Suheyl Aygül - T24www.turkkariyer.com
Gençlik dönemimizde Avrupa’ya gidince büyülenirdik. Etkileyici doğa örtüleri üzerine yerleştirdikleri üstün sosyal devlet anlayışları, sürdürdükleri yüksek yaşam standartları, güçlü altyapıları ve uzun ömürlü insanlarına hayran kalırdık. Cadde ve mağazalarında bin bir çeşit moda ve teknoloji ürünleri ve hizmet imkânları sunulurken bir Türk olarak bizlerin neden bunlara sahip olmadığımızı düşünür dururduk. Bugün alışveriş konusunda İstanbul’un, gerek ihtişamlı alışveriş merkezleri ile ve gerekse ürün çeşitliliği açısından Avrupa’yı sollamış olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.
O zamanlarda Avrupa’nın sunduğu coğrafi ve kültürel imkânlarının karşısında bir Türk olarak çaresiz kaldığımızda, iklimleri dolayısıyla sürekli gri ve yağmurlu atmosfer solumaları nedeniyle “How can you buy blue sky?’’ diyerek, hiçbir zaman mavi gökyüzünü satın alamayacaklarını ifade eden esprili söylemimizle, bir tutam da olsa üstünlük taslamaya ve kendi adımıza mutlu olmaya çalışırdık.
İstanbul’un bir türlü gelmek bilmeyen baharına karşı bu kez Avrupa’ya gittiğimizde çiçekler, böcekler ve pek görünmeyen mavi gökyüzü altında çok keyifli, ışıklı bir on gün geçirdik. Gri, puslu havaların yerine sardunyaları azdıran bir Akdeniz güneşi ile Avrupa baştan aşağı kutsanmış gibiydi. Caddeler boyunca yemyeşil kestane ağaçlarını, mor salkım sümbülleri, parklardaki rengârenk çiçekleri büyük bir keyifle izlerken geri döndüğümüzde evin önündeki kestane ağacının çıplak dallarını görünce içimi çekmek ve hazin gözlerle bakmak çok da keyif vermedi açıkçası.
Avrupa bir yandan baharın keyfini yaşarken bir yandan da çalışan insanları için sosyal demokrasi ortamını, kitap okuyabilmeleri ve spor yapabilmelerini sağlayacak şekilde düzenlemiş, çalışma saatlerini o kadar azaltmış ki Avrupalı bireyler, öğlenleri yaşadıkları huzurlu siestalar veya akşama doğru hazırlık yaptıkları keyifli dinlenmeler ile oldukça mutlu bireyler haline dönüşmüşler. Birçok mağazanın Paskalya tatili nedeniyle kapalı olması ve bizim de sürekli hareket halinde olmamız nedeniyle mağazaların açık olduğu saatleri yakalamak ve gezip görmek pek mümkün olamadı.
Döndüğümüzde, ülke gündemini, çılgın projeler, bankacılık sektöründeki öğlen vakti ve cumartesi çalışmalarını, ücretsiz fazla mesailerini tartışılır vaziyette bulduk.
Ülke insanının seçimlere bu kadar yakın olduğu bir dönemde partilerin çalışanları makine gibi gören yaklaşımlarından vazgeçmeyerek, beyaz yakalıların çalışma saatlerini seçim programları içerisine önemli bir gündem maddesi olarak neden almadıklarını anlamakta hep güçlük çekmişimdir.
Avrupa’da hep gururlandığımız şey olan, ülkemizin satın alınamayacak kadar değerli ve karşılıksız olan masmavi gökyüzünün ışıkları altında yaşayan insanların, emeklerinin karşılığında posaları çıkarılana kadar çalıştırmaya zorlanmadan, kendilerine ait zamanları özgürce kullanmak ve mavi gökyüzünü görmek özgürlüğünü yaşaması ve bu en basit mutluluk duygusunu herkesin paylaşacağı şekilde genele yayılması gerektiğini düşünüyorum.
İnsanlar makine değildir. İnsanların dört boyutu vardır. Sadece hijyen şartlarını sağlamanız yetmeyecektir. İnsanların hem fiziksel (para), hem duygusal (doğru davranış), hem düşünsel (üretimi ve yaratıcılığı takdir etmek), hem de ruhsal ihtiyaçlarına bütünsel olarak hitap edilmesi gerekir.
Söz konusu sektörün akil insanlardan oluşması, çok değerli bir entelektüel sermayeye sahip olması, sosyal iletişim ve etkileşim ağları ile oluşturacağı güçleri de dikkate alındığında siyasilerin göz ardı edemeyeceği kadar değerli bir potansiyele sahip olduklarının altını çizmekte yarar vardır.
Mavi gökyüzünü görmek duygusu hangi pozisyonda olursanız olun, çaresizlik içersinde olanların, dibe vuranların umut kaynağıdır. İçinizdeki boşluğu dolduran dolgu malzemesidir. Özellikle zor vakitlerin, geçmeyen günlerin tek ilacı olan umudu karşılıksız olarak veren bir duygudur mavi gökyüzünü görmek duygusu.
Var olmak duygusudur.
Sonsuza kadar içinizdeki ferahlığı sürdürmenizi sağlayan mentollü bir şekerdir mavi gökyüzünü görmek duygusu.
Paha biçilmez bir tabloya bakmak duygusudur.
Yeryüzü bir kısmımızın olsa bile, gökyüzü herkesindir. Belki de, parti ve işverenlerin en çok kendilerine ait olduğunu düşündüğünü anda bile!
Ataol Behramoğlu’nun dörtlüğü gibi sevgili okur;
Dostları özlemle kucaklamayı unutma,Çocuk sevmeyi, çiçek koklamayı unutma,En zorlu anındayken bile kavganınGökyüzüne bakmayı unutma!