Mehmet Altan yazdı: Peçete notları

Mehmet Altan yazdı: Peçete notları
Mehmet Altan*

Cezaevindeki hücrede yaşamın büyük bir kısmı üç kişinin kahvaltı ettiği, öğle ve akşam yemeği yediği, çay kahve içtiği ve üzerine yerleştirilmiş küçük televizyon ekranından dünyaya bağlanmayı çabaladığı tek kişilik plastik bir masa etrafında geçer. Duyduklarınız, okuduklarınız, onların yarattığı çağrışımlar, duygu ve düşünceler, anılar bu masanın başında öbeklenir. Ben bunları bölük pürçük olarak önümdeki peçetelere yazardım. Sonra da o peçeteler fazlalaşınca  “peçete notları” olarak kâğıda geçirirdim. Şimdi Silivri Notları’nı istiflediğim dosyada hem o peçeteler, hem de beyaz kâğıtlara aktardığım “Peçete Notları” var.  

İki yıl önce bugünlerde Silivri Cezaevi’nde neler yaptığıma bakarken, 3 Ağustos 2017 tarihinde  “Peçete Notları” aldığımı gördüm. 

Hukuk varmış sanarak yargılanmakta olduğumuz İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki  süreç ile ilgili 5 aşamalı hatırlatma notları almışım:

 

1 — Ara karar

2 — İtiraz Kararı

3 — Aylık Kontrol

4— Savunma (print)

5— Kitaplarım (mahkeme)

      Darbelerin Ekonomisi

      Milliyetçilik ve Çeteler

      Cami Kışla Parantezinde Türkiye.

 

Şimdi geriye dönüp baktığımda anayasal suç işleyecek kadar Türkiye’deki hukuksal mevzuatla ilgisini yitirmiş olanlara suçsuzluğumu anlatmak için gösterdiğim çaba fazla saf ve çok fazla çocuksu görünüyor. Ne ara karar, ne  karara itiraz, ne savunma, ne de yaşam duruşunun belgeleri olan kitaplar… Anayasa ve yasalara uyulmayan bir yerde bunlar nafile çabalar…    

***

Asıl kendi dünyama yönelik bir not var:

İki milyon üç yüz bin çalışanı olan Amerikan perakende satış şirketi Walmart’ın piyasa değeri 485 milyar dolar olmuş. “Apple"ın yanında ise 307 milyar dolar ibaresi var, parantez içinde net satış yazmışım. 

Bir de enflasyon 10.9 yazılı, bu belli ki Türkiye’deki enflasyon oranı… 

***

O günün akışı içinde analiz açısından yararlı olacağına inandığım birkaç ismi de sıralamışım.

***

İkici sayfada da devam eden “Peçete Notları”nda yakıcı resmî bir rakam var :

TUİK: Bireylerin  yüzde 21.9’u yoksul.

***

Eski peçetelerden biri de  19 Temmuz’da sabah 10:40’ta ölçtüğüm tansiyonuma ait:

134

76

80 

***

Bir peçetede de Paris’teki Mirabeau Köprüsü’nün adı yazılı, hemen yanı başında Orhan Güvenen’in adı. Sanıyorum Paris’te Orhan Bey’lere çağrılı olduğumuz bir gece yarısı babamla Mirabeau Köprüsü’ndeki heykellerin sayısı hakkında iddiaya girdik. Kalktık o saatte Köprü’ye gittik. Herhalde onu anımsadım ve bu notu düştüm.

***

Bir aşağıdaki peçeteye o sırada muhtemelen gün içinde konuşulmuş olan Mahmut Yıldırım adını yazmış, yanına da parantez içinde Yeşil diye ilave etmişim.

Altına da o sırada tek konu hâline gelen ve adını ilk kez duyduğum By-Lock programını yazıp, ne zaman icat olundu? sorusunu sormuşum.

***

Son peçete notumda üç ayrı minik sütun var, ilkinde Almanya, Berlin, Dubai yazmışım.

İkinci sıraya Emre Arolat adını yazmışım ,muhtemelen aldığı yeni bir ödül söz konusu olmuş.

Üçüncü sütunda makul, orta sınıf laflarının örnekleri yer alıyor. 

3 Ağustos’taki “peçete notları” burada bitmiş.

***

İki gün sonra 5 Ağustos Cumartesi ise günlük yazmaya geri dönmüşüm:

Epeydir, günlük, anı, düşünce, fikir notları almıyordum. Hayatın monotonlaşması ya da  tekdüze bir tekrarın sıkıcı olacağından korkmanın getirdiği belki fazla temkinden kaynaklanıyordu bu çekingenliğim.

Bu zamana kadar yazdıklarım, hapishane hayatı denen donmuş yaşam karesinin teşrih masasına yatırılarak derinlemesine sorgulanması ile yaşananların kare kare adımlanmasından oluşuyordu.

Tabii yaşam kendi yeknesaklığında seyretse de, düşünce hep yol alıyor. 21. yüzyıl bölge, Türkiye, ekonomi, teknoloji, depremli büyük değişim konusundaki beyinsel egzersizler kendi enerjisinden taviz vermiyor, ancak onlar hep kendilerine ait başlıklar altında toplanıp, hapishane günlüklerinin tam ortasında olmak istemiyor gibiydiler.

Bu cumartesi notlara biraz da özlemiş olarak geri dönmeme neden olan, NTV Televizyonunda  birkaç haftadır süren Venedik-İstanbul arasında uzanan tarihi, gelenekleri, oluşmuş ortak kültürleri ve bunu somut yansıması olan yemekleri anlatan bir harika programdı. 

Geçen haftalarda Venedik Mutfağı vardı, bu hafta Ravenna‘yı bu program sayesinde keşfettim. Halbuki Ravenna hem Roma, hem Bizans, kısacası bizim geçmişimiz ve coğrafyamız açısından da çok önemli. Doğu’da İstanbul ne ise, anlatılanlara göre Batı’da da Ravenna ona yakın bir öneme sahip.

Ama program yemek ve turizm programı olunca  bu benzerlik dürüm üzerinden ortaya kondu.

Ravenna’nın en klasik yemeğinin (Dürüm) iki türü var; biri Çıtır Dürüm, diğeri normal. İçinde de bizim döneri anımsatan kuzu eti.

Programı yapan ve sunan harika Şef daha sonra Split’e geçti. Buraların güzelliğini yıllardır duyarım.

Hırvatistan, Dalmaçya kıyıları yer kürenin müstesna bölgelerindendir ama programda benim için yeni olan Hırvatistan’ın “Pasticada” yemeği oldu.

Kuzunun çıtır çıtır pişirildiği,  az insanın reddedebileceği bir lezzet bombası galiba.

Hırvatistan’ın milli yemeklerinden bir diğeri de Çayır Güveci’ymiş. Gene kuzu ama bu kez incir, elma gibi meyvelerle yapılan bir güveç.

Program Doğu’nun, lezzetsiz Batı yemeklerine baharatlar katarak güzelleştirdiği tezini de işliyor.

Daha geniş bir çemberde durumu sorgularsak; Venedik olmasa İstanbul’da, İstanbul olmasa Venedik’te neler eksik olurdu? Sorunun yemekler  üzerinden hiç olmazsa bir yönü cevaplanıyor.

Daha derinlere gitmenin çok sıcak Ağustos gününde anlamı yok.

Kuzu eti üzerinden Venedik-Dalmaçya kıyılarında hayalî bir gezinti neyime yetmiyor ki?

***

İki gün sonra,  7 Ağustos’ta  bu kez üç kısa notu peçeteye değil, doğrudan kâğıda almışım. 

 

1 — Beş  Ağustos Cumartesi: Leylekler gitmeye başladı, ilk partiyi gördüm. İkinci parti de bugün gitti. Yazın sonuna doğru…

2 — Babamla küçükken sabahları eğlenceli oyunlar oynardık, oradaki takma adım aklıma düştü: Yumruk Co…

3 — Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde Douglas Bravo adına rasladım. Bu beni ilk gençliğime ve 12 Mart 1971 yılına götürdü.

 

Douglas Bravo Venezuelalı eski bir gerilla ve siyasetçi. Douglas Bravo Konuşuyor adlı kitabı gençliğimde ilgimi çekmişti, 12 mart 1971 askerî darbesinin kitap düşmanlığı sırasında o kitabıma el konmuştu. Babamın, ailemin, kitaplarımın acısını çektiği 12 Mart 1971 zulmünü Douglas Bravo’nun kitabı üzerinden Silivri Cezaevi’nde 7 Ağustos’ta yeniden hatırlıyordum.

***

7 Ağustos notlarının hemen arkasından Beton Çiftçisi de göründü. Haziran ve Temmuz aylarına ait takvimlerdeki önemli iklimsel ve tarımsal günleri sıralamışım: 

— 20 Haziran: En uzun gündüzlerin başlaması

—  22 Haziran: En uzun gündüz

— 23 Haziran: Gündönümü  fırtınası

— 25 Haziran: En uzun gündüzlerin sonu

— 27 Haziran: Kızılerik Fırtınası 

Sonra Temmuz ayına geçmişim: 

— 3 Temmuz: Sam yelinin başlangıcı

— 8 Temmuz: Bevarih rüzgârlarının sonu

— 9 Temmuz: Çardak dökümü fırtınası

— 18 Temmuz: Sıcakların artması

— 25 Temmuz: Temmuz Fırtınası (3 gün)

— 29 Temmuz: Yaprak Aşısı 

— 30 Temmuz: Karaerik Fırtınası

— 31 Temmuz: Eyyam-ı Bahür (En sıcak günler/31 Temmuz-7 Ağustos)  

Beton Çiftçisi dökümü yaptığım kâğıdın sol kıyısına iki minnacık not düşmüşüm, biri Poyraz-Lodos, diğeri ise bir tarih:

21Temmuz 1967: Aya ilk insanın ayak basması.

*Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.