Sosyal medyada yüzbinlerece dinlenen şarkıları sonası herkesçe tanınan Manuş Baba, geçtiğimiz günlerde "Dönersen ıslık çal" isimli albümünü yayınladı. Manuş Baba, gelecek ile ilgili albüm planları ve yeni besteri için hazırlıklarının devam ettiğini beliterek, "Bir yandan da İstanbul var tabii... Hareketin, kaosun içinden bir düzen çıkarmaya çalışıyorum. Gelecek içinse bu yazıların konuşmaların şarkıların ne varsa hepsinin hatırası olmasını dilerim" dedi.
Manuş Baba, Konserlerinde özellikle beyaz gömlek giymesinin nedenini, "Annem sağolsun. Kıyafetin bir mevzusu yok aslında... O kadar insanın önüne çıkıyorsun gömlek pantolon giy der hep. Benimkisi de sahneye saygıdan belki de biraz. Manuş’un yolculuğunda dinleyici ile simgeleşen beyaz gömlek, yeri geldiğinde ceket ve siyah pantolon" ifadeleriyle açıkladı.
Birgün gazetesinden Hülya Çam'ın Manuş Baba ile gerçekleştirdiği röportaj şöyle:
Siz alternatif müzik piyasasında kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
İster istemez içinde kendimi, benliğimi bulduğum bir şey benim için. Ticaretin ve tüketimin olduğu bir alanda kendi müziğimi, bilincimi kendi yarattığım, büyüttüğüm ne varsa korumaya, saklamaya çalışan bir konumdayım. O sıcak kavruk zamanların ardından güney çocuğu olmanın vermiş olduğu göç mevsimini içten içe yaşamaya sahip çıkmak gibi belki de. Diyarbakır, Adana, Tarsus, Antalya ve İstanbul arasında geçen çocukluğumdan yetişkinliğime dair bu uzun dönem bana önemli katkıda bulundu. Çok sesli, çok renkli, bir o kadar farklı kültürler arasında büyüdüm. Bunun bendeki yansıması da bir şekilde çabalayıp yapmaya çalıştığım kendi müzikal yolculuğumdaki çok renkli müziğin ilk adımlarımı atmış olmamı sağladı.
İlk albümünüz... Albüm için yaptığınız şarkı seçimlerinden bahseder misiniz?
‘’Dönersen Islık Çal’’ adlı ilk stüdyo albümümün repertuvar hazırlığı da bu yönde gelişti. Yıllarca biriktirdiğim farklı zamanlarda yazdığım, pop, rock, alaturka ve türkü bestelerimin buluştuğu bir albüm oldu. İstiyorum ki böylesine geniş bir göç mevzusunun sonunda Manuş’un müziğinin senin, benim, bizim, bütün halkların, genç yaşlı o güzelim yüreklerin bütünleşmesine aracı olmasını, birbirimize iyi gelebilmesini isterim. İlk albüm benim için biraz da proje albüm oldu. Farklı skalalarda birçok bestemi iç içe geçirdiğim bir albüm oldu. Nostaljik Pop, Rock motifi, deep House’a yakın akustik bir yapı, türkü bestem, alaturka, Çingene müziklerine merakım… Biraz da bu albüm benim kendi karakter çözülmelerimi de yansıtan bir içeriğe sahip. Skalaları farklı şarkılar ama genel olarak bütün bir beni yansıtan bir albüm ‘’Dönersen Islık Çal’’…
Alternatif olan kıymetli olmaya mı başladı? İnsanlar neden alternatif olana yönelmeye başladı?
Çünkü daha sıcak. Akustik dediğimiz konu aslında burada devreye giriyor. Bu insanın doğasında var olan sıcaklık duygusunu keşfetmesine benziyor. Bir çocuğun ilk doğduğunda annesine karşı hissettiği çekim gücü gibi. Bu sıcaklık duygusu insanların alternatif müziğe yönelmesinde çok etkili. Çok sıkıştırılmış, bilgisayar ortamında yapılmış gerçek enstrümanlardan uzak müzikler artık çok dramatize edilmiş gibi geliyor.
Günümüzde tıklanma sayısı üzerinden edinilmiş bir ünlü olma durumu var. Tık sayısına göre popüler olma. Siz popülerlik kavramına nasıl bakıyorsunuz?
Müzik piyasasında paran varsa zirvede kendine kolayca yer bulunabileceğini ben İstanbul’da öğrendim. Binlerce lira yatırım yapılıp şişirilmeye çalışılan bir piyasadan bahsediyoruz. Emek vardır mutlaka saygım sonsuz... Anlaşılabilmesi güç istek ve arzuların döndüğü bir alemin içinde kendi halime de şaşırmıyor değilim. Kendi olanaklarımız ve dinleyicinin o saf değerli desteği ile paranın önüne geçen yüksek sıralarda yer edindi ‘’Dönersen Islık Çal’’. Sanatın bütünleştirici olduğu kadar itici bir yönü de bulunuyor. Ne hoştur ki o güzelim dinleyici ile kurduğumuz bağ bizi biz yapan duygularımızı, hislerimi hatırlamamızı sağladı. Çaldığımız konserler de bunun en güzel yansımasıdır bizim için. Albümsüz turne adında sayısız konser çaldık. İlk dinleyicinin desteği ile dolu dolu konserlerimiz oluyordu ve albümü de o ilk dinleyiciye armağan etmek, onlara selam etmek adına çıktık albüm yolculuğuna....
Albümde iki türkü de seslendirdiniz. Alternatif müziğe ek olarak bir de türkü sevdanız var. Kendi müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Türkülerden ilki annem için sözünü, müziğini yazdığım ‘’Gülcemal’’ , diğeri ise babamın sevdiği türkülerden biri olan ‘’Derin Derin Sevdalara Dalarsın’’… Kendi müziğim adına henüz çok net fikirler edindiğimi düşünmüyorum. Çocuk yaşta başlayan bir müzikal yolculuğun, gitarı elime ilk alışımdan beri olan süreden sonra son iki üç senedir profesyonel müzik hayatıma devam ediyorum. Manuş’un gittiği yolda nereye gideceğini bilemiyorum ama daha yazıp çizeceğim çok şey var. Bazı şeyler için isim koymaya gerek kalmıyor, insanların ne hissettiği daha önemli.
Nazan Öncel hayranlığınız nasıl başladı?
Lise zamanlarımda keşfetmiştim. Nazan ablayı yeni yeni keşfetmiş bitirim bir delikanlıydım. O zamanlar dinlemeye başladığımda çok etkilemişti beni. Sonra benim karakterimi bulma aşamamda önemli etkileri oldu. Türk pop müziğine yön veren sanatıyla çok özel, çok değerli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Keskin çizgilerinin arasında çok özel bir anaç duygusu var, o anaç rolü bende her zaman içimdeki o çocuğu büyütme hevesi olarak kaldı. İstanbul’a yerleştiğim zamanlarda da bir kez görüşme şansımız oldu; fikirlerini, öğütlerini edinme şansım oldu. Yıllarca dinlediğim, benimsediğim ve sonrasında İstanbul’da bir sonbahar akşamı çayını içtiğim Nazan ablanın bende hatırı, değeri, kıymeti sonsuz.
Albümün ismine gelelim: Dönersen Islık Çal. Orhan Oğuz’un aynı adlı filmi ile bir bağlantısı var mı?
Türk filmlerine dair ilgimin yükselmeye başladığı lise yıllarımda izlemiştim 'Dönersen Islık Çal’ı. Orada “Mevlüt” isimli cüce bir karakter var. Finalde İstanbul’un orta yerinde Mevlüt’ün biriktirdiği topların İstiklal Caddesi'ne saçılmasıyla topların peşinden koşturan insanların olduğu sahne filmi tekrar izlediğim bir kış mevsimi akşamı albüme giden sürecin önemli adımlarını atmış olmamı sağladı.
Ahmed Arif’in “İçerde” şiirine bestelediniz. Ahmed Arif Diyarbakırlı, Kürt bir şairdi. Ahmed Arif sizin için ne ifade ediyor?
Lisedeki o serseri zamanlarımın arasında keşfettiğim değerli bir şairdir Ahmed Arif. Pazar’da satılan ilk doldurma kaset kayıtlarını dinledikten sonra şiirlerini okudum, kaset kayıtlarını dinlemeye, daha çok dinlemeye başladım. Zamanla o insanlardan aldığın feyz karakterinin şekillenmesinde etkili oluyor. Ahmed Arif’in bu noktada bende çok büyük bir etkisi oldu. Bir o kadar da Yaşar Kemal... Çukurova çocuğu olmanın verdiği o yakınlık duygusu da bunu etkiledi tabii. Benim lise dönemlerim 1990’ların sonu ve 2000’lerin ilk yıllarına denk geliyor. O zamanlar kahvehanelerde, kebap, döner salonlarında takılıyorduk biz. Ahmed Arif’in ‘İçerde’ (Haberin var mı?) şiirini bundan dört beş sene önce bestelemiştim. Yarını umutla beklediğimiz o günlere, bahara hasret bir beste oldu benim için. Beklediğimiz o güzel günlerin yoksulluğun, savaşların, insanca yaşama kaygısının sona erdiği o gün geldiğinde hep bir ağızdan söyleyeceğimiz bir şarkıdır benim için ‘’Haberin var mı?’’ Ahmed Arif de İçerde’yi gerçekten de içerde yazmıştı. Bahara hasret bir halde hapishanenin kör duvarları arasında yazmış. Belki çok dramatik bir yapısı var ama şiiri müziklendirdiğim nokta bizim kendi yaşamımız içerisinde yaşadığımız o içerden çıkamama, tıkanıp kalma halinin müziklendirilmiş halidir. Ve memleketimiz ve yaşadığımız bu güzelim dünya şarkılarla güzelleşecek, bizi iyileştirecek. Buna inanıyorum.
Sizinle yeni tanışanlar var. Aynı zamanda da başından beri sizinle olan bir kemik kitleniz var. Bu insanlar sizi, neden sizin gibi müzisyenleri dinliyorlar?
Beni dinlemelerine, ilgi göstermelerine elbette önem veriyorum. Yazdığım şarkılarla bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Haddim değil belki ama edindiğim yaşam tecrübemi müzikal yolculuğum ile birleştirip sevenler, dinleyenler ile paylaşmaya çalışıyorum. Herkes herkeste bir şey bulur. O bulduğunu tutar büyütür ve inanır. Ve bana inanan, müziğimi seven o güzelim dinleyiciye her zaman minnet duygularımı içten içe daha da çoğaltıyorum. Bana sosyal medyadan gelen uzun uzun mesajlar var. Çoğaldıkça yetişememe halinde olsam da önem gösterip okuyup cevaplamaya çalışıyorum. Konserlerde yan yana geldiğimiz zaman görüyorum ki birçok ortak paydada buluşuyoruz dinleyici ile. Benimkisi bir nevi sanatın gerçek yönüyle insanlar için bir ayna görevi belki de.
Günümüzün tempolu hayatında kendine vakit ayırmak bir lüks haline gelmeye başladı. Siz kendinle vakit geçirmeyi seviyor musunuz?
Genelde evde, yaşadığım mahallede kendime zaman ayırıyorum, bazen arkadaşlarım geliyor, bazen ben onların yanına gidiyorum. Kitap, film, bilim, ve oldukça fazla uzay merakım var. Kendimle vakit geçirmeyi seviyorum. Çok güzel dostlarım var. Bir o kadar dinleyici ile bu kadar güzel dostluklar kurup, çoğalan güzelim kadınlar, güzelim adamlar ile tanıştıktan sonra mahalle’de bazen buluşmalarımız oluyor kendileriyle.
Bir röportajınızda “Sahneye saygımdan beyaz gömlek giyiyorum” demişsiniz. Aklıma Neşet Ertaş’ın 2000 yılı İstanbul konserinde “Ceketimi çıkarabilir miyim?” diye izin alması geldi.
Neşet Ertaş memleketin görüp görebileceği en değerli ve en babacan insanıydı. Hali, tavrı, sanatı örnek almak için kusursuz güzellikte birisiydi. Annem sağolsun. Kıyafetin bir mevzusu yok aslında... O kadar insanın önüne çıkıyorsun gömlek pantolon giy der hep. Benimkisi de sahneye saygıdan belki de biraz. Manuş’un yolculuğunda dinleyici ile simgeleşen beyaz gömlek, yeri geldiğinde ceket ve siyah pantolon. Beyaz renginin verdiği o saf hissiyatı seviyorum. Doğallığı paylaşabiliyorsak kıyafetin çok da bir önemi yok aslında... Yoksa bir ceket, bir pantolon... İnsanın, kalbi, yüreği temiz olsun yeter.
Youtube’da “Benim Hikâyelerim” adlı bir video serisi yapıyorsunuz, devamı gelecek mi? Biraz bahseder misiniz?
Uzun yıllardır biriktirdiğim hikâyelerimden birisiyle ilk olarak “Bavul” dergisinde başlayan bir seri oldu. İlk hikâyesi dört bölüm olarak kurguladım. İlk üçü yayınlandı. Dördüncü bölüm de eylül ayında yayınlanacak. Aslında bunlar benim kafamda kurduğum film senaryolarım. 5-6 senaryom daha var. İlk olarak “Bir Avuç Cennet” ile başladım. Bir mahalle yaşantısı üzerinden dostluğu, kaygıyı, çözülmeyi ve kadın-erkek ilişkilerini anlatan doksanlar ortasına ait bir dönemi kapsıyor. Senaryoyu da biraz hikâyeleştirmeye çalıştım Çok başarılı olduğum söylenemez ama bu benim ilk deneyimimdi tabii. İlgi görüp sevilince de bir şekilde devamı gelmeye başladı. Konserler devam ederken hikâyelerin de devam etmesi benim için biraz zor bir durum olmaya başladı. Yazmak benim için zamanımın çok büyük bir kısmını ayırmam gereken önemli bir konu. İçime sinene kadar zaman ayırmam gerekiyor. Konser sezonumuzun başlamasıyla yoğunlaşan takvimden dolayı eylül ayındaki dördüncü ve son bölümden sonra bir süre Benim Hikâyelerim’e ara vereceğim. Bu konuda ilerleyen yıllarda da yapmak istediğim şeyler var. Şu an kendi film müziklerimi yazmaya çalışıyorum. Onları kaydedip biriktiriyorum. Bir yandan da ‘senaryo nasıl yazılır’ diye araştırma yapıp bir şeyler öğrenmeye yapıyorum.
İleride sinemaya da girmeyi düşünüyor musunuz?
Büyük bir Yılmaz Güney hayranıyımdır. Yedi-sekiz yaşında Tarsus’ta evde yatak başındaki Çirkin Kral’ın ağzında çiçek elinde tabanca fotoğrafıyla büyüdüm. Sinema benim için çok özel bir dünya. Çok istiyorum ve bunun için de çaba gösteriyorum. Sinemada izlediğim ilk film Yılmaz Güney’in “Sürü” filmidir. Bende büyük bir etkisi olmuştu. Birikmişliğin, yoğunluğun verdiği şeyleri görsel bir şeyler ile anlatabilmekte istiyorum. Bu zamana kadar biriktirdiğim şeyler bunu geliştiren ve buna yol sağlayan bir noktada şu an. Film çekme arzusu, hikayelerimi senaryolaştırma çabası içinde olmak beni mutlu ediyor. Sinema müziğiyle, hikayesiyle görüntüsüyle bütün olarak bir Manuş’u ifade edebileceğim tek alan sinema. İlerleyen yıllarda bununla ilgili bir çalışmayı gerçekleştirmeyi çok istiyorum.
Oyunculuk?
Oyunculuk merakım pek olmadı bu zamana kadar. Ayrı bir yetenek, bilgi, tecrübe isteyen bir konu bence. Kamera önünde olabilmek zor iş. Kaldı ki sahneye çıkıp dinleyici önünde şarkı söylerken de çok heyecanlanıyorum.
Gelecek için başka projeleriniz var mı?
Hikâyelerimi kitaplaştırmayı planlıyorum. Yazıya dökmek içimdekileri iyi geliyor bana. Bavul dergisi bu konuda beni tetikleyen bir yol oldu. İlgiyle karşılandım ve çok güzel feyz aldıran, yapıcı dönüşler aldım. Not defterlerim var, yolda yazıyorum, evde yazıyorum. Bunları biriktirmeye çalışıyorum. Onun dışında albüm planlamalarım, yeni bestelerim içinde hazırlıklarım devam ediyor. Bir yandan da İstanbul var tabii... Hareketin, kaosun içinden bir düzen çıkarmaya çalışıyorum. Gelecek içinse bu yazıların konuşmaların şarkıların ne varsa hepsinin hatırası olmasını dilerim.