Mehmet Altan yazdı: Kader daha da kararır mı?

Mehmet Altan yazdı: Kader daha da kararır mı?

1980 ile 1990 arasında, Türkiye'de iki genel seçim yaşandı.

Askerî döneme görünürde son veren ilk seçim, 6 Kasım 1983 yılında yapıldı. 

Bu seçimin hangi şartlarda ve nasıl yapıldığını daha önce geniş bir şekilde görmüştük.

* * *

Askerî cuntanın tüm yasal düzenlemeleri, merkez sağ ve merkez solda sadece iki siyasi partinin oluşmasına izin verecek biçimde ayarlandı. 

12 Eylül askerî yönetimi, Türkiye'nin siyasal yaşamını şekillendirirken, siyasetin felsefesini, önemli isimlerini, kurumlarını radikal bir biçimde değiştirip yeniden yapılandırmayı hedefledi.

Bu yapıda ısrarlıydı. 

Buna rağmen 1983 seçimlerinde, 12 Eylül darbecilerinin "siyaset mühendisliği" ters tepti ve seçimleri ANAP kazandı.

İster askerî vesayet ister sivil vesayet olsun, siyaset mühendisliği her zaman istenen neticeyi vermeyebiliyor.

* * *

Ancak 12 Eylül'de sadece zahirî bir siyasal mühendislikle yetinilmedi, etkileri bugün de devam eden çok derin ameliyatlara girişildi.

Nitekim daha önce de vurguladığım gibi; "12 Eylül 1980'de bütün Türkiye'de ilan edilen sıkıyönetim, arada genel seçimlerin yapılması ve Özal'ın Başbakan seçilmesine rağmen 19 Temmuz 1987'e kadar kaldırılmadığından, askerler ülke yönetiminde fiilen söz sahibi oldu.  

Daha sonra da 12 Eylül rejimi zaten bunu kendiliğinden sürdürdü."

* * *

1980 ila 1990 arasındaki ikinci genel seçimler ise 1987 yılında yapıldı. 29 Kasım 1987 genel seçimleri, 1946'dan sonra birden fazla partinin katıldığı onuncu genel seçim oldu. Aynı zamanda Türkiye'de yapılan üçüncü erken seçimdi. 

* * *

1987 genel seçimler öncesi bu kez de ANAP, siyaset mühendisliğine soyundu. Hem Anayasa'da, hem de seçim kanununda yeni düzenlemelere gitti.

Öncelikle, 17 Mayıs 1987'de Anayasa'da değişiklik yaptı. 12 Eylül 1980 öncesindeki bazı siyasetçilere yasak getiren geçici 4. madde halkoyuna sunuldu. Yapılan referandum sonucu yasaklar kalktı.

Ayrıca seçmen yaşını 20'ye indirip, milletvekili sayısını 400'den 450'ye çıkardı. 

* * *

Seçimlerden önce yapılan bir diğer düzenlemeyle seçmen kütüğüne kayıtlı olmayan ve en az altı aydır yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının gümrük kapılarında kurulacak sandıklarda genel seçimler ve halkoylamaları için oy kullanması mümkün hâle getirildi.

Seçimlerden önce yürürlüğe giren bu yeni seçim sisteme göre, milletvekilliklerinin dağılımı "çift barajlı" ve "kontenjanlı" bir düzenlemeyle belirlendi. 

Bu sistem, kontenjan adaylarının seçimi yönünden "çoğunluk", liste adaylarının seçimi yönünden ise "Barajlı D'Hondt" sistemlerinin karmasından oluştu ve Türkiye'de ilk kez uygulandı.

1987 seçimleri, Türk siyasi hayatında yüzde 93.3'lük oranla katılımın en yüksek olduğu seçimler olarak kayda geçti. 

* * *

Millî Güvenlik Konseyi'nin (MGK) bir önceki seçimde veto ettiği partiler ve 12 Eylül darbesinden sonra siyaset yasağı konan eski liderlerin de katıldığı seçimlerin galibi Anavatan Partisi oldu.

Siyaset mühendisliği yaparak yürürlüğe soktuğu yeni seçim sistemi sayesinde, 1983 seçimlerine göre oy oranı sekiz puan gerilemesine rağmen milletvekili sayısını 292'ye çıkartarak yeniden tek başına iktidara geldi. 

Anavatan Partisi dışında seçim barajını aşan diğer iki partiden Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) 99 ve Doğru Yol Partisi (DYP) 59 milletvekilliği kazandı.

Demokratik Sol Parti (DSP), MSP'nin devamı olan Refah Partisi (RP), MHP'nin devamı olan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ile Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) seçim barajın altında kalarak TBMM'ye giremedi.

* * *

Siyaset ve basın ilişkileri açısından döneme bakarsak… 1980 darbesi ile birlikte Türkiye'de başlayan yeni dönem, basın yönünden zaman içinde esneklikler gösterse de, en karanlık evrelerinden birini oluşturdu.

Nitekim darbeden sekiz, ikinci genel seçimden bir yıl sonra bile 1988 yılında hapishaneler, özellikle sol fraksiyon dergi ve gazete yöneticileriyle doluydu. Özetle, hoşa gitmeyen düşünce gene tutuklu, düşünce sahipleri de gene azılı suçlu idi. 

* * *

Daha önceki bir yazımda da belirtmiştim; baskı dönemlerinin zülüm tırpanı, şayet tamamen biçemediyse, on yıllık bir yaşam dilimini yok etmeye ayarlıdır.

Zulmeden padişah, zulmedilen tebaa sayıldığı için hak, hukuk aramak bir Şark masalı gibidir…

Türkiye zulmün asıl, hukukun tâlî sayıldığı bir ülke… Bu nedenle siyaset sistemin özünü ve ruhunu tamamen özgürleştirmez, ya uygulamayı esnetir ya da biraz daha daraltır.

* * *

Özü ve ruhu özgürleşmeyen bir ülkede de aynı kaderin etrafında döner dolaşırsınız.

Ve 2021 yılında, 1980 ila 1990 arası on yıllık süreçte siyaset ile basın arasındaki ilişkileri değerlendirirken, kendimizi çok daha kötü hissediyor olmamız, etrafında dönüp dolaşa geldiğiniz kaderin de daha kararmış olmasındandır. Çünkü artık zamana ve zemine göre esneyip ya da daralan bir sistem bile kalmıyor, mevcut bireysel bir keyfiyet eşliğinde parçalanıyor.  

P24'te yayımlanmıştır.