Mehmet Altan*
Bugünlerde yeniden kaotik bir cehenneme düşmüş gibi gözüken dünya, daha önce de elli yıl kadar süren "Soğuk Savaş" kasırgalarında savrulmuştu.
Şimdilerde genç kuşaklar için fazla bir şey ifade etmeyen bu iki kelime, yıllarca ülkelerin, toplumların, insanların yaşamlarını darmaduman etti.
Türkiye gibi ülkelerde sol, sosyalist, ilerici, demokrat herkese kan kusturuldu.
1960'lı yılların ortasından itibaren başlayan Süleyman Demirel dönemi Soğuk Savaş yıllarının en azgın dönemlerindendi, zaten ardından da maalesef yeniden darbe geldi.
Türk basın tarihinde "Demirelli yıllar"a girerken önce özellikle genç kuşaklara "Soğuk Savaş" kavramını kısaca hatırlatmakta fayda var.
Ayrıca basın tarihinde de, iki süper güç olan Sovyetler ile Amerika arasındaki sert itişmenin yaşamları nasıl kavurduğunun Türkiye'yi sarsan, Cumhuriyet gazetesinde de deprem yaratan bir örneği bulunuyor: Şadi Alkılıç.
Soğuk Savaş neydi?
II. Dünya Savaşı'nın ardından birçok ülkede halk demokrasilerinin kurularak sosyalist düzene geçilmesi ve sosyalist hareketlerin dünyada yaygınlaşması ABD tarafından tepkiyle karşılandı.
5 Mart 1946'da, eski Britanya Başbakanı ve Batı'nın önde gelen siyasetçilerinden Churchill, Amerika'nın Fulton (Missouri) kasabasında, Başkan Truman'ın yanında Sovyetler Birliği'ne karşı siyasal savaş ilan eden ve "Demir Perde" ifadesine yer veren ünlü konuşmasını yaptı.
Churchill, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güç birliği oluşturmaya çağırdı. Bu konuşma, uluslararası arenada Batı Bloku için bir eylem planı oldu.
Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak Sovyetler Birliği ve bağlaşıklarına karşı Amerikan üslerinin ve askerî blokların kurulmasına yönelik Soğuk Savaş dönemi açıldı.
ABD önderliğindeki Batı Bloku ile Sovyetler Birliği önderliğindeki Doğu Bloku arasında ortaya çıkan ve 1947'den 1991'e kadar devam etmiş olan siyasi, ekonomik, bilimsel, teknolojik ve psikolojik çatışma durumuna da "Soğuk Savaş" adı verildi.
Soğuk Savaş döneminde yaşanan hiçbir gerginlik taraflar arasında sıcak bir savaşa dönüşmedi. Taraflar sıcak savaştan ziyade sürekli olarak birbirlerini yıpratmaya çalıştılar. Bu döneme "Soğuk Savaş" denmesinin gerekçesi de tarafların bu politikasıydı.
ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı çevreleme stratejisi izledi.
1947 Mart'ında ABD Başkanı Truman, SSCB'nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askerî yardıma dayalı doktrini ilan etti.
Bu girişimlerin bir sonucu olarak, NATO (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), ABD'nin önderliği altında 1949 yılında kuruldu. SSCB ise bu gelişmeye karşılık olarak, 1955 yılında Varşova Paktı'nı kurdu ve kendi rejimine yakın ülkeleri bu pakt altında topladı. Bu şekilde karşılıklı ittifakların ortaya çıkması Soğuk Savaş döneminin en belirgin özelliğiydi.
Böylece dünya, iki yeni güç merkezi olan ABD ve Sovyetler Birliği'nin çevresinde Doğu ve Batı olmak üzere "iki kutuplu" bir nitelik kazandı.
Batı Bloku, NATO üyesi olan ve olmayan ABD müttefiki kapitalist ve antikomünist ülkelerden oluştu. Doğu Bloku ise Varşova Paktı'na üye olan ve olmayan komünist ülkelerden oluşmaktaydı.
Türkiye bu büyük çatışmanın en sıcak alanlarından biri oldu. Amerika'nın ileri karakolu görevini üstlenen siyasal iktidarlar tüm ilerici insanlara düşman muamelesi yaptı. Ülkeyi sol kanadı olmayan bir kuşa dönüştürdü.
Yeryüzü gibi Türkiye de elli yıl inişli çıkışlı olarak büyük bir gerilim hattı üzerinde yaşadı, o gerilimden sıçrayan kıvılcımlar da insan yaşamlarını yaktı, kavurdu.
O yaşamlardan biri de Şadi Alkılıç'ın yaşamıydı.
Cumhuriyet gazetesinin, kurucusu Yunus Nadi adına düzenlediği "Yunus Nadi Armağanı" yarışmasının 1962-1963 yılı için belirlediği konu "Liberalizm mi, Sosyalizm mi?"ydi.
Ön eleme jürisinde Nadir Nadi de vardı. Soğuk Savaş'ın mitralyözleri olarak kullanılan Türk Ceza Kanunu'nun 141-142. maddelerinin faal bir şekilde işletildiği dönemlerdi.
Yarışmaya, "Türkiye'nin tek kurtuluş yolu: Sosyalizm" başlığıyla katılan 47'nci makale, 12 Aralık 1962 günkü gazetenin makale köşesinde Hikmet Alkılıç imzası ile yayımlandı. Yarışma ilanında bulunan "hiç kimse müstear (takma) adla yarışmaya katılamaz" maddesine rağmen Şadi Alkılıç yarışmaya eşi Hikmet Alkılıç'ın adını kullanarak katılmıştı.
1938 Nâzım Hikmet Olayı'nda da başı belaya girmiş, horlanmış, ezilmiş, bir ara Akşam gazetesinde düzeltmenlik yapmış, sessiz sakin bir eski Harbiyeliydi Şadi Alkılıç.
Masumâne bir yazı devlet aygıtı tarafından canavara dönüştürüldü. Bu refleksler burada hep pusuda bekler zaten.
Lütfullah Şadi Alkılıç, 24.12.1962 günü, gazetenin yazı işleri sorumlusu Kayhan Sağlamer de 26.12.1962 günü tutuklandı.
Kayhan Sağlamer beraat etti ama mahkeme Şadi Alkılıç'ı 6 yıl 3 ay ağır hapis, 2 yıl 1 ay Kadıköy mıntıkasında ikâmetle genel güvenlik gözetimi altında bulundurulma, sürekli olarak kamu hizmetlerinden yasaklı kalma cezalarına çarptırdı.
Şadi Alkılıç Olayı ortalığı sarstı, Cumhuriyet gazetesinde de deprem oldu. Kız kardeşleri ve kız kardeşlerinin eşleri Nadir Nadi'ye büyük tepki gösterdi. 20 Nisan 1963 tarihinde bir yazıyla Nadir Nadi okurlara gazetenin yönetimiyle ilgilenmeyeceğini açıkladı. Bir yazıdan dolayı patlak veren bu aile içi kavga yirmi ay sürdü. Nadir Nadi gazeteye ancak 21 Aralık 1964'te dönebildi. Nadir Nadi yönetimden ayrıldıktan sonra Ankara Büro Şefi Ecvet Güresin gazetenin Genel Yayın Müdürlüğü'ne getirildi. 1970 yılına kadar da bu görevde kaldı.
Uzun süre yattıktan sonra Şadi Alkılıç hakkında Yargıtay Dördüncü Dairesi'nde yapılan duruşma sonunda, yazıda propaganda değil de övme olduğu gerekçesiyle mahkûmiyeti bozma kararı verildi.
Nihayet 1967 yılında Şadi Alkılıç tahliye edildi.
Ama çilesi bitmedi, 1968 yılında Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu ilk kararda direndi. Alkılıç yeniden hapse girdi. Soğuk Savaş yıllarında bu ülkede yaşamak ve fikir söylemek, yaşamın alt üst olması, kamudan tart edilmek ve altı yıl hapiste kalmak demekti.
Kısacası yaşadığımız bugünlerin aynısıydı.
Az gelişmiş bir ülke vatandaşı olmak, eğer kuzuların sessizliğini benimsemiyorsanız kurtların hücumuna uğramanın kaçınılmaz olduğu bir kader anlamına geliyor ne yazık ki.
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.