Mehmet Altan: Erdoğan mı Demirtaş mı? Savaş ya da barış...

Mehmet Altan: Erdoğan mı Demirtaş mı? Savaş ya da barış...

Mehmet Altan* 

Koskoca bir ülke, sonunun nasıl biteceği kestirilemeyen ve gerilimi sürekli artan bir korku filmi karanlığına düşüverdi…

Neden?

Çünkü 7 Haziran’da AKP iktidarı kaybetti.

***

Siyasal iktidar, 17-25 Aralık hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet sürecini, Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in tekniklerinden yararlanarak aşmaya çalışmıştı, şimdilerde ise doğrudan Hitler taktiklerini devreye soktuklarını görüyoruz.

Yapılanlar bire bir aynı.

Hürriyet Gazetesi’ne saldırı, Ankara’nın göbeğinde HDP Genel Merkezi’ni yakmak, 35 günlük çocuklara kıyarak, on yaşındaki çocukları öldürerek, Cizre’de tahammülfersa bir devlet terörü uygulamak…

Bu tablonun tek bir amacı var; ülkeyi sorgulanmayacak bir iradenin faşizmine teslim etmek.

PKK da asker, polis, doktor, garson, çoluk çocuk, genç ve günahsız insanları yok ederek bu oynanan oyunun kanlı bir parçası halinde siyasal İslam görüntülü bir Hitler rejimi çabasına destek veriyor.

Şiddet, iki taraf arasında gizli bir ortaklığa dönüşmüş vaziyette.

***

Türkiye’yi Hitler rejimine götürme arzusunun ne kadar bilinçli bir tercih olduğunu açıkça ispatlayan en vahim olay, ‘Erdoğan’ı başkan yapmak’ için ‘sandığı’ da tanımayacaklarını açıkça ilan eden ve Hürriyet Gazetesi’ne uygulanan şiddeti örgütleyen bir milletvekilinin, bırakın anında kapı dışarı edilmesini, Cumartesi günkü kongrede AKP divan üyesi yapılmasıydı.

Belli ki kongreyi A’dan Z’ye dizayn eden ‘irade’, kendinden yana şiddet kullanılmasını mükafatlandırmaya tabi tuttuğunu göstermek istiyor.

Nitekim medyayı hedef alan saldırganlığı ödüllendirmek isteyen zihniyet Hürriyet’e bir ‘geçmiş olsun’ bile demedi.

***

Türkiye halkını tek adam faşizminden kurtaran ve tam uçurum kenarında el frenini çeken Selahattin Demirtaş’ın ‘seni başkan yaptırtmayacağız’ çıkışı oldu.

Selahattin Demirtaş bu çıkışıyla hem oylarını artırarak büyük bir başarı sağladı, hem de ülkenin karanlığa yuvarlanmasını engelledi.

Faşizme karşı çıkması siyasal iktidarın saldırı mangalarını, Kürt sorununu siyasallaşarak çözme ihtimalini güçlendirmesi de eski tüfekleri ürküttü.

Selahattin Demirtaş’ı iki taraftan yaylım ateşine tutuyorlar.

***

PKK ve Abdullah Öcalan ile sürekli görüşen AKP’nin kendisi değil miydi?

Hükümetin fertleri İmralı ve Kandil’e övgüler yağdırıp durmuyor muydu?

7 Haziran’dan sonra ne oldu?

Oylar yüzde 41’e düşünce ani hafıza kaybına mı uğradılar?

Birden ağız ve tavır değiştirerek, hem ortalığı kan içinde bırakarak, hem de Demirtaş’a silahlı örgüt lideri muamelesi yaparak 1 Kasım’da seçim kazanacaklarını sanıyorlar.

Oynanan bu sinsi ve kanlı oyunu açığa çıkartmak için HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, insanlarda ne olursa olsun mutlaka barış masasına dönülmesi konusunda büyük istek, özlem ve ısrar olduğunu belirtiyordu.

Ve devam ediyordu:

“Bu çağrımızı tek taraflı yapmadık ve yapmıyoruz. ‘Silahlar sussun, eller tetikten çekilsin, karşılıklı ateşkes pozisyonuna geçilsin’ derken kişisel düşüncelerimizi ve isteklerimizi dile getirmiyoruz. Ankara’nın da, Kandil’in de, halkın bu beklentisi ile ilgili somut bir proje, bir gelecek, bir cevap ve beklentiye karşılayacak bir tutum ortaya koyması gerekir”.

***

Türkiye 1 Kasım’da iki çizgiden birini seçecek:

Ya ‘bin adam öldürdük inşallah daha fazla da öldüreceğiz’ diyen Erdoğan, ya da ‘silahlar sussun, eller tetikten çekilsin’ diyen Demirtaş… Savaş ya da barış.

Üstü zorbalıkla örtülmeye çalışılan 25 Aralık’ın hâkimini Ergenekon sanığı polis ile gözaltına aldırmak, anayasal suç işleyerek partili gibi davranmak, 17-25 Aralık sürecinin çok şaibeli bir bürokratını bakan olarak atayıp onun eliyle Cizre’de korkunç uygulamalar gerçekleştirmek, bu felakete engel olmak isteyen seçilmiş bakanlara ambargo uygulamak, olup biteni görüp hesap sormak isteyen şehit babalarını ‘karaktersiz’ ilan etmek, demokratik eğilimi tümden sıfırlamak, dolar patlayınca yalayıp yutulan deli saçması teoriler uydurarak Merkez Bankası’na müdahale edip ülke ekonomisini büyük zarara uğratmak ve gittikçe artacak bir şiddet ile seçim yapılamayan ve devlet vasfını iyice kaybedecek bir Türkiye bir yanda…

Kürt sorununu silahları susturarak, siyaset içinde demokrasiyle çözmek isteyen, kara faşizmin önünü kesme gayreti diğer yanda…

*** Bugün yaşadığımız kanlı cinnet, Hitlervari bir rejimin önünün 7 Haziran’da ‘milli irade’ tarafından kesilmesi üzerine tedavüle sokuldu.

Osmanlı Ocakları, sandık tanımayan şiddet yanlısı ‘milletvekilleri’, yazarlara ölüm tehdidi, yakılıp yıkılan Cizre, vurulup öldürülen asker ve polisimiz, infaz edilen doktorlar, garsonlar, sokaktaki insanlarımız…

‘Dört yüz’ü vermeyince iş huzur içinde çözülemedi…

Şimdi halkın sandıkta vermediğini gençleri öldürterek almak istiyorlar.

Tüm Türkiye’nin bu oyunu gördüğünü, şehit cenazelerinden kalkan büyük öfke bulutundan da anlıyoruz.

*** ‘Silahlar sussun’ çağrısını sürekli tekrarlayan Demirtaş’ı ‘savaş ve PKK yanlısı’ göstermeye çalışan algı operasyonlarının tek bir derdi var:

HDP’nin oylarını düşürerek, bu partiyi baraj altına itmek ve onun hak ettiği milletvekilliklerinin üstüne oturarak Hitlervari bir rejimi Türkiye’ye yerleştirmek.

AKP’nin algı operasyonlarından etkilenerek bu oyuna yenik düşenler, korkunç bir faşizmin kapılarını AKP’ye açacaklarını bilmeliler.

AKP iktidarı, bundan böyle sadece kan ve şiddet anlamına geliyor Türkiye için…

Bugün, ‘günlük işler için kurulmuş’, ‘milli iradenin’ oyunu almamış iktidarın neler yaptığına bakarsanız, yarın tek başına iktidar olmaları halinde neler yapacaklarını da tahmin edersiniz.

Bu, ülke için felaket ve ölüm demektir.

***

‘Erdoğan mı, Demirtaş mı’ sorusuna, demokrasi ve barış adına verilecek ‘Demirtaş’ yanıtı, Türkiye’nin şiddetten medet uman her türlü odağının 1 Kasım’da önünün kesilmesi anlamına gelecek.

Demirtaş’ın baraj altına itilmesi halinde ise şiddet arzusunu şimdiden resmileştiren ve bir daha da seçim yapmak istemeyen Hitlerci bir rejim ülkenin üzerine çöküp, burayı kan revan içinde parçalayacak.

Bu yazıs gazete360.com'da yayımlanmıştır.