Markar Esayan: Türkler ve Kürtler ayrılmayı bile beceremez

Markar Esayan: Türkler ve Kürtler ayrılmayı bile beceremez

 

Markar Esayan

(Taraf - 20 Eylül 2012)

 

Ayrılmayı bile beceremeyiz

 

İnsanların her konuda kaldırabileceği bir yük var. Bu sınır ihlal edildiğinde, insan hayatta kalmak için iki türlü yol deniyor. Ya güçlü davranarak o sorunları çözmeye çalışıyor ve mesafe kat ederek “ferahlıyor”, ya da o sorunlar karşısındaki duyarlılığını, insani özelliklerini kurban etmeyi tercih ediyor. Bu şablon sürekli aynı şekilde kendisini tekrarlıyor. Oysa doğru ve güçlü davranmak da mümkün. Mümkünden ziyade yaşamın bir zorunluluğu. Normali bu, anomali bu bahsettiğim çaresizliktir. Son dönemde herkesin yüzünde bir mutsuzluk, öfke ve çaresizlik okuyorum. 90’lı yılların sonuna kadar uğursuz rakam 33 idi. 33 asker, 33 köylü, böyle giderdi insan kayıpları. Normal bir insan bunu taşıyamaz. Ya bu ölümlere karşı duyarsızlaşmak zorundasınız, ya da çözmek. Şimdi de bir 8-10 rakamıdır gidiyor. Sekiz polis Bingöl’de öldürülüyor, derken o yerin 20 kilometre kadar yakınında 200 silahsız askeri taşıyan konvoya roketatarlı saldırı yapılıyor. Şu anki kayıp sayısı 10 asker. Aynı gün Çankırı Ilgaz’da tek bir trafik kazasında 10 kişi ölüyor. Bunları anlamaya, sindirmeye çalışmak gerçekten zor. Bu kâbus döneminin, açılımların ertesinde gelmesi, barış ümitlerinin tepe yaptığı noktadan bu kadar diplere düşmek, insanı da toplumu da, siyaseti de hasta eder. Ve tuz tadını yitirirse, tuzu nasıl tatlandıracaksınız tekrar? Evet, herkeste bir karamsarlık var ve çoğu kişi neyin nasıl çözüleceği konusunda pusulasını kaybetmiş gibi. Bu ruh durumunu paylaşmayı reddetmenizi tavsiye ediyorum. Sonuna kadar barışın mümkün olduğunu iddia ederken, iddianın ayaklarının yere basmasını sağlamakla yükümlüyüz. Barışın neden gerçekleşmediğini emek harcayarak, anlamak, öğrenmek, hataları ayıklamak ve yeniden yeniden denemek zorundayız. İkinci bir opsiyon yok. Çünkü mesela “Biz birlikte yaşayamıyoruz, yetti bu ölümler, ayrılalım gitsin” diyen “Türkler ve Kürtler”, bu ayrılık fikrine bile emek harcamış değiller. Nasıl ve hangi yönteme göre olacak bu? Halk ayrılmayı istiyor mu? Bunun maliyeti nedir? Kimsenin umurunda değil. Sadece ağır bir çaresizlik ve barışı isteyenleri saflıkla suçlama durumu, o kadar. Menzili olmayan bir mağduriyet duygusu, çiğ, tehlikeli ve çocukça. Sanki kibritten bir ev yapıyoruz; tam bitirirken bir aksaklık oluyor ve bir yumrukla evi dağıtmaya kalkıyoruz. Bir duygu, öfke, kibir fırtınasıdır gidiyor. Nasıl diye sorduğunuzda ne barış, ne de savaş konusunda ahlak ve akıl içeren bir kararlılık var. Mesela ben de iddia ediyorum ki, Türkler ve Kürtler birbirinden ayrılmayı bile beceremezler. 10 yıl sonra yüz bin gencin ölüsü üzerinden 2010’da kaldığımız yerden aynen devam edilir. Olacağı bu. Erdoğan Kürt barışını istedi ve örgütle bunu başarabileceğini sandı. Hâlbuki Türkiye hâlâ derin devletin kontrolündeydi. Bu ne demek? AK Parti’yi devirmek için en güçlü muhalefetin PKK’nın şiddetini gazlanması demek. Necdet Özel’in Başbakan’a tabii olmasının hiçbir anlamı yok. Silvan’dan sonra yaşananlara bakın. Hangisi normal Allah aşkına? Uludere mi? Afyon mu? Son saldırı mı? Başbakan “devlet artık benim” dediği ve reformlardan vazgeçtiği günden beri darbe üzerine darbe yiyor. Suriye’deki durum ile her şey çok daha yakıcı hâle geldi. Çünkü hükümet, hadiseye gerektirdiği ciddiyetle yaklaşmadı. Asıl derdin, Kürtlerin onore edilmesi, haklarının iane gibi gıdım gıdım değil hemen verilmesi gerektiğine ikna olmadı. Örgütle bu işi masa başında kotarabileceğini düşündü. Her gün 10 askerin ve düzine düzüne PKK’lının öldüğü bir ülkede sivil siyaset dengede ve güçlü kalamaz. AK Parti istediği kadar MHP ile flört etsin, istediği kadar milliyetçi hislere oynasın, istediği kadar duble yol, dev camiler yapsın, artık bir merkez partisidir. Bu gidişle, eğer yangın söndürülmezse, iktidar marjinallerin eline geçecektir. Açık veya postmodern darbe yapamayanların oynadığı oyun budur ve bu, PKK’nın da amacına uygun görünmekte. PKK kendisi için savaşıyor ve silahlı bir örgütü döneklikle suçlamanın, Karayılan’a gönül koymanın, kandırılmışlık hisleriyle kibre savrulmanın hiçbir rasyonel karşılığı yok. AK Parti ne yapmalı? Başbakan öncelikle etrafında örülen sahte dünyadan çıkmalı ve asıl mücadele ettiği şeyin derin devletin farklı bir tezahürü olduğunu görmeli. Hatalarını kabullenmeli. Bu erdemdir. Hükümet muhalefet pozisyonuna geri dönmeli. Bu da devleti sahiplenmekle değil, onu dönüştürme kavgasına devam etmekle olur; yani reformlarla. Ben Uludere ile başlayan yeni süreçte yaşanan acı olayların hiçbirisinin tesadüfî olduğunu düşünmüyorum. Bunların çoğu buram buram provokasyon kokuyor. Siyaset buradan kırılmaya çalışıyor ve hükümet de bunu doğru hamlelerle göğüsleyemediği gibi, aşırı bir alınganlık ve kibirle yanlış üzerine yanlış yapıyor. Bu yazı, devletin geçmişte Kürt meselesi ve diğer sorunlarda yüzde yüz hatalı ve vahşice davranmış olduğu gerçeği zemininde yazılmıştır.