Mehmet Altan*
Türkiye’de olup bitenleri daha geniş açılardan görmek ve daha derinlemesine yorumlayabilmek için dış basını yakından izlemek her zaman çok önemli, günümüzde ise adeta bir mecburiyet oldu. Basın tarihini irdelerken 12 Mart 1971 Muhtırası sırasında dış basının neler yazdığını merak ettim.
Muhtıra sonrasında dış basın, olayları yakından takip etmiş, zaman zaman da günü gününe haberler vermiş. Ancak yorumlar üç büyük olay etrafında yoğunlamış: 1- 12 Mart 1971 Muhtırası’nın verilmesi.2- 26 Nisan 1971 tarihinde Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmesi.3- 17 Mayıs 1971’de İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir tarafından kaçırılması.Başkonsolos kaçırıldıktan sonra öldürüldü ve bu olay karanlıkta kaldı.
Britanya’nın en önemli ve etkin gazetelerinden biri olan ve 1785 yılından beri yayımlanan The Times, muhtıranın verilmesinin hemen ertesi gününde, "Türk Generalleri Bir Kez Daha Harekete Geçtiler" başlığını atmış… Bu yorumun, gazetenin iç ve dış kamuoyunu etkileyecek gücü nedeniyle Anglo-Sakson dünyanın askerî darbeye nasıl baktığını açıkça gözler önüne seriyor: 1960’da Türk ordusu, Cumhurbaşkanı Bayar’la Başbakan Menderes’i tutuklamıştı. Dün ise, Türkiye’nin kuvvet komutanları Cumhurbaşkanı Sunay’a ikazda bulunarak, ‘politik durumu düzeltecek’ tedbirler alınmadığı takdirde müdahale edeceklerini bildirmişler ve Demirel hükümeti boyun eğerek istifa etmiştir. Ancak bugünkü durum 11 yıl öncesine oranla çok farklıdır. Menderes her bakımdan ve bütün ölçülere göre tahammülü imkansız bir tutum ve davranışın içindeydi, sıkıyönetim ilan edilmiş ve muhalefeti bastırmak için tedbirler alınmakta, hazırlıklar yapılmakta idi.
"Hiç kimse daha kabiliyetli ve daha aklı başında bir adam olan Demirel’i yeni bir Menderes gibi hareket etmekle suçlayamaz," denildikten sonra Silahlı Kuvvetler’in neden harekete geçtiğine dair, "Şüphesiz öğrenci ayaklanmaları ve Amerikan havacılarının kaçırılması yaygın bir endişe yaratmıştır. Bu gibi olaylar herhangi bir ülkede meydana geldiği zaman bunlara son vermek için sert tedbirler alınması yolunda genel bir isteğe rastlanır... Fakat Demirel hükümeti artan huzursuzluklara karşı olağanüstü kanunlar hazırlamış, bunu yaptığı için de muhalefetin saldırılarına uğramıştı. Ancak şu da bir gerçektir ki, Demirel uzun süreden beri çeşitli çevreler tarafından yaylım ateşine tutulmuştu ve belki hâlâ ülkede bir çoğunluğun desteğine sahip bulunmakla birlikte, birçok nüfuzlu kimseler kendisinden kurtulmak için herhangi bir bahaneye dört elle sarılmaya hazırdılar.
Üniversitelerde dökülen kanlar ve Amerikalıların kaçırılması bu bahaneyi yaratmıştır. 1961’den beri Türk Silahlı Kuvvetleri ulusal çıkarların bekçileri olarak hareket etmişlerdir. 1960’da ele geçirmek zorunda kaldıkları iktidarı ilk fırsatta iade etmekle eşsiz bir şeref kazanmışlardı. O günden bu yana zaman zaman bazı uyarılarda bulunmuşlardır. Şimdi de kamu hayatını arıtmak yolunda eski vaatlerini ve taahhütlerini tekrarlamaktadırlar.
14 Mart’ta Paise Sera adlı gazetede atılan "Sola Kaymayı Önlemek Üzere Türkiye’de Askerlerin ‘Beyaz Darbesi’" başlığı ve yorumu da The Times’ı tamamlar nitelikte. Yazıda, Demirel başkanlığındaki tutucu hükümetin istifa ettiği, bu istifada tek unsurun darbe uyarısı olmadığı; işçi, köylü ve öğrencilerin grev ve boykotları ile Halk Kurtuluş Ordusu’nun eylemlerinin, Başbakan ve ailesinin politik, mali ve ahlaki yolsuzluklarının yarattığı skandalların da hükümet bunalımına yol açtığı vurgulanıyor. Muhtıranın, olayların endişe verici yeni gelişmelere gebe olduğu, "ordu içinde ileriye açık güçlerin hareketinin" yanı sıra, uyarının gerisinde NATO askerî çevrelerinin parmağının bulunduğu yorumu da yapılıyor.
Askerî darbeye bu olumlu yaklaşım ve hızla yeniden normalleşmeye dönüleceğine ait ısrarlı vurgu ile NATO bağlantısına dönük saptamayı tamamlayan bilgilere de gene sıkıyönetim haberlerini veren iki farklı gazetede rastladım. 27 Nisan’da International Herald Tribune’de, "Türkiye Büyük Kentlerinde Örfi İdare İlan Ediyor" başlığı altında,"Ankara, İstanbul ve İzmir’i içine alan 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir," denildikten sonra bu kararı yapılacak olan CENTO toplantısına katılmak üzere Birleşik Amerika Dışişleri Bakanı Rogers ve İngiltere Dışişleri Bakanı Home’un gelmelerinin beklenmesi olarak belirtiyor. Aynı görüş 28 Nisan’da The Times’da Eric Marsden’in "Türkiye’den Anarşiyi Önlemek İçin Sıkıyönetim Süratle Harekete Geçti" yazısında bu konuya dikkat çekilerek, Rogers ve Home’un ziyaretleri esnasında Batı aleyhtarı gösteriler yapılması ve bunun kontrol altına alınamaması tehlikesine karşı sıkıyönetimin ilan edildiği vurgulanıyor.
12 Mart darbesinin dört dörtlük bir analizi ise İsmail Cem'in 1974 yılında yazdığı 12 Mart kitabının ilk cildinde yer alır. Kitap darbenin anatomisi gibidir.İsmail Cem kitapta darbeye giden sürecin hem iç hem de dış sebeplerini bütün ayrıntılarıyla anlatır.Dış sebeplerini anlatırken İhsan Sabri Çağlayangil'in kendisine yaptığı bire bir açıklamalara da yer verir.Çağlayangil'in bu darbeyle ilgili "CIA altımı oydu," cümlesi çok ünlüdür ve o sözü İsmail Cem'e söylemiştir.Dönemin Dışişleri Bakanı, 12 Mart darbesinin dış nedenleri arasında Orta-Doğu'daki çatışmalarda izlenen politikayı, üslerin Araplara kullandırılmasını, haşhaş ekiminin serbest bırakılmasını ve CIA'yı görür.İsmail Cem kitabında bütün bu faktörleri teker teker etraflıca analiz eder. Afyon ekiminin serbest bırakılmasının Amerika'da deprem etkisi yarattığını, bunun oradaki sonuçlarının içerde yeterince algılanmadığını da ısrarla belirtir.
Dış basındaki "NATO askerî çevrelerinden" söz eden ve darbeye destek veren analizlerle, sıkıyönetim ilanını CENTO toplantısı için Ankara'ya gelen ABD ve Britanya Dişişleri Bakanlarına bağlayan haberlerle Çağlayangil'in söyledikleri örtüşür. Kapsamlı ve sistematik bir dış basın analizi de darbelerin tomografisini çekmek açısından önem taşıyor ama 12 Mart darbesi için devrilen hükümetin Dışişleri Bakanı'nın anlatımları ve İsmail Cem'in çok uzun zamandır yeni baskısı yapılmayan 12 Mart kitabının ilk cildi çok öğreticidir.
Bu vesileyle ta ilk gençliğinden beri kendisini ve ailesini tanıdığım, geniş aileler olarak da görüştüğümüz İsmail Cem'in, Ercan Arıklı ve Kadri Kayabal ile ortaklaşa 15 Eylül 1975 yılından başlayarak Politika gazetesini çıkarttığını, gazetenin başyazarlığını da yaptığını anımsatmak isterim.Babam da hapishane sonrası Politika'ya dönem konjonktürünün tahliline dayalı haftalık geniş yazılar yazdı ve bu analizlerin bir kısmını Kahrolsun Komünizm diye diye adlı kitabında topladı. Bir türlü ihtiyacı olan özgürlüğü ve refahı yaratamayan siyasetin kurbanı olan Türkiye çok hırpalandı. Bu yetmezmiş gibi bir de askerî darbelerle örselendi, askerî ve sivil vesayetin pençesinden bir türlü kurtulamadı.
* Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.