Yılmaz’ın kabrinde rahat etmediğini düşünüyorum. Çünkü gündemde hep sansasyonel şeyler var. İyi şeyler de var tabii ama magazinel olaylar daha fazla. Eğer yaşasaydı, inanın bu durumdan rahatsız olurdu.
Bu magazinel yaklaşımdan yani... - Evet... Yılmaz Güney ile ilgili pek ciddi program ya da röportaj bulamazsınız. Örneğin ne demiştir de yazılarından ötürü 100 yıl cezaya çarptırıldığı için ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır? Türkiye sinema tarihinin mirası olan 104 tane filmini kimler, nasıl yok etmiştir? Hesabı sorulmaz. Hayatının 10 yılını hapishanelerde geçirdiği, sürgünde neler çektiği, hapishaneden nasıl film yaptığı, altı delik ayakkabısıyla Cannes’a gittiğini kimse umursamaz. Ama yaşamındaki reyting yapacak sansasyonel olaylar çoğu kişinin gündemindedir. Bitpazarına nur yağar. Eh! Efsane olmanın bedelleri ağırdır.
“Karısını döven maço adam, katil” suçlamaları için ne diyeceksiniz? - Katil değil, kader mahkumu Yılmaz. Olay bir kazaydı. Diğerleri ise talihsiz birlikteliklerin bir sonucu. Uzlaşmaz çelişkilerin her iki tarafı da zorladığı, yıprattığı, çözümsüzlük gibi elde olmayan nedenlerden ötürü kimi zaman şiddete dönüşebilen bazı ilişkiler vardır. Bana şöyle açıklamıştı: “Söz verdiğim için bir evlilik yapmak zorunda kaldım, ertesi gün pişman oldum. Bazen taşınması imkansız, insanı çileden, kendi benliğinden çıkaracak şeyler yaşanır. Herkesin başına gelebilir. Herkes istemediği, pişman olacağı davranışlarda bulunabilir.
Peki... Mahsun Kırmızıgül için “Yeni Yılmaz Güney” diyebilir miyiz? - “Güneşi Gördüm”ü izlemeye gittim. Işıklar söndü, film başladı, ben kendimi Yılmaz Güney filmlerinin içinde sandım. Bana çok sıcak, samimi geldi. Tabii ki filmde çok şey eksiktir ama eğer Mahsun da gerçekleri olduğu gibi, Yılmaz’ın yaptığı gibi yansıtmaya kalkışsaydı bugün Türkiye’de yaşama imkanı kalmazdı. Mimlenirdi, vatan haini ilan edilirdi, linç edilirdi. Böyle düşünmek gerek. Ondan daha fazlasını beklemek yanlış olurdu. Türkiye’de bunu yapamazdı. Yılmaz yaşasaydı, Mahsun’u desteklerdi. Ben kendisini arayıp tebrik ettim. Ama şunu da söylemek isterim ki, kimse Yılmaz Güney olamaz. Fakat Mahsun, genç sinemacılar arasında Yılmaz Güney’in mirasçısıdır. Maço adam eşine hizmet eder mi?
Yılmaz Güney’le ilişkinizde hiç şiddete maruz kaldınız mı? - Asla! Sadece kızdığı zaman masadaki her şeyi tutup fırlatabilirdi. Ondan sonra da kendini bağışlatmak için ne yapacağını bilemezdi. Anlık parlamaları vardı. Maço da değildi... O kadar feodal bir insan bana “Ciğerim bir gün ben bir hata yapacak olursam, aynı şeyi yapmaya senin hakkın var” derdi. Onun gibi bir insanın ağzından bunu duymak çok acayip bir şey değil mi? Beni mutfağa sokmazdı. “Sen çık ciğerim, sofrayı düzenle, süslen” derdi. Çeşit çeşit yemekler yapardı. Ondan sonra da inanır mısınız bulaşıkları yıkamaya kalkardı. Tabii yaptırmazdım. Benim arkadaşlarım ziyarete geldiğinde kaç kere beni oturtmuş ve bize hizmet etmiştir. Bu maçoluksa, bilmiyorum artık...