Düşünce dünyasını ve toplumsal hareketleri derinden etkileyen Türkiye İşçi Partisi’nin basındaki en önemli ve en etkili kalemi o dönemde Akşam gazetesinde yazan Çetin Altan’dı.Partinin kendi yayın organları vardı ama kitlesel bir yayın organından yoksundu. Basında kendisini destekleyen yazarlar ve gazeteciler bulunuyordu. Çetin Altan parti üyesi ve 1965-1969 döneminde partinin on beş milletvekilinden biriydi, popülaritesi , okunma yaygınlığı açısından konumu ve TİP’i desteklemesi çok önem kazanıyordu.
Bire bir yaşayıp gördüklerimi ve bildiklerimi kâğıda dökmeden önce muzip bir merakın dürtüsüyle, Wikipedia’da Çetin Altan maddesine baktım:
22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu. Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Kıpçakski, dedesi Tatar Hasan Paşa idi. Babası hukukçu Halit Bey, annesi Nurhayat Hanım'dır. Lise öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. İlk işleri, lise öğrencisi iken Foto Süreyya’nın yayınladığı Foto Magazin dergisinde çıktı. 1943-1944'te Çınaraltı, Varlık, İstanbul ve Kaynak dergilerinde şiirleri ve düz yazıları çıktı. Yüksek öğrenimine Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde devam etti. Bu sırada ilk kitabı Üçüncü Mevki (1946) yayımlandı.
***
Gazeteciliğe dönemin CHP yayın organı Ulus gazetesinde muhabir olarak başladı. Bu dönemde Çocuk Esirgeme Kurumu’nun dergisine Shakespeare’den tercümeler yaptı. Yeni Adam dergisinde Maupassant’dan tercüme ettiği “Küçük Fıçı” adlı hikâyesi yayımladı. Varlık dergisinde şiirleri, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yazıları ve tercümeleri çıktı. Ulus’tan sonra gazeteciliğe Hür Ses'te “Şeytanın Gör Dediği’’ başlığı altında fıkra yazarak devam etti. Daha sonra Halkçı, Tan, Akşam, Milliyet, Yeni Ortam, Hürriyet, Güneş gazetelerinde ve Çarşaf dergisinde köşe yazıları yazdı. Balkabağı adını taşıyan haftalık bir mizah dergisi çıkardı ve radyoda ‘Çetin Altan Diyor ki…’ adlı bir program hazırladı. Özellikle dönemin devrimci gençleri arasında çok popüler oldu.
***
1959 yılında Abdi İpekçi'nin teklifi üzerine Peyami Safa'nın yerine Milliyet gazetesinde yazmaya başlaması, yazarlık hayatında önemli bir dönemeçtir.‘Taş’ başlığı altındaki taşlama yazıları gazetenin tirajını 75 binden 215 bine yükseltti.Edebiyatçı köşe yazarı kuşağının son temsilcisi olan Altan, aynı dönemde bir tiyatro yazarı olarak da ünlendi. Daha sonra Devrim, Akşam, Hürriyet, Güneş, Sabah, Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Dünyanın en çok köşe yazısı yazmış yazarlarındandır.
***
Çetin Altan 1965-1969 arasında Türkiye İşçi Partisi'nden (TİP) milletvekilliği yaptı. Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekili oldu. Milletvekilliği sırasında Akşam gazetesinde yazmayı sürdüren Altan, sosyalizm ve TİP yanlısı yazılar kaleme aldı.
...Altan, bu dönemdeki anılarını 1969’da Devrim gazetesinde ‘Ben Milletvekili İken’ başlığı altında mizahi olarak anlattı ve aynı adla kitaplaştırdı.
Atatürk’ün Sosyal Görüşleri’ ve ‘Türk Sosyalistlerinin El Kitabı’ alt başlığını taşıyan ‘Onlar Uyanırken’ adlı kitapları milletvekilliği döneminde yayımlandı.
***
Kimi eksiklikleri ve yanlışlıkları görünce alıntının son bölümünde durdum…
Unutulmaması gereken önemli bir nokta var: Çetin Altan Türkiye İşçi Partisi’nin “sosyalist bir parti” olduğunu söyleyen ilk kişiydi, 1965 seçimlerinden önce bunu vurgulamıştı. Türkiye İşçi Partisi Aralık 1968 tarihine kadar programında ve tüzüğünde “sosyalizm” sözcüğünü kullanmamış, kendini “toplumcu” olarak nitelemeyi yeğlemişti.
Bu bağlamda başka bir önemli ayrıntı da Altan’ın partinin 3. Büyük Kongresi’ne de başkanlık yapmış olmasıydı. Ancak Türkiye açısından, basın tarihi açısından, benim açımdan ve hâlâ Silivri Zindanı’nda bulunan Ahmet Altan açısından üzerinde daha uzun durulması ve düşünülmesi gereken vurgu ise “Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekili oldu,” cümlesiydi…
***Çetin Altan’ın dokunulmazlığı neden kaldırıldı?
Atatürk’ün Bursa Nutku’na sahip çıktığı bir yazıdan dolayı…
28 Eylül 1966 tarihinde Akşam gazetesinde çıkan “Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısı nedeniyle…
Türkiye zaman zaman ruh sağlığını kaybedip çıldırır, çıldırınca da önce basının üzerine gelir, Demirel iktidarında da çıldırmış, Atatürk’ün Bursa Nutku’nu bir umacı haline getirmeye kalkmıştı. Düşündüm ki yazı Altan ailesinin hem kaderi hem de Türkiye’de olduğumuz için kadersizliği…Süleyman Demirel iktidarında koskoca meclis tek bir yazı üzerinden babamla uğraşmışken, sadece ve sadece üç yazısı nedeniyle ilk derece mahkeme tarafından on buçuk yıl hapis cezasına çarptırılan Ahmet Altan da üç buçuk yıldır Silivri’de yatıyor.
Bu hukuksuzluk yetmezmiş gibi ortalıktaki maskeli ve maskesiz Ergenekoncular bin bir yalan ve tezviratla imkân buldukları her ortamda , savunmasız olmasından yararlanıp utanmadan kendisine saldırıyor.
Ben de bir televizyon programında yarım cümle ve iki yazımdan dolayı suçlanarak 21 ay hapis yatmakla kalmadım bir de 30 yıldır hocalığını yaptığım üniversitede KHK ‘lı ilan edildim. 2020 Türkiye’sinde AYM, AİHM, Yargıtay tarafından aklanıp beraat etmeniz de mağduriyetinizin sonlandırılması pek işe yaramıyor. Yazıya karşı siyasi bir barbarlığın ülkesidir Türkiye.
Durumu en iyi Le Monde gazetesi özetleyerek yaşadıklarımızı anlattığı yazıya “Türkiye’de Siyasal Tutukluluk Babadan Oğula Miras” başlığı attı. Yazı ve düşünce her daim siyasal iktidarlarca suç sayılınca, yazıdan da başının belaya girmesi de tuhaf bir miras oluyor.
***
Bornova Savcısı, Ege Fikir Kulüpleri Federasyonu Başkanı’na Atatürk’ün Bursa Nutkunu yayınladığı için dava açmıştı… Üstelik işin içinde öğrencileri kışkırtan resmi bir ajan provokatör de vardı.Babam da Atatürk’ün Bursa Nutkunu suç sayan savcıya hitaben bir yazı kaleme almıştı.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı yazıda komünizm propagandası ve görev dolayısıyla hakaret ve tehdit niteliği görerek Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dâva açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiş ve dosya Başbakanlığın 12/11/1966 günlü ve 6/2/9934 sayılı yazısı ile Millet Meclisine gönderilmişti…
***Bir yazı nedeniyle bir sosyalist milletvekilinin dokunulmazlığının nasıl salyalı bir vahşetle kaldırıldığını dün gibi hatırlarım…
Demirel iktidarının Çetin Altan için tasarladığı zulmün boyutları çok daha ileri noktalara taşınacaktı, İsmet Paşa ağırlığını koyarak bu rezaletin iyice çığırından çıkmasını önlemiş, Anayasa Mahkemesi de Meclis’in kararını bozmuştu.
Babam bütün bu hikâyeyi tüm detaylarıyla “Ben Milletvekili İken” başlıklı kitabında dalgasını da geçerek belgeleyerek anlatır.
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyiniz” başlıklı yazı yıllarca babamın peşini kovaladı, hukuksal durumun netleşmesi yazının yayımlanmasından itibaren on yılı aldı… O yazı Türkiye’deki faşizminin derinlemesine bir hikâyesi gibidir..
***
Geçenlerde babamın bir yazısında bir paragrafa rastladım, tiyatro dünyasının büyük ustalarından biri olan Ulvi Uras ve eşi Selçuk Hanım’ı da komünizm propagandası yapmak suçundan beş yıl hapishanede yatırmışlardı.
Babam bu olayı anlatıp, yazısında şöyle soruyordu: “Ulvi Uras’ı beş yıl yatıran savcının mezarı nerede?”
Ondan mülhem aynı soru, Atatürk’ün Bursa Nutku üzerinden faşizan bir rüzgarın körükçülüğünü yapan dönemin Bornova Savcısı için de sorulabilir: “Bornova savcısının mezarı nerede?”
Yazarlara eziyet ederler, sonra da kaybolup giderler…