Dokuz Türk vatandaşının öldürüldüğü Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde yer alanlardan aktivist ve gazeteci İbrahim Seydani, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” açıklamalarına ilişkin olarak, "Mavi Marmara davasına ihanet ederek getirip Türkiye’nin iç politika malzemesi yapan ve AKP’ye yamayan, büyük ihaneti yapan İHH’nin kendisidir" dedi. Türkiye-İsrail anlaşmasına ilişkin de Seydani, "Türkiye ablukanın kaldırılması şartından vazgeçti. Fethullah Gülen’in o dönemde ‘Otoriteden izin alınmalıydı’ lafına geldi yani" diye konuştu.
31 Mayıs 2010'daGazze’ye Özgürlük Filosu eylemi için gemide bulunan aktivist ve gazeteci İbrahim Sediyani Cumhuriyet yazarı Ceyda Karan'a konuştu.
Seydani'nin açıklamaları şöyle:
Mavi Marmara vakası hep AKP’ye ve politikalarına mal edildi, ediliyor. O zaman öyle miydi?
2010’a kadar AK Parti’nin hem içeride hem dışarıda olumlu bir imajı vardı. Ama geriye baktığımızda hadisenin AK Parti ile alakası yoktu. Müslüman yolcuların bir kısmı o gemiye bir ümmet yahut İslam davası için, bir kısmı da sadece mazlumlarla dayanışma amaçlı binmişlerdi. Hıristiyan yolcular da kendi dini ve vicdani duyarlılıkları gereği. Avrupalı Sosyalistler de enternasyonalist duygularla binmişlerdi. Fakat şu var: Hiç kimse o gemiye seçimde AK Parti’nin oyu artsın diye binmedi. Bu uluslararası bir davaydı. Bu davaya ihanet ederek getirip Türkiye’nin iç politika malzemesi yapan ve AKP’ye yamayan İHH’nin kendisidir. En büyük ihaneti yapan İHH’nin kendisidir.
İHH’nin hakiki derdi neydi?
İHH’nin davası Türk milliyetçiliğidir. İslamcılık, dini siyasete alet etme davasıydı. Samimi Müslümanlar ise hiçbir çıkar beklemeden mazlum bir halk için canlarını verdiler. İslam ile İslamcılık çok farklı. İslam bir din, İslamcılık ise bir ideolojidir. Dünyanın en rezil ideolojisi. İslamcılık’ın ne olduğunu “Allah, Kuran, Kitap” adına her türlü pisliğin yapılabilmesinden artık anlıyoruz.
İsrail’i ciddiye mi almadılar?
Gemi Antalya’dan çıkmadan önce İsrail tehdit etti, ‘Gemiler gelirse vururuz’ dediler. Beş gün boyunca bölgede askeri tatbikat yaptılar. İsrail Deniz Kuvvetleri bizim yola çıktığımız akşamın sabahı 68 milde - ki uluslararası sular oluyor, Mavi Marmara 72 milde basılmıştı- atış talimi yaptı. Yani o kadar ciddiyetini ortaya koyuyor. Şimdi size sorarım, böyle bir durumda aklı başında bir hükümet ne yapar? Ya geminin yola çıkmasına izin vermez yahut madem salıyorsun yanına koruma ver. 31 Mayıs sabahı neredeydiler? Dünyanın sonuna kaçtılar! Ben yola çıkmadan önce sabah Antalya’da bir arkadaşın ofisinde bilgisayarına oturup vasiyetimi yazıp gönderdim oğlum Malcolm’a.
İsrail’in gemiye baskın yapacağını tahmin ediyordunuz o zaman...
Gemiyi ele geçireceğini yüzde yüz biliyorduk ama katliam olacağını düşünmemiştik. İsrail’den beklemediğimizden değil, bütün dünya televizyonları bizi konuştukları için bunu göze alamazlar diye düşünmüştük. Gemide Alman vekiller, Yunan akademisyenler, İsveç profesörleri olduğu için.
İsrail tarafı da gemide adeta savaş hazırlığı yapıldığını söylüyor...
Biz gemiyi nasıl koruyalım diye tartıştık ama kimseyi öldürme, zarar verme yoktu. Kaptanı önceden arayıp uyardılar. Sabahın 4 buçuğu gibi namaz kılındı. Hemen ardından birden saldırdılar. Ateş açıyorlardı, acayip bombalar atıyorlardı. Ben basın odasındaydım, gürültüleri duyunca çıktım. Etraf karanlıktı daha. 4.30’da başladı, 5.50’de sona erdi. Bir saat 20 dakika sürdü.
Sivil bir gemide bu kadar uzun mukavemet olması tuhaf değil mi?
Biz sadece aramızda “ne yaparlarsa yapsınlar kimseye zarar vermeyeceğiz” kararı almıştık. Üç İsrail askeri etkisiz hale getirildi, silahları alındı. Yemenli bir milletvekilinin geleneksel hançeri vardı. Onlar evlerindeyken bile takarlar. Onun dışında bir şey yoktu.
Size kötü muamele yapıldı mı?
Biz 1 saat 20 dakika direndik. Sonra gemiyi ele geçirip hepimizi kelepçelediler. 7 saat eziyet ettiler, güvertede yere yatırıp helikopterle şiddetli rüzgâr yaratacak şekilde üzerimizden geçtiler, su vermediler. Sonradan bana sadece pasaportumu ve basın kartımı iade ettiler.
Türkiye’nin gelip kurtaracağını düşündünüz mü?
Mavi Marmara yolcuları AKP tarafından aldatıldıklarını düşündüler. Baskın olduğunda müthiş öfke vardı Türk devletine. İçinde Türkiye’nin gelip kurtaracağı umudu olanlar da vardı. Benim yoktu açıkçası. Baskında kadınlar ölülerin başında ağlarken erkekler yumruklarını sıkıp ‘Kahpe T.C.’ diye bağırıyorlardı. “Bize sahip çıkmadın” anlamında.
Aralarında İslamcılar da var mıydı?
İsim söylemek istemiyorum ama Türk İslamcılar idi böyle bağıranlar...
O zaman demek ki Türkiye’nin müdahalesini bekliyorlardı.
Bekliyorlardı. Ben tabii filoyu organize edenlerin ne bildiklerini, niyetlerini bilmiyordum. Biz iyi niyetle, mazlumlara yönelik ambargo için gittik.
Bugünden baktığınızda AKP’nin Mavi Marmara vakasıyla ne yapmaya çalıştığını düşünüyorsunuz?
Bile bile ölüme gönderdiler. Kurbanlık koyun gibi. Bunun Suriye, Mısır olaylarıyla, Osmanlı hayalleriyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Belki danışıklı oyundu. AKP’yi İslam dünyasına pohpohlamak için. Suriye’ye, bölgeye dizayn vermenin temeli 2006’da atıldı. 33 gün süren Lübnan Savaşı’nda İsrail’in Hizbullah’tan yenilgi tattığı ilk savaştan sonra. İsrail ilk kez yenilince, iki yeni strateji belirlendi: Birincisi Hamas’ı evcilleştirmek, ikincisi Hizbullah’ı silahsızlandırmak. Birincisi kolaydı, ama ikincisi için Şam rejiminin yıkılması gerekiyordu. Bu görev de Erdoğan’a verildi.
Bu durumda AKP kitlesi kullanıldığını düşünüyor olmalı
Bir tiyatro sergilediler, mazlum halkları dert edinen insanları kullandılar. Biz din, dil, ırk ayrımı yapmadan zulme duyarlı insanlarız. En azından ben kendi adıma söyleyebilirim. Ha Gazze, ha Şırnak, Cizre... Kürtler öldürülüyor, şehirleri yakılıyor, gazeteciler ve akademisyenler fikirlerini söylediler diye tutuklanıyorlar. Alevilere baskı yapılıyor. Bizim için dünyanın neresinde zulüm varsa mazlum mazlumdur. Ama birileri böyle bakmıyormuş demek ki. Ortadoğu’ya yönelik planları, iç politikada başkanlık ve halifelik hevesleri varmış, bizi bunun için kullanıyorlarmış. Tek kelime ile diyorum ‘lanet olsun’.
Hırsızlık, yolsuzluk, kayyımlar, insanları diri diri yakmalar. Bu nasıl iş? Seni herkes sevmek zorunda mı, desteklemek zorunda mı? Allah peygamberlere bile vermediği yetkiyi size mi verdi? Bunlar insanların inançlarına ve İslama zarar veriyorlar. Bunlarınki dindarlık değil, dincilik.
Baskından sonra neler oldu?
Bizi Aşdod Limanı’na çektiler, akşam vakti oldu. Tek tek dışarı çıkarıp foto çektiler. Bir iki muayeneden sonra Negev Çölü’ndeki Beer-Şeva kentindeki Ela Hapishanesi’ne götürdüler. Biliyor musunuz, bu hapishaneyi inşa eden Türk devletidir, Türk müteahhitlerdir. Bizi oraya götürdüler. Hapse girdikten sonra sıkıntı bitti. İsrail askerlerinin aksine gardiyan ve polisler gayet insani davrandılar. Bazıları ne diyordu biliyor musunuz? “Siz salak mısınız, bizim ve sizin devletiniz dünyanın en iyi dostudur. Sizi kullanıyorlar. Bu AKP sizi kullanıyor.” Bazı arkadaşlarımız güya ‘mücahitlik’ tasladı.
İsrail polisleri su verince ‘Biz sizin suyunuzu içmeyiz’ dediler. Onlar da “Bizim suyumuz mu? Yav siz harbiden salakmışsınız ya. Bu bizim suyumuz değil ki, bu sizin suyunuz, sizden geliyor” diye dalga geçtiler. Su şişesine baktık, üzerinde “Made in Turkey” yazıyordu. Rezil olduk. Ben orada ne kadar salak olduğumuzu anladım.
İsrail’le yapılan anlaşma için ne düşünüyorsunuz?
Hükümet bu anlaşmayı zafer olarak yutturuyor. Aşdod üzerinden Gazze’ye yardım gidecekmiş. Dünyanın en geri zekâlı insanı olsa buna inanmaz. Zaten gidiyordu. İsrail bizi Gazze’ye yardım götürüyoruz diye engellemedi ki. Biz yardımı Aşdod değil doğrudan götürmeye çalıştığımız için saldırıya uğradık. Kaptan ve İHH organizatörleri Aşdod’u kabul etseydi yardımlar gidecekti, biz de burnumuz kanamadan dönecektik. İnat ettiler. Şimdi sen İsrail’in talebini yine İsrail’e kabul ettiriyorsun. Güvenlik Konseyi’nin 8 Ocak 2009 tarihli 1860 sayılı kararı ablukanın hukuksuz olduğunu söylerken bu anlaşmayla İsrail’in ablukasını ilk tanıyan, meşru gördüğünü resmen ilan eden Türkiye oldu.
İsrail’in özür dilemesi ve tazminat vermesine ne diyorsunuz?
Hayır, İsrail ne özür diledi ne tazminat ödeyecek. Kendisini bağlayan bir şey yapmıyor. İsrail’deki bir vakıf üzerinden Türkiye’deki fona 20 milyon dolar bağış yapılacak. İsrail devleti olarak yapmayacak, tazminat yükümlülüğü yok. Neden biliyor musunuz? Bu olayda taraflardan biri İsrail Devleti’dir ama öteki Türkiye değildir. Gemi Komor Adaları bandıralı. İsrail’in Erdoğan’a telefon açması, paranın fona verilmesi resmi değil. Ama bunca yolsuzluğa karşılık “Kardeşim adamlar yol yaptı” diyen bir güruh hukuktan ne anlar?
Anlaşmanın AKP kitlesi için anlamı ne?
Bugün bizde ‘zafer’ diye sunulan metinde İsrail’in açık açık müdahalede haklı olduğu, sadece orantısız güç kullandığı yer alıyor. İmzalanan budur. Biraz akıl olsa AKP kitlesi suratlarına tükürürdü. Karşılığında İsrailli yetkililere açılmış tüm davalar düşüyor. Türkiye ablukanın kaldırılması şartından vazgeçti. Fethullah Gülen’in o dönemde ‘Otoriteden izin alınmalıydı’ lafına geldi yani.
Mavi Marmara’dan sağ kurtulan İbrahim Sediyani, bir gazeteci, yazar, şair, seyyah ve doğa aktivisti. Almanya’da yaşıyor ve Türkiye vatandaşı bir Kürt. Kürtçe edebiyatın ilk çizgi çocuk kahramanı cici kız ‘Guldexwin’in yazarı.
Türkiye’de isimleri değiştirilen yerlerin eski gerçek isimlerini araştırıp bir araya toplayan ‘Adını Arayan Coğrafya’ kitabının yazarı. Yayımlanmış 6 kitabı bulunuyor. Dünyanın dört bir yanına yaptığı gezilerini aktardığı ve Farsça, Uygurcaya da çevrilmiş ‘Seyahatname’siyle ünlü. Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Makedonya, Yunanistan, Doğu Türkistan, Türkiye medyasında haberler ve makaleler kaleme aldı. Malcolm X hayranı olduğu için oğlunun ismini de Malcolm koydu. Avrupalı filozoflar, Sediyani’yi Yahudi edebiyatçı ve aktivist Hannah Arendt’e benzetiyorlar. Yazıları halen Taraf gazetesinde ve kişisel www.sediyani. comsitesinde yayımlanıyor.