Manifesto'nun yaratıcısı Julian Rosefeldt: Bir kadın sahneye girer, kaldırıma çişini yapar ve böylece senaryo başlar

Manifesto'nun yaratıcısı Julian Rosefeldt: Bir kadın sahneye girer, kaldırıma çişini yapar ve böylece senaryo başlar

Son yıllarda bilinirliği özellikle 'Manifesto' filmi ile artan yönetmen-sanatçı Julian Rosefeldt'i konu eden bir yazı kaleme alındı. Rosefeldt ile ‘yaratıcılık ve üretim süreçleri’ üzerine yapılan sohbetlerden yola çıkılarak kaleme anlınan yazıda sanatçının eserleri de incelendi.

“Birbirinden farklı coğrafyalardan farklı perspektiflerin sanat üzerine söylemlerini ve diyaloglarını bir araya getirmek ve tanım, anlatım, şekillendirme kelimelerini odağına almak” iddiasıyla yayın hayatına başlayan Türkiye’nin yeni sanat platformlarından border_less’ta Hatice Utkan Özden imzasıyla yayınlanan “Julian Rosefeldt’in ‘derin’ yaratıcılık süreçleri” başlıklı yazı şöyle:

“Rosefeldt ile ilk karşılaşmam 2011 yılında Dirimart’ta İstanbul’daki kişisel sergisinin açılışına hazırlık aşamasındaydı. Üretim ve yaratıcılık süreçleri üzerine konuşmuştuk ve eserlerine dair yaratıcılık serüveni ilgimi çekmişti. Sonra, dünyanın çeşitli yerlerinde eserlerini görme fırsatı yakaladığım sanatçının işleri bana bu yaratıcılık serüvenini ve içinde gizli kalmış olan katmanları düşündürdü. Rosefeldt, yaratıcılık süreçlerine oldukça önem veriyor ve bu süreci de kendine has bir tarzla anlatmaya çalışıyordu. ‘Yaratım sürecinde genellikle tüm gün yazıyorum ve okuyorum,’ diyordu Rosefeldt. Her ne kadar, bir yönetmen olarak estetik kaygılar içinde olsa da, Rosefeldt eserlerinde derinlemesine işlediği çağdaş konuları, her gün şahit olduğumuz birçok durumla birleştiriyor ve izleyiciye çok katmanlı bir yaratım sürecine yansıtıyor. Cinsellik, şiddet, insanlığın çevre ve dünya üzerindeki etkisi ve göç gibi konular eserlerin temalarını oluşturuyor. Rosefeldt, hikayelerin geçtiği yeri bir çağdaş film seti gibi gösteriyor ve izleyiciyi aslında uzun metrajlı bir film izliyormuşçasına etkileyebiliyor.

Rosefeldt, 2012 yılından beri birçok farklı projeye imza attı belki de bunlardan en çarpıcısı da Deep Gold’du. Hemen ardından ise aktris Cate Blanchet ile yaptığı projesi Manifesto geldi ve bu sanatçının kırılma noktası olarak adlandırılacak bir eserdi. Manifesto, onun bir video sanatçı olarak tanınmasındaki en büyük etkendi. 2012 yılından bu yana iki çocuğu, büyük bir aile yaşantısı ve farklı bir yaşam tarzına da geçiş yapmıştı. Her ne kadar çocuklarla üretim süreçlerinin zor olduğunu, çünkü bazen sadece sessizliğe ihtiyacı olduğunu söylese de sanatçının disiplinli üretim süreci asla sekteye uğramamış. 

"Çünkü Rosefeldt kamerayı içgüdüsel kullanan bir sanatçı..."

2018 yılında tekrar görüşme fırsatı yakaladığım ve yine yaratıcılık ve üretim süreçleri üzerine konuştuğum Rosefeldt bu dönemlerin kendi hayatında önemli bir yeri olduğunu söylüyor. 2012 yılından bu yana eserlerinin üretim süreçlerinde pek bir değişiklik olmamış. Her eserinin bir hikayesi var. Rosefeldt aslında çok katmanlı düşünebilen bir sanatçı (tıpkı işlerine yansıttığı gibi...). Onun hayatında birçok şey de böyle ilerliyor: Sanatçının eserlerinde gördüğümüz birbiri içine geçen müzik, ses, estetik görsellik, mükemmel sahnelerle son buluyor ve bu sahneler genellikle tesadüf eseri ortaya çıkıyor çünkü Rosefeldt kamerayı içgüdüsel kullanan bir sanatçı.

‘Moving image yani hareketli imaj olarak adlandırdığımız video sanatı her daim sanat piyasasının kısıtlı limitleri içinde hapsolmuş durumda ve bu nedenle ben de üretimlerimde her zaman videolarım için daha farklı ne yapabilirim ki, farklı bir şekilde anlaşılsın ve klasik film üretiminin nasıl dışına çıkabilsin gibi sorular üzerinden ilerliyorum. Bu nedenle film üretimimi yapısöküm tekniğiyle sürdürüyorum,’ diyor. Rosefeldt’e göre yönetmenlik de tıpkı ressam olmak gibi. Her şey katmanlarla ilerliyor ve yeni imajlar keşfediliyor. ‘Böylece, yeni görsel mitler ortaya çıkıyor,’ diyor Rosefeldt. 

Yeni görsel mitlerle beslenen işlerde Rosefeldt’in eserlerinde estetik imajlar ve özenle çekilmiş gibi izleyiciyi içine alan sahneler bizi karşılıyor. ‘Aslında, bu konuda özel bir şey yapmıyorum. Kamerayı nasıl kullanacağım, daha çok sağ duyuma ve hislerime kalmış bir durum. Ben sadece kamerayı farklı kullanmayı seviyorum.’ Sanatçı, bu şekilde de istediği  katmanları ve derinliği yansıtabiliyor. 

Göçmenlere özgü steryotipleştirme

Bu estetik imajları ve katmanları Rosefeldt’in Asylum adlı videosunda da görüyoruz. Ancak, bu videoda Rosefeldt’in izleyiciye estetik kaygılar ya da estetik yaklaşımdan daha fazla göstermek istediği başka şeyler de var: sanatçının ‘çağdaş konulara’ olan merakı. O, günlük yaşantımızda her gün gördüğümüz ya da tecrübe ettiğimiz çağdaş konuların peşinden koşuyor. ‘Eserlerimin asıl konuları ve ana temaları çağdaş konulara dayanıyor. Beni harekete geçiren ise bir düşünce ya da merak ettiğim bir konu oluyor. Genellikle, bu sürecin ilerleyişi birbirinin içine geçen birçok konunun en sonunda tek bir şeye indirgenmesi...’ diyor Rosefeldt. Örneğin, Asylum’un fikri aklına Barcelona’da bir tatildeyken gelmiş. Video, Avrupalıların göç eden halklara bakış açısına dair göndermelerle dolu. Rosefeldt, Asylum’da göçmen halkların steryotipleştirmesi üzerinde duruyor.  ‘Avrupa’da gördüğümüz göçmen halka bakış açısı  stereo tipler üzerinden ilerliyor. Örneğin, tüm Türk göçmenler  temizlikçi, tüm Çinli göçmenler aşçı olarak görülüyor. Bu videoda amacım bu bakış açısını eleştirmek bu nedenle de bu kişileri kendi bireyselliklerinden kopartarak, toplumun onlara klasikleşmiş bakış açısına dair bir anlam yakalamak.’ Video içinde izleyici göçmen toplumları farklılaşmış olarak değil, aksine tıpkı Avrupa toplumunun onlara bakış açısına göre görüyor. Rosefeldt burada kamerasını hipnotize edici bir etkiyle kullanmayı seçmiş. Kamera bize bu insanların yaptıkları her şeyi bir ritüel gibi yansıtıyor ve bir yandan da bize şunu düşündürüyor: ‘Göçmenler heterojen bir toplum değil midir? 

Ancak, burada bir toplumu (göçmenleri) değerlendirme konusunda sosyolojik ve belki de kültürel açıdan  bir eksiklik görülüyor: Çünkü, özellikle de günümüzde bu hassas konuya ilişkin böyle bir stereo tipleştirme yapmak sosyolojik olarak da birçok soruyu akla getiriyor. Sanatçının ise bu konuyla ilgili açıklaması şu şekilde: ‘Bizler Avrupa’da bu heterojen grubu, stereo tipleştirme yoluyla tek bir alanda değerlendiriyoruz. Bunu göstermek istiyorum.’ Rosefeldt bunun sadece Avrupa sınırları içinde değil, her yerde problemli bir konu olduğunu söylüyor. ‘Bu video ile karşıdakine bakış açısını değerlendirmek istiyorum,’ diyor Rosefeldt. Sanatçıya göre, çağdaş toplumlar tıpkı bir kaleydoskop gibi. ‘Ben de bu çeşitliliği bir mozaik gibi kullanmayı seviyorum,’ diyor.

Manifesto ve Deep Gold’un üretim süreçleri

Elbette, sanatçının en çok bilinen ve takdir edilen işi Manifesto ancak,  yine çarpıcı bir çağdaş konunun işlendiği ve akılda kalıcı işlerinden birisi de Deep Gold. 

Rosefeldt için Luis Bunuel’e bir saygı duruşu niteliğinde. Deep Gold’da başroldeki karakter, Bunuel’in L’Age d’Or  (Altın Çağ) adlı filmindeki karakterin aynısı. ‘Her iki karakter de birbirine benziyor,’ diyor Rosefeldt ve Deep Gold’un (Derin Altın) anlamının da Bunuel’in bu efsanevi işine gönderme yaptığını söylüyor. 

Deep Gold’un bir özelliği de cinsiyetçilik üzerinden ilerleyen konusu. Rosefeldt bu videosunda cinsiyetçi klişeleri bir kenara bırakılan ve kadın cinselliğinin baskın olduğu bir dünyayı anlatıyor. Bu dünyada kadınlar cinselliklerini ve tercihlerini saklamak yerine ifade ediyor. Bu eserin üretim sürecinde senaryoyu yazarken oldukça zorlanmış Rosefeldt. ‘Üretim süreçleri her zaman çok araştırma gerektiren, günler süren okumaların getirdiği bir sonuç. Ama Deep Gold’un üretim süreci gerçekten uzundu,’ diyor Rosefeldt. Deep Gold’u üretirken Manifesto’nun ilk fikri geldi aklıma. Yaratıcı üretim süreçlerinin bu şekilde ilerlediğini de belirtiyor. ‘Bir konuda araştırma yaparken, başka bir şeyin ilk fikri ortaya çıkıyor.’ 

Rosefeldt, Deep Gold’un üretim sürecine girişmeden önce bir fikre sahipmiş ama senaryoda neler olacağını bilemiyormuş. ‘Sonunda da ecriture automatic, denilen (otomatik yazı) yöntemini denedim. Ecriture automatic bilinçaltı akış tekniğiyle süresiz bir şekilde yazı yazmaktır. Yazarken de ortaya Deep Gold’un senaryosu çıktı: Bir kadın sahneye girer ve kaldırıma çişini yapar ve böylece senaryo başlar... Evet, biliyorum belki de bunun cinsel bir yanı yok ama yine de kadınlar üzerinde durduğum cinsel özgürlük ve cinsiyetçi eşitlik temasına uygun geldi ve bu şekilde başlamasına karar verdim.’

Kadınların kendi cinselliklerini ret etmedikleri ve bunu provokatif bir dille anlatılan bu Deep Gold, Rosefeldt’in Manifesto’dan bir önceki eseri olma özelliğini de taşıyor. 

Galeri duvarlarının ötesine çıkmak

Belki de, Manifesto da, Rosefeldt’in oldukça yoğun bir şekilde eşit cinsiyetçilik temasını irdelediği videolardan birisi. Bu video için Cate Blanchett ile çalışan Rosefeldt şöyle diyor: ‘Cate ile birkaç yıl önce tanıştık ve birlikte bir şeyler yapmaya karar verdik. Ama o zamana kadar ona uygun bir eser çıkmadı ortaya.’

Manifesto bir yandan sanatı ve manifestoları tiye alıyor, diğer yandan ise bir kadının çağdaş toplum içinde varoluşuna göndermeler yapıyor. Blanchett bu 13 kanallı videoda, 13 farklı karaktere bürünüyor. Her karakter farklı bir manifesto okuyor. Blanchett, bazen mutaassıp bir ev kadını, bazen de rock-chick tarzıyla bu farklı manifestoları okurken oldukça komik ve ilham verici.  Rosefeldt senaryoyu yazarken özellikle bazı konuşmaların bu kadar eğlendirici ve komik olmasını istemiş. Diğer yandan, Blanchett gibi bir sanatçı ile çalışma konusunda da oldukça yerinde bir yorum yapıyor: ‘O inanılmaz bir aktris. Gerçekten çok yetenekli. Deep Gold’dan sonra bir karar verdim, ya galeri duvarları arasında sıkışacaktım, ya da daha çok izleyiciye ulaşmak için bir adım atacaktım. Daha geniş bir izleyici kitlesine nasıl ulaşırım diye düşündüm. Böylece, Cate ile çalışmaya karar verdim. Ancak, elbette her ünlü sanatçı ile çalışırken sanatçının ünü, eserin önüne geçebilir ve bu bir risktir.  Ama, bu sefer öyle olmadı ve Manifesto’da bir eser olarak, Cate kadar ses getirdi.’

Manifesto’nun üretim süreci için uzun süre araştırma yaptığını söyleyen Rosefeldt, yaratıcılık süreçlerinin oldukça kırılgan bir an’a bağlı olduğuna inanıyor. Ancak, bu yaratıcılık konusunu da çok abartmamak gerektiğine inanıyor ve şunu söylüyor: ‘Jim Jarmusch’un bir sözü vardır, hiçbir şey orjinal değildir.’ Ben de buna inanıyorum. Her şey birbirinin ardından gelir ve takip eder. Dahi bir beyin yoktur ve biz aslında tecrübe ettiğimiz şeyleri üretiriz."

www.julianrosefeldt.com