Marilyn Monroe'nun evlilik sırları

Marilyn Monroe'nun evlilik sırları
Biri Hollywood’un ciddiye alınmaya hasret sarışın bombası, diğeri ise yorgun bir evlilikten kaçmaya çalışan Amerika’nın en başarılı oyun yazarlarından biri... Kısa bir süre de olsa mutluluğu birbirlerinde bulan iki insan... İkili, Christopher Bigsby’nin yazdığı Extracted from Arthur Miller: The Definitive Biography adlı kitapla yeniden gündeme geliyor. Kitap bir Arthur Miller biyografisi, ama alıntılarla, Marilyn Monroe’nun sırları, bir zamanların ünlü çiftinin evliliği ve yaşantılarına ilişkin detaylar gözler önüne seriliyor. Kitap ikilinin ilk karşılaşmalarıyla başlıyor... Arthur Miller ve Elia Kazan The Hook adlı film için biraraya geliyorlar. Miller 1951 yılında gerçekleştirilen bu proje için New York’tan Los Angeles’a gidiyor ve bir iş gezisinden daha fazlasıyla karşılaşıyor. 35 yaşındaki Miller açısından bakıldığında bu, onun New York’taki rutin yaşamından ve 10 yıldır evli olduğu karısı Mary’den biraz uzaklaşması için bir fırsat oluyor. Bigsby, Miller’ın bu durumdan şöyle hayıflandığını söylüyor... “35 yaşındaki bir adam olarak iş dışında hiçbir şey yapmamıştım. Acaba buna bir son verip hayatımı yaşamaya başlamam mümkün olabilir mi?” Bu sorunun cevabı “Evet, şimdi.” gibi gözüküyordu. Miller, Marilyn Monroe ile ilk kez Fox film stüdyosunda tanıştı. Kazan ile birlikte onu As Young as You Feel filminin setinde izlediler. Bir gece kulübü sahnesi çekiliyordu ve Monrœ tüm ihtişamıyla süzülüyordu. Miller sonradan Monroe’nun bu tavırlarının filmle alakalı olmadığını, onun, günlük hayatında da bu şekilde doğal bir çekiciliği olduğunu söyleyecekti. Sahnenin çekimi tamamlandıktan sonra Monroe, Kazan’ın yanına geldi ve Miller’la bu şekilde tanıştılar. Miller, el sıkıştıklarında, Monroe’nun vücut ritminin kendisine geçtiğini söylüyor... Birkaç gün sonra başlıyor ikilinin ilişkileri, Arthur Miller için verilen bir partide... Christopher Bigsby kitabında Monroe’nun ondan hoşlanmasını Miller’ın aslında bu dünyaya ait olmaması olarak özetliyor ve “o başka bir sistemden geliyordu.” diyor... İkili o gece sabahın ilk ışıklarına kadar sohbet etti. Tiyatrodan, sinemadan, sanattan bahsettiler. Miller, ünlü yıldıza karşı son derece kibardı, Monroe da onun yanında kendini önemli hissetmişti, çünkü bunca zaman boyunca kimse onu oyuncu olarak ciddiye almamıştı; şimdiyse mühim bir oyun yazarı, ona Broadway’de başarılı olabilecek yeteneğe sahip olduğunu söylüyordu. Christopher Bigsby, 1990’larda Mary Miller, kocasının Batı’ya olan yolculuğu sırasında yaşadığı değişimin farkına vardığını söylüyor. 1955 yılında Miller’ın Marilyn Monroe’nun bir sonraki kocası olacağına dair haberler çıkıyor... 29 Haziran 1956’da çift evlendi, iki gün sonra ise Yahudi töreni ile tekrar evlendiler. Monroe’nun aidiyet eksikliği böylece sona erecekti. Törende çiftin 30 kadar arkadaşı ve akrabası hazır bulunmuştu. Miller, Monroe’ya vermek için annesinin yüzüğünü ödünç almıştı. Düğünden iki gün sonra ise karısına içinde “A’dan M’ye, Haziran 1956. Şimdi sonsuzdur.” yazan yüzüğü verdi. Balayını ise çalışarak geçirdiler, Laurence Olivier’nin yönetmenliğini yaptığı The Prince and the Showgirl adlı film çekiliyordu ve Monroe başroldeydi. Christopher Bigsby’e göre Arthur Miller, Monroe’nun hayatı hakkındaki ilk gerçek izlenimlerini burada edindi. Filmin yönetmenine göre Monroe şizofrendi diyor Bigsby. “Birlikte çalıştığı insanlardan yabancılaşmaya çalışıyordu, her zaman beğenilmek istiyordu ve ani çıkışları vardı. Yönetmen ile Monroe arasında bir şeyler yaşanması kaçınılmazdı, film bittiğinde Olivier onunla konuşamıyordu bile. Bir yerden sonra kocasıyla olmasa da birlikte çalıştığı insanlarla sorunlar baş göstermeye başladı. Film çekmek onun mesleği ve arzusu olmasına rağmen onun için ıstıraptı da. Bir sahnede havyar yemesi gerekiyordu ancak bu çekimin tamamlanması iki günlerini aldı. 34 tekrar ve 20 kavanoz havyardan sonra, çekim ancak tamamlanmıştı.” Kitaptaki en önemli hikâyelerden biri de, kimsenin bilmediği bir hamilelik... Christopher Bigsby’ın anlattığına göre filmin çekimleri devam ederken Miller ilk karısından olan çocuklarını görmeye New York’a gitti. Monroe bu durumdan memnun kalmamıştı ve kalın bağırsak iltihabı nedeniyle çekimlerin durdurulmasını istedi. Aslında sebep bu değildi. Monroe yalnız hissediyordu, üstelik de hamileydi. Ağustos ayında çocuk beklediğini öğrenen Monroe, düşük yaptı ve bebeğini kaybetti. 1957 yazını birlikte Long Island’da geçirdiler. Bir süre sonra Monroe yemek yapmayı ve ev kadınlığına dair bazı şeyleri öğrendi ve İngiltere’deki film çekimi sadece kötü bir rüya olarak akıllarında kaldı. Monroe tekrar hamile kaldıysa da yine çocuğunu düşürdü. Depresyondan bir türlü kurtulamayan Monroe, iki kez intiharı denedi ancak birinde Miller, diğerinde de komşuları ve arkadaşları tarafından kurtarıldı. Miller onu yalnız bırakıp çalışmaya gittiğinde ise Monroe kaldığı otelde çırılçıplak dolaşıyor ve dengesiz hareketlerde bulunuyordu. Ve kitap 4 Ağustos 1962 gününü tüm ayrıntılarıyla anlatıyor... “Ölümünden birkaç saat önce Monroe, iki arkadaşını telefonla arayıp uzun uzun konuştu ve nasıl olduklarını sordu. 5 ağustosta sabaha karşı cesedi bulunduğunda, onu teşhis etmeye ilk gelen kişi eski kocası Arthur Miller oldu.”