Oscar ve Golden Globe ödüllü Matthew McConaughey, son olarak Stephen King romanı, “Kara Kule”den sinemaya uyarlanan “The Dark Tower”la seyirci karşısına çıktı. McConaughey, "17 yaşınıza kadar hiç film ilememişsiniz, doğru mu?" sorusunu, "Doğru! Aile üyelerim sürekli yazan ve okuyan insanlardı. Yemek masasında saatler süren hikayeler anlatılırdı. Annem bize başkalarının izlememiz için yaptığı şeyleri izletmezdi. Sonra hukuk fakültesine girdim ve kendim de uzun hikayeler yazmaya başladım. Hukuktan sinemaya ani bir geçiş yaptım. 20 yaşımda sinema okumaya başladım. Oyunculuk eğitimi almak değil kamera arkasında neler olduğunu öğrenmek istiyordum" diyerek yanıtladı.
Hürriyet'ten Barboros Topan'ın sorularını yanıtlayan ünlü oyuncu Matthew McConaughey'in yanıtları şöyle:
◊ Sizi en son Stephen King’in “Kara Kule” adlı roman serisinden aynı isimle sinemaya uyarlanan filmde izledik. Filmde sihirli güçleriniz vardı. Gerçek hayatta sıra dışı güçleriniz var mıdır?
- Bence hepimizin sihirli bazı güçleri var ama bunları tek tek isimlendiremeyiz. Benim ilk aklıma gelen, çok dirençli bir insan olmam. Bunu sihir grubuna sokabilir miyiz bilmem ama kendi kendimi çok çabuk toparlarım. Beni tanıyan herkes dayanıklılığımı, güçlüklerin üstesinden gelme hızımı takdir eder. ◊ Sihre inanıyor musunuz peki?
- Sihrin var olduğunu söyleyemem ama “yok” da diyemem. Bırakalım sihir sihirli kalsın... ◊ Yeni projelerinizden biri de Anne Hathaway ile başrolleri paylaştığınız “Serenity”... Çekimler, Hint Okyanusu’nun doğal güzellikleriyle ünlü Mauritius adasında yapılıyor öyle değil mi?
- Evet. Çok güzel bir yer gerçekten. Hatta şimdiye kadar bulunduğum en güzel yerlerden biri diyebilirim rahatlıkla... O adada çekilen ilk Amerikan filmi bu. Yönetmenimiz Steven Knight. Çekimlerden arta kalan tüm zamanımda balık tutuyorum. Daha ikinci günümde 72 kilogram ağırlığında tuna yakaladım. Ada halkına, adanın kültürüne aşık oldum. Yerli halk biz orada çekim yaptığımız için çok mutlu. Dışarıdan gelen insanları etkilemek için misafirperver davranmıyorlar, gerçekten çok içtenler. Adada kaldığım dönemde farklılıklarımıza rağmen bir arada olabileceğimizi, birlikte yaşayabileceğimizi anladım. Bu işin en keyif aldığım yönlerinden biri de işte bu; farklı kültürlerle yoğrulmak...
◊ Sandra Bullock ile oynadığınız “A Time to Kill” filmi ilk başrol deneyiminizdi. Neler hatırlıyorsunuz o setten?
- Bir sinema filmindeki ilk başrolümdü. Buna rağmen çok rahat olduğumu hatırlıyorum. Yönetmenimiz Joel Schumacher’in ilginç bir çalışma tarzı vardı, benim için her şeyi basite indirgemişti. Bana “Çekim süresince sadece oynadığın karakteri düşün, sen o adamsın, onun dışında hiçbir şeyin var olmadığını hayal et. Onun dışında hiçbir şeyi de sorgulama” demişti. İşe yarayan tavsiyelerdi...
◊ Eski Hollywood’da yakışıklı jönler romantik filmlerin başrollerinde oynar, ağır dramalara ya da farklı türlere yönelmezdi. Günümüz sinemasında kurallar değişti. Siz değişen Hollywood kurallarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Evet, iyi ki o eski Hollywood sisteminin bir parçası olmadım. “Yakışıklısın, o yüzden bu projelerde yer alamazsın” mantığını aklım almıyor. Zaten projeleri değerlendirirken “Bu rol beni seyirciye nasıl gösterecek, izleyici bu rol hakkında ne düşünür?” diye asla sorgulamıyorum. Hep “Hangi rol bana zevk verir, hangi rolleri daha iyi oynayabilirim?” diye düşünerek işe başlıyorum. ◊ Çocuklarınızı sete götürdüğünüz oluyor mu?
- Eğer onların görmesini istemediğim sahneler varsa ya da çekim sonrası onların soru yağmuruna hazır değilsem hayır, götürmüyorum (gülüyor). ◊ Üç çocuk babasısınız. Temponuzu düşünüyorum da, zorlandığınız olmuyor mu?
- Buraya gelirken kapıda kızımla vedalaştık. Evden çıktım, tam arabaya binecekken son bir şey söylemek için yanıma koştu ve “Baba eğer dışarıdayken sana beni hatırlatan bir şey görürsen lütfen alır mısın?” dedi, işte o anda kalbim eridi. Bu işin tek zorluğu, zaman zaman onlardan uzakta olmam... ◊ Son zamanlarda sizi çok etkileyen bir film, dizi ya da şarkı var mı?
- Var. Paolo Nutini’yi duydun mu hiç? İki hafta önce uçaktaydım, onun “Tricks of The Trade” şarkısını buldum, dinlerken kendimden geçtim. Uçakta resmen bebek gibi ağladım. İnanılmaz bir sanatçı.
◊ Bir röportajınızda 17 yaşına kadar hiç sinema filmi izlemediğinizi okudum, doğru mu bu?
- Doğru! Aile üyelerim sürekli yazan ve okuyan insanlardı. Yemek masasında saatler süren hikayeler anlatılırdı. Annem bize başkalarının izlememiz için yaptığı şeyleri izletmezdi. Sonra hukuk fakültesine girdim ve kendim de uzun hikayeler yazmaya başladım. Okuldayken hikayelerin sadece sözlerle ya da yazıyla değil farklı bir form olan resimlerle de anlatılabileceğini keşfettim. ◊ Sonra?
- Sonra... Hukuktan sinemaya ani bir geçiş yaptım. 20 yaşımda sinema okumaya başladım. Oyunculuk eğitimi almak değil kamera arkasında neler olduğunu öğrenmek istiyordum. ◊ Ama kamera önündesiniz...
- Evet daha ilk işimde “Gel oyna” dediler. Belki de kamera arkasını iyi bildiğim için zorlanmadım. “Herkes neden bana bakıyor?” diye düşünerek rahatsız olmadım. Bu bilinçle ilk oyunculuk denememde (Dazed and Confused) set ekibinin bir parçası olduğumu, tek farkımızın onların kamera arkasında benim ise önünde çalışmak olduğunu anladım. ◊ 17 yaşına dönelim. İlk hangi filmi izlemiştiniz?
- “King Kong”... Sonra da “Orca”... İlginçtir, iki film de Dino De Laurentiis prodüksiyonu. ◊ Sizi en çok etkileyen yönetmenler hangileri?
- Richard Linklater’ın filmlerindeki doğallığı seviyorum. Burada son filmi “Boyhood”u izlesek, sana her sahnesini tek tek analiz edebilirim. Mesajları o kadar doğal veriyor ki o doğallığa hayran kalmamak mümkün değil. Onun dışında Yann Demange sevdiğim diğer yönetmen... Çünkü film çekerken “Ne daha iyi ya da sempatik görünür?” diye düşünmeden sadece insana ait gerçekleri yansıtmaya çalışıyor.
◊ Geriye dönüp genç Matthew’ya baksanız, neleri değiştirmek isterdiniz?
- Hiçbir şeyi... Şimdi bildiklerimi o zamanlar bilmiyorum, iyi ki de bilmiyordum... O zaman 25 yılımın ne anlamı olurdu. 25 yıl önce ilk oyunculuk deneyimimde sevdim bu işi. Günde 320 dolar ödüyorlardı. Her akşam çekimlerin sonunda sırtımı sıvazlayıp “Çok harikaydı yarın yine gelir misin?” diye soruyorlardı. Günde 320 dolar kazanmanın, sette istenmenin verdiği mutluluk o kadar tarifsizdi ki... Her şeyi zamanı gelince öğreniyorsun zaten.
◊ Beş yıl önce evlendiğinizde, evliliği çok ciddiye aldığınızı, evliliğin kutsallığını ve anlamını daha iyi öğrenmek için bir rahiple görüşmeler yaptığınızı söylemiştiniz. Beş yılın sonunda evliliğin anlamına dair neler öğrendiniz?
- Evlilik bir iş... Zor bir iş değil belki ama iki tarafın da fedakarlık yapması gereken bir iş. Üç çocuğumuz var, kariyerlerimiz var. Bunlara rağmen eş olarak birbirimize vakit ayırmamız çok önemli. Evlilikte eşinle, çocuklarınla birlikte büyüyorsun ve sürekli yeni şeyler öğreniyorsun. Sağlıklı ilişkilerde, iyi arkadaş olabilmenin önemi büyük. Camilla (Alves) ile iyi arkadaşız, birbirimiz besliyor ve destekliyoruz. İyi arkadaş olamadığım biriyle asla evlenmezdim.