Çiğdem Bozdağ Sabancı Üniversitesi
Bugün yeni medya teknolojileri hayatımızın her alanına sızmış ve bu alanları dönüştürmüş durumda. Çocuklar da doğal olarak bu teknolojilerden etkileniyor ve hatta yetişkinlerden çok daha hızlı bir biçimde bu teknolojilerle haşır neşir oluyorlar. Türkiye istatistik kurumunun bu yılki verilerine göre, Türkiye’de 6-15 yaş arası çocukların yarısından fazlası internet kullanıyor ve her dört çocuktan birinin kendi bilgisayarı var. Bu oranlar yıldan yıla hızla artıyor. Çocukların iletişim teknolojilerine ilgisi, medyanın okullarda kullanımını artırıyor. Dahası okullar bu teknolojilerin etkin kullanımına yönelik yeni uygulamalar ve eğitimler geliştiriyorlar. Örneğin okullara teknik altyapı ve e-içerik sağlamayı hedefleyen Fatih projesi, kamu bilgi ve iletişim teknolojileri yatırımları açısından 2013 yılında 1,4 milyar TL bütçe ile son yıllarda yapılan en büyük yatırım. Bir diğer örnek de geçtiğimiz haftalarda düzenlenen Çocuk ve Medya kongresi.
Kongre, hedefini çocukları medyanın olumsuz etkilerinden korumak ve olumlu etkilerinden faydalanmalarını sağlamak olarak belirten çocuk ve medya hareketi kapsamında 14 ve 15 Kasım tarihlerinde İstanbul’da düzenlendi. Bu kongreye öğretmenler, televizyoncular, akademisyen ve siyasetçilerin yanında çocuklar da katıldı. Çocuklar için atölye çalışmalarının düzenlendiği, yerli ve yabancı akademisyenler tarafından çok farklı bildirilerin sunulduğu kongrede öne çıkan konulardan bir tanesi de medya okuryazarlığıydı.
Medya okuryazarlığı televizyonun yaygınlaştığı 1970’lerden beri tartışılan bir konu olsa da, ancak dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla dikkat çekmeye başladı. Konuya farklı bakış açıları olsa da, medya okuryazarlığı kavramının en kabul gören ve Patricia Aufderheide tarafından yapılmış olan tanımı medya yoluyla mesajlara ulaşma, analiz etme, değerlendirme ve iletme becerisidir. Bu alanda pek çok ülkede çok sayıda araştırmalar yapılıyor ve her yaşta medya okuryazarlığını artırmak için farklı politikalar izleniyor.
Çocuk ve Medya kongresi kapsamında, bu konu, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da katıldığı medya okuryazarlığı panelinde de tartışıldı. Panelin konuşmacılarından Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabıyık, Türkiye’de medya okuryazarlığı konusunda 2005’ten bu yana yapılan çalışmaları özetledi. 2005-2006 öğretim yılında pilot proje olarak başlatılan ve 2009’dan itibaren tüm okullarda uygulanan medya okuryazarlığı dersi halen 6.,7. ve 8. sınıf öğrencilerine seçmeli ders olarak sunuluyor. Dersin içeriği Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve MEB tarafından ortaklaşa hazırlanıyor. Kocabıyık, geçtiğimiz yıllarda yapılan araştırmalar sonucu programın müfredatının da yenilenmekte olduğunu altını çiziyor. Bu dersi veren Türkçe ve Sosyal Bilgiler öğretmenlerine de hizmet içi eğitim seminerleri veriliyor. Öğretmenlerin medya kullanımı ve öğretimi konusundaki yeterliliği önemli bir konu olmasına rağmen, daha kapsamlı bir şekilde tartışılması gerektiği için yazının dışında bırakıyorum.
Panelde tartışılan konuşmalardan yola çıkarak, medya okuryazarlığı dersinin ülkemizde müfredata alınması konusuyla ilgili özellikle iki noktanın tartışılması gerekiyor. Öncelikle medyanın genel olarak olumsuz bir araç olarak yansıtılması ve medya okuryazarlığı eğitiminin temel görevlerinden birisinin çocukları korumak olduğu algısı. İkincisi ise medya okuryazarlığı eğitiminin, kendi başına medya eğitimi vermek açısından yeterli olup olamayacağı konusu.
Medya okuryazarlığı konusunda hazırlanan web siteleri ve raporlarda sıkça vurgulanan noktalardan birisi çocukların medyanın olumsuz etkilerinden korunması gerekliliği. Medyanın bu olumsuz imajının altında aslında iletişim ve medya çalışmaları alanında da uzun süre etkisini sürdürmüş olan medya etkileri yaklaşımı yatıyor. Bu yaklaşıma göre medya içeriğinin, bu içeriğe maruz kalan insanlar üzerinde doğrudan bir etkisi bulunuyor. Örnek olarak, ciddi konular içermeyen televizyon programları izlemenin insanları aptallaştıracağı veya şiddet içeren filmleri izlemenin, çocukları şiddete teşvik edeceği tezleri ele alınabilir. Popüler bir söylem olarak medya etkileri yaklaşımı hala etkisini sürdürse dahi, bu alandaki akademik araştırmalar medyanın insanları tek başına şekillendirebileceği tezini çürütüyor. Bugün daha geçerli olan, etkin medya kullanıcıları yaklaşımı; medyayı kullanan insanların eleştirel becerilerini ve içinde bulundukları yaşam koşullarını da göz önünde bulunduruyor.
Medya etkileri tezi akademik anlamda önemli ölçüde geçerliliğini yitirmiş olsa da, medya konusundaki politikalar halen bu tez dikkate alınarak geliştiriliyor. Örneğin, Çocuk ve Medya Hareketinin web sitesinde medyanın olumlu etkilerinden bahsedilse de, “sorun büyümeden harekete geçelim” sloganından da anlaşılabileceği gibi, medya konusuna sorun odaklı bir yaklaşım hakim. Bu bakış açısı aslında Türkiye’de çocukların ve gençlerin medya kullanımına dönük olumsuz bakış açısının da bir yansıması. Ancak, okullarda medya kullanımını eğitimde dönüşüme ve gelişime katkı sağlayabilecek şekilde desteklemek istiyorsak, bu korumacı ve kısıtlayıcı anlayıştan uzaklaşıp, medyanın eleştirel düşünceyi, çeşitliliği ve yaratıcılığı da destekleyebilecek yanlarına da vurgu yapmamız gerekir. Derslere video üretimi, blog yazımı veya web sitesi kurulması gibi yaratıcılığa yönlendiren unsurların eklenmesi, hem öğrencilerin becerilerini geliştirmeye, hem de derslere renk katarak öğrenci odaklı öğrenmeye katkı sunar. Bu açıdan tartışmanın ikinci önemli noktası medyanın okulun bütününe entegre edilmesine vurgu yapmakta yarar var.
Yeni medya bir yandan bize çok farklı kaynaklara ulaşıp, farklı fikirleri birbirleriyle kıyaslama imkânı sağlıyor. Diğer yandan da kendi fikirlerimizi özgürce sunabileceğimiz farklı mecralar sunuyor. 21. yüzyılda eğitimin amaçlarından birinin eleştirel düşünme, fikir üretme ve paylaşma becerisine sahip bireyler yetişmesine katkı sağlamak olması gerektiğini düşünürsek, medyanın burada kilit bir rol oynaması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan medyanın eğitimdeki rolü diğer derslerden bağımsız bir medya okuryazarlığı dersi çerçevesine kısıtlanmamalıdır. Hemen hemen bütün dersler için yeni medya teknolojileri önemli bir araç haline gelebilir.
Medya okuryazarlığı derslerinin okutulması medyanın eğitimdeki rolünün tanınması açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak, Medya Okuryazarlığı dersinin hedefleri Milli Eğitim Bakanlığı ve Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından eleştirel bakış açısını geliştirmek olarak tanımlansa da, böyle bir hedefe eğitimdeki diğer unsurlar göz önüne alınmadan, sadece seçmeli medya okuryazarlığı dersleri ile ulaşılması pek de mümkün değildir. Medya okuryazarlığı dersleri de bir toplum mühendisliği projesine dönüşmemeli, medya içeriğini değerlendirirken neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu göstermek yerine, çocukların bireyler olarak bu değerlendirmeyi yapabilmelerine katkı sağlamalıdır.
Yeni medya teknolojilerinin hayatımızdaki rolünün giderek arttığını ve önem kazandığını düşünürsek, medyanın eğitim sektöründeki rolünün de önümüzdeki yıllarda daha da çok tartışılacağını söyleyebiliriz. Bu açıdan çocuk ve medya kongresi gibi, farklı alanlardan insanları bir araya getiren ve bir tartışma platformu yaratan oluşumlara ihtiyacımız var. Ancak medyanın okullardaki rolünü, eğitim sistemimize genel ve eleştirel bir açıdan bakmadığımız sürece tam olarak anlamamız mümkün değil.