Şimdi o hayati ve temel soruya dönelim: Resneli Niyazi’nin birlikte dağa çıkmasından bu yana, dünya, hayat, Türkiye bu kadar değiştiği, bunca birbirinden farklı görüş yönetime geldiği halde Türkiye neden modernleşemedi?
Önce, iki çok önemli kavramın hakkını vermeliyiz. Birincisi, insanlar topluluklar halinde yaşamaya başladığı andan itibaren ortaya çıkan ve her dönemde yakıcı çekiciliğini koruyan o müthiş kavram: İktidar.İkincisi, iktidarı paradan, aşktan hatta hayatın kendisinden bile çok isteyen, o iktidarı ele geçirebilmek için yaşamından vazgeçmeyi göze alan; insanların ürettiklerini onların aldıkları yetmezmiş gibi bir de onlara emirler veren ve bunun kendi hakları olduğuna insanları inandıracak kadar cerbezeli ve insan türü, insanlığın belki de en tehlikeli zümresi: Siyasetçiler.
Tarih boyunca birçok sınıf geldi geçti ama siyasetçi zümresi hiç değişmedi, her koşulda varlığını sürdürdü. Roma İmparatorluğu’nda da, Osmanlı’da da, Komünist Sovyetler Birliği’nde de, faşist Nazi Almanya’sında da onlar hep vardı.Burjuvazi ve proletarya gibi çok güçlü üretici sınıflar bile bu zümreyle başa çıkmakta çok zorlandı. Bu iki sınıfın var olmadığı toplumlarda ise siyasetçiler iktidar yarışında daima rakipsiz kaldılar.Bu gerçekleri göz önünde tutarak, modernleşmeyi ‘iktidar’ üzerinden tarif edersek belki niye modernleşemediğimizin ipuçlarını ele geçirebiliriz.Ben, modernleşmenin iktidar gücünün kullanım biçimiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. İktidar gücünü kullanma imkanı toplumda yaygınlaştıkça modernleşme de hız kazanıyor. İktidarı paylaşan çeşitli toplumsal katmanlar ihtiyacına göre hukuk, özgürlük, eğitim, kültür de gelişerek yayılıyor. Bunların gelişimi üretimi ve verimliliği arttırıyor. Bunların toplamı da modernleşmeyi, kalkınmayı, gelişmeyi oluşturuyor.Siyasetçiler gibi çok ihtiraslı, cerbezeli, kurnaz bir zümreyi elindeki iktidarı paylaşmaya ikna edebilmek, o iktidarın daha geniş bir toplumsal katmanın elinde yaygınlaşmasını sağlayabilmek için toplumun içinde çok kuvvetli bir üretici güç olması gerekiyor.O üretici güç yoksa iktidar yaygınlaşamaz ve modernleşme gerçekleşemez. Siyasetçi zümresi de o üretici gücün oluşmasına kolay kolay izin vermez.Biz genellikle siyasetçi zümresinin siyasi bir devrimle yenilebileceğine inanıyoruz ama bu inanışta bir çelişki var: Siyaseti bizden daha iyi bilen, iktidarı herkesten fazla isteyen bir grubu, onların egemen olduğu bir alanda onların silahıyla yenmek nasıl mümkün olacak?Ben siyasetçilerin siyasetle değil daha ziyade bilimsel devrimlerle iktidarı paylaşmaya zorlandığını düşünüyorum.Buharlı makineler icat edilmeseydi Fransa krallarının elindeki iktidarı alacak bir gücün ortaya çıkmayacağını, modernleşme kavramının hayatımıza girmeyeceğini biliyoruz.Türkiye bilimsel devrimlere kapalı olduğu için iktidar hep siyasetçilerin elinde kaldı, topluma yayılamadı. Bu nedenle modernleşemedi.Mutlakiyette, meşrutiyette, cumhuriyette iktidar hep siyasetçilerin elinde oldu ve iktidar gücünü kullanma biçimi hemen hemen hiç değişmedi. Siyasetçiler iktidarlarını merkezileştirdiler ve paylaşmadılar.Ekonomik imkânları gelişenler iktidara sahip olamadı çünkü öyle bir sınıf olmadı. Onun yerine iktidara sahip olanlar ekonomik imkanları ele geçirdi ve o imkanlara ganimet muamelesi yaptı.
Bu perspektiften baktığımızda sanki bir kısır döngünün içine düşmüşüz, buradan asla çıkamayacakmışız, modernleşemeyecekmişiz gibi görünüyor.Doğrusu ben öyle düşünmüyorum. Tam aksine iyimserim.Dünya yeni bir bilimsel devrim yaşıyor. Bilgisayarlar üretim ve iletişim biçimini değiştirdi. Hiçbir siyasetçinin tekeline alamayacağı yeni bir iktidar aracı ortaya çıktı: Bilgi.Bir iktidar biçimi olan bilgi topluma yayılıyor. Bilgiyle birlikte yeni üretim biçimleri ortaya çıkıyor. Bilgi ve üretim biçimi çeşitlenip yaygınlaştıkça paranın dolaşımı da siyasetçinin denetiminden çıkıyor.Türkiye bu sefer bu devrime bigane kalmadı.Henüz üretime çok yansımasa da en azından ‘iletişim’ açısından büyük bir iktidar yaygınlaşması yaşıyoruz ki bence bu kadarı bile bize modernleşmenin kapılarını açmaya yardım edecektir.Son zamanlarda hem askeri vesayetin hem de ‘dini vesayetin’ temsilcisi olan siyasetçilerin en azından zihinsel iktidarı kısıtlanıyor. Yeni bir zihniyetin ve yeni bir dilin tomurcuklandığını görüyoruz.Ben bilimsel bir devrimin yarattığı bu tomurcuktan bir modernleşme çiçeği açacağını düşünüyorum.Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada ‘siyasetçi’ denilen insan türünün iktidarının tarihte görülmediği kadar daralıp kısıtlanacağını ümit ediyorum.Dünyada yeniden patlak veren ‘popülist siyasetçi’ bolluğunun ise şafaktan önceki son karanlık olduğu kanaatindeyim.