Mehmet Altan: Seçim hükümeti görüntüsü yutturmacısı ile '17-25 Kabinesi' kuruldu

Mehmet Altan: Seçim hükümeti görüntüsü yutturmacısı ile '17-25 Kabinesi' kuruldu

Mehmet Altan*

AK Parti’nin ezilmiş, yoksul kitleleri merkeze taşımaktan vazgeçip, iyice ahlaksızlaşarak, doyumsuz bir iştahla Ankara’nın tuzu kuru egemenlerinin yerini aldığını günlük olaylar kanırta kanırta anlatmaya devam ediyor.

Dereleri, tepeleri, akarsuları, yerüstü ve yeraltı madenlerini talan ederek zenginleşme peşindeki on üç yıllık AKP iktidarının son kurbanları, Artvin’in Hopa ilçesinde meydana gelen sel ve heyelanlarda ölen sekiz insanımız oldu.

Her akarsuya HES kondurma, her dere yatağını betonlaştırma çıldırması bu yıl da doğanın ölümcül isyanına sebep oldu. Karadeniz bir kez daha toprak rantı üzerinden zenginleşme cinayetinin kurbanı oldu.

13 yılda on beş bin işçinin ölümüne neden olan ‘cinayet ekonomisinin’ iç yüzü ise 301 maden işçisinin katledildiği Soma davası ilerledikçe daha da net bir biçimde görülmekte…

Başbakanlığın tüm yasa ve denetimi kezzaplayarak AKP yandaşı iş adamlarına dağıttığı maden ruhsatlarının devlet marifetiyle nasıl bir ölüm makinesine dönüştürüldüğünü, soğukkanlı cinayetlerin nasıl işlendiğini, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın her aşamasında görüyoruz.

***

7 Haziran sonrasında ise AKP’nin iktidardan hiç gitmeme saplantısıyla ölümlerden medet umar hale gelmesi siyasal çürümeyi daha da hızlandırıyor.

Ancak bunun çok acılı ve ağır bedelini yoksul halk çocukları ve onların tarifsiz kederler içindeki aileleri ödüyor.

Aslında Van’da ağır yaralanıp on dört gün sonra yaşam mücadelesini kaybeden 23 yaşındaki Mustafa Kemal Özata’nın cenazesinde yaşananlar geldiğimiz noktayı öylesine anlattı ki yorumlar anlamsızlaştı…

Konya’nın Selçuklu ilçesindeki evinde taziyeleri kabul eden gencecik şehit askerimizin babası Mehmet Özata, “konuşsam bazı şeyler çok derin. Konuşmayayım. Konuşmama gerek yok. Konuşursam çok diyeceğim var. Beyler rahatsız olur” diyerek AKP iktidarının nasıl bir yozlaşma içinde olduğunu resmetti.

O resim devletin hep tepelediği yığınların, AKP’nin gün yüzü göstermeyi vaat ettiği garip gureba, fakir fukara insanlarımızın, gene aynı durumda kalakaldığını, siyaset taciri fırdöndülerin ise ülkenin eğreti, görgüsüz ve vicdansız ‘yeni beyleri’ olmaya soyunduğunu anlatıyor.

Eşinin, oğlunu zor şartlarda büyüttüğünü anlatan tükenmiş anne Cennet Özata’nın yanında bulunan görevli bir kadın astsubay ise 13 yıllık AKP döneminde de hiçbir şeyin değişmediğini, kurşun gibi delip geçen bir tek cümlede ispatlıyordu: ‘Teyzem bilmem mi? Zengin olan asker olur mu? Olmaz. Zengin olan asker de olmaz, şehit de olmaz’…

***

AKP’nin süreç içinde nasıl ‘Ankaralılaştığını’ dikkatli gözler çok öncelerden görmeye başlamıştı.

Ama artık yukarıdaki sarsıcı örneklerin de sergilediği gibi mide bulandırıcı ikiyüzlülüğü halk da artarak genişleyen bir şekilde görmeye başladı.

Bastırılıp, saklanmak istenen şehit cenazelerindeki öfke seli de bunu anlatıyor zaten.

Nereden nereye gelindiğinin örnekleri öylesine hızla artıyor ki adeta takip edilemez hale geliyor.

Ne var ki Roboski Katliamı’nın skandal gelişmeleri sanki hep bir adım önde gitmekte…

28 Aralık 2011 gecesi askeri uçaklar çoluk çocuk 34 insanımızı param parça ettiği vakit, uzun süre sessiz kalan dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, olaydan 23 gün sonra 20 Ocak 2012 tarihinde ‘ne Uludere’de ölen 34 vatandaşın ne de Hrant Dink davasının Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceklerini’ söylüyordu.

Sonra da ekliyordu:

“Türkiye artık eski Türkiye değil. Hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz”…

Uludere’nin faillerinin cezalandırılmasını, bu cinayetin Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmamasını üç yıldır boş yere bekleyip durduk, köprüler altından çok sular aktı.

O üç yıl içinde Erdoğan bir yukarı kata çıkarken, üç yıl önce söylediklerinin tam aksine geçen hafta cezalandırılan Hâkim Albay Oğuz Pürtaş oldu.

Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi Başkanı Hâkim Albay Oğuz Pürtaş, Roboski Katliamı soruşturmasını ‘takipsizlik’ vererek akamete uğratan mahkeme kararına, üstelik de başkan olarak itiraz eden tek askeri hâkimdi.

Tarihsel bir karşı oy gerekçesi de yazmıştı.

Gerçek bir hukukçu olmasının cezasını bir başka mahkemeye düz bir hâkim olarak atanarak görmüş oldu.

Sadece siyasal iktidarın Roboski Katliamı karşısındaki ‘katil doğanlar’ izlenimi veren tavrını izlemek bile fazla lafa gerek bırakmıyor aslında. Bu nasıl bir siyasal ahlaksızlıktır, anlaşılır gibi değil.

***

Halka, Roboski Katliamı’nın Ankara’nın koridorlarında kaybolmayacağını söyleyip, üç yıl sonra sessizce cinayetin aydınlatılmasını isteyen askeri hâkimi cezalandıran tıynetsizlik, 17-25 Aralık yolsuzluğunun üzerini örtmek için ise adeta ters parende atıyor.

Nitekim geçen hafta seçim hükümeti görüntüsü yutturmacısı ile ‘17-25 Kabinesi’ kurulması bunu gösteriyor.

Ayakkabı kutuları, çelik kasalar, para sayma makineleri ve saatlerle vurgunun ortaya çıkmasından sekiz ay önce yazılmış üç sayfalık bir MİT Raporu’na rağmen, talana ‘provokasyon’ diyen birisinin başbakan atandığı, yargı kararlarına rağmen soruşturmaya engel olan birinin İçişleri Bakanlığı’na terfi ettirildiği, hırsızlığı ortaya çıkaran hukukçuları tasfiye eden ve çakma mahkemeler kurulmasını sağlayan bir diğerinin Adalet Bakanı olarak taltif edildiği bir kabine ‘17-25 kabinesi’ değil de nedir Allah aşkına?

Taraf Gazetesi’nin manşetten özetlediği gibi tam bir ‘Operasyon Hükümeti’…

Kime karşı operasyon; tabii ki yolsuzlukları, hırsızlıkları, skandalları, vurgun ve talanları, cinayet ekonomisi kurbanlarını sergilemeye çalışanlara karşı bir operasyon hükümeti… *** Başta da söylediğim gibi, AK Parti’nin yoksul, ezilmiş kitleleri merkeze taşımaktan vazgeçip, iyice ahlaksızlaşarak Ankara’nın tuzu kuru egemenlerinin yerini aldığını günlük olaylar giderek artan bir şiddetle kanırta kanırta en fanatik AKP partizanına bile anlatmaya devam ediyor… Siyasal iktidar bütün renklerden daha hızlı koşan yozlaşma sürecinde başka ‘yaratıcılıklar’ bulmaya devam etmez ise geçtiğimiz hafta ‘17-25 Kabinesi’ kurarak adeta çürüme sürecinin Nirvana’sını ulaştı…

***

Seçimle gelip, seçimle gitmek istemeyen, demokratik tüm kırıntıları da sürekli silip süpüren ve vaatlerinin tam tersini yaparak halkına verdiği sözlere ihanet eden bir siyasal iktidarın bundan sonraki son durağı, 1 Kasım seçimlerinde yiyeceği muhtemel daha ağır bir ikinci tokat öncesi ve sonrası bakalım ne olacak?

Payına hep ölmek düşen, kaderi hiç değişmeyen yoksul acılı kitlelerin de karşı karşıya kaldıkları bu yeni siyasal dolandırıcılığa ve kanlı ayak oyunlarına tepkisini de gene aynı süreçte hep beraber göreceğiz.

Bu yazı gazete360.com'da yayımlanmıştır.