Markar Esayan: Ortada, içinde tiyatro olmayan bir tiyatro dönüyor

Markar Esayan: Ortada, içinde tiyatro olmayan bir tiyatro dönüyor

 

Markar Esayan

(Taraf - 4 Mayıs 2012)

 

Dönen tiyatronun özeti

 

Aslında kaçınılmaz olan oluyor.

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın “Asker bizi koruyacak zannetmiştik” diye şikâyet ettiği üzere, vesayetin boşalttığı iktidar alanının nasıl dolacağı, aslında “yeniden kuruluş” sürecini ima ediyor. Kartların toplanıp yeniden karıldığı ve dağıtılmaya başlandığı bir dönem bu.

Tabii bu kırılmaya hazırlıksız yakalanan dünün avantajlı kesimleri, bugün bu avantajlarını kaybetme ve hatta dezavantajlı hale gelme korkusunu yaşıyorlar. Kocasakal’ın “Türk Silahsız Kuvetleri’ni oluşturacağız” demesine bakılırsa, hâlâ oyunun dışında kalmaya da kararlı görünüyorlar. CHP ve Kocasakal türünden zihniyetin hayatta bir karşılığının olmaması, AK Parti karşısındaki rekabette, ülkenin diğer yüzde ellisini temsiliyetsiz ve daha da kırılgan hale getiriyor. CHP’nin muhalefet alanını bir “boş gösteren” olarak kaplamasının ve özgürlükçü muhalefetin eksikliğinin bir diğer menfi tesiri ise, AK Parti’de obezite ve damar sertliğine neden olması.

Türkiye bir değişim dalgasından geçiyor ama, bu kemalizmin, totaliter ve ataerkil zihniyetin bir günde tedavülden kalkacağı, “Yeni Türkiye”ye birden kavuşacağımız anlamına gelmiyor. Nerede öyle olmuş ki?

Bu şu demek: Yeniden kuruluşu, eski ve yeni arasında hibrid bir karakter eşliğinde gerçekleştiriyor olacağız. Bu ise, süreci daha karmaşık, bazen keyifli, bazen ise can sıkıcı kılacak.

Can sıkıcı bir tartışma olarak tiyatro kavgası tam da bu çekişmenin üzerine kurulu. Kültürel bir savaş yaşanıyor olsa da, temsiliyeti üstlenenler belli bir zihniyet kalıbında ortaklaşıyorlar. Öncelik Kemalist diktatörlük kurumlarından kurtulmak değil çünkü. Tiyatro tartışması da, devletin küçülmesi ve tarih dışı kalmış saçma sapan kurumların domine ettikleri gündelik yaşam alanlarından çıkartılmasından neşet etmedi. Kültür Bakanlığı’nın devlet tiyatrolarının sayısını arttırmaya yönelik siyasetinden, (Doğan Akın’ın dünkü yazısını okuyun mutlaka) Başbakan’ın masaya yumruk vurmasıyla 180 derece dönüldü, Bakanlar Kurulu’nda o yumruk formüle edildi. Trajikomik bir durum. İlkeli değil öfkeli olunca bu böyle olur hep. Umarım Türk Tarih Kurumu, Askeri Danıştay, YÖK ve Diyanet İşleri’nden de birileri Başbakan’ı öfkelendirir ve bu kurumlar tarih olurlar. Başka türlü olmuyor sanırım.

Madalyonun öteki yüzü daha az pespaye değil. Tiyatrocuların da bu totaliter yapılanmadan ötürü alanlara döküldüğüne hiç şahit olamadık. Sorun bu kurumlarda kimlerin iktidar olacağına gelip dayanıyor. Çünkü hep birlikte kemalizmi ve totaliter zihniyeti dönüştürmüş ve farklı tezahürleriyle benimsemiş durumdayız.

Daha bir yüz yıl evvel yüzde 40’ı gayrımüslim olan bu coğrafyada, yapılan mühendisliği ikrar edercesine söylenen bir söz vardır, “Bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman” diye... Bu gerçekte ne kadar doğru bilemem. Ama laikçisi, solcusu, Alevisi, Kürdü ve dindarı ile bu ülkenin yüzde 99’u kemalist olabilir gerçekten de. Kimin cilasını kazısan, ama yüzeyde, ama biraz daha derinde karşınıza kemalizm çıkıyor.

Haliyle, Başbakan Erdoğan’ın sanatçılara yönelik olarak sarf ettiği “Siz de kim oluyorsunuz, ben de parayı istediğim sanatçıya veririm” çıkışı ile, Afife Jale Ödüllerinde, sahneye badem bıyığı, –beyaz çorapları görünecek şekilde– kısa paçalı pantolonu, yakası gırtlağına kadar ilikli gömleği ile çıkan ve Nedret Güvenç’le tokalaşmayı reddedip ellerini göğsüne götürerek, sözüm ona Müslüman halkı hor gören Müjdat Gezen arasında fazla bir mesafe yok.

Epey evvel, AK Parti’nin CHP’lileşme ihtimalinden bahsetmiştim. Demiştim ki, “Nasıl ki CHP siyaset üretmeye ihtiyaç hissetmeyerek, sadece tabanının korkularını tahrik etmekle oylara el koyuyorsa, AK Parti de alternatifsizliği nedeniyle zoraki oy verilen bir parti haline gelebilir seçmenleri nezdinde.”

Erdoğan, Müjdat Gezen gibilerinin temsil ettiği bakışın tabanı üzerinde yarattığı haklı öfkeyi, siyasetsizliğini kamufle etmek için kullanabilir; ama bu CHP’nin yaptığından farklı olmaz. Bu açıkça komplekslerin sömürüsüdür. Sömürü kompleksleri tedavi etmez, derinleştirir sadece. Bu popülizm orta vadede hızla kendine güven kazanan Müslüman kitleleri rahatsız edecektir, şu anki sempati zamanla antipatiye dönüşebilir.

Kaldı ki, Devlet Tiyatroları’nda hüküm süren kemalist kast sistemi ve Müjdat Gezen gibilerinin bakışı, AK Parti’ye oy vermeyen yüzde elliye yönelik dili belirleyemez. Onlar birer anomali. Bu anomalinin toplumdaki karşılığının yüksek olduğunu bilsek dahi, bu onların dışlanmasını, hedef yapılmasını haklı kılmaz, çünkü Erdoğan onların da başbakanı. Tiyatroculara verilecek para Başbakan’dan değil, hepimizin cebinden çıkıyor.

Evet, laik elitist kesim imtiyazlarını artık sürdürmemeli, ama dezavantajlı hale de gelmemeliler, ötekileştirilmemeliler, herkes eşit olmalı sadece.

Peki, bundan sonra ne olacak? Önümüzdeki en az on yıl, bu çekişmelerle keyifsiz geçecek. Sonra otoriterleşenleri, kim olursa olsun hayat eleyecek. Bu arada umarım, toplumda herkes birbirine saygı göstermenin ve eşit olmayı hazmetmenin en güvenli yol olduğunu kabullenecek ve bu değişimden yeni Türkiye’nin yeni siyasi yelpazesi ortaya çıkacak.

Yani ortada, içinde tiyatro olmayan bir tiyatro dönüyor sadece.