Mehmet Altan*
Silivri Cezaevi'nde geçirdiğim ilk Aralık ayı (2016) sona ererken 20, 22 ve 24 Aralık'ta yazdığım pek bir şey yok ama numaralandırarak çok kısa aldığım notlar var.
***
Nedense "20 Aralık Haftası" diye başlık attığım ve üçe ayırdığım A4 sayfasını ilk sütunundakiler şunlar:
1- Acıbadem, Antony, Silivri
2-Mumbai- Tv 8 Gezi programı
3-Ahmet /Rüya
4-Yemek Programı / NT / AB sübvansiyonu
5-'Yumruk yemek önemli değil, yere düşmemek önemli'
6-'Kurtların ağzını bağlamak' Tokat / Oğul Köyü
***
İlk sütuna yazdığım altı hafıza notuna topluca bakıp, anımsamaya çalışıyorum…
Anımsıyor muyum?
İlk sıradaki üç yer ismini arka arkaya neden sıraladığımı tam anımsamıyorum.
Antony, Sorbonne'da doktora yaparken oturduğumuz öğrenci yurtlarının bulunduğu banliyönün adı…
Silivri; o sıradaki ikametgâhım..
Ama Acıbadem ne vesileyle bu üçlüye dahil olmuş, tam çıkaramıyorum…
***
İkinci sıradaki notu belli ki hücrede kendimi eğlemek için hiç kaçırmadığım gezi programlarından birini izledikten sonra almışım…
Hiç görmediğim Mumbai ile vakit geçirmişim.
***
Üçüncü sırada "Ahmet/Rüya'' var…
Tutuklandıktan sonra görmediğim ve bir buçuk yıl daha göremeyeceğim Ahmet'i herhalde rüyamda görmüşüm.
***
Dördüncü sırada Silivri'de hiç kaçırmadan izlediğim, AB'nin sübvanse ettiği NTV'de bir yemek programı var. Programın ilginç yanı, Türkiye'de yaşayan ve Türkiye'den evlenen iki şefin AB projelerinin hayata geçirildiği kentleri gezmeleri, bu kentleri ve AB projelerini tanıtmaları, gezdikleri kentlerin yöresel yemeklerini de pişirmeleriydi.
AB'nin ne kadar farklı yerlerde, ne kadar değişik projeleri finanse ettiğini görmek, farklı kentleri tanımak ve değişik lezzetlerden haberdar olmak ilgimi çekiyordu.
Aklı evvel bir cumhurbaşkanı danışmanının bu programda "casusluk" keşfetmesi de yaşanan dönemin delirium boyutlarını gösterecek traji- komik bir örnek olarak kaldı.
***
Sondan bir önceki not :
"Yumruk yemek değil, yere düşmemek önemli," babam Çetin Altan'ın çok sık tekrarladığı bir yaşam öğüdüydü.
Bir anlamda da bize verdiği, bizlerin de hiç unutmadığımız bir hayat şiarı...
***
Son sıradaki "kurtların ağzını bağlamak" ibaresi, hücre arkadaşımın anlattığı ve bana García Marquez hikâyelerini anımsatan, anneannesine ait bir öykünün hafıza notu…
"Tokat-Oğul Köyü"nde adeta modern bir büyücü gibi derdi olanların sorunlarını, yaptığı büyülerle nasıl çözdüğünün hikâyeleri.
Örneğin, köydeki birinin koyun ve kuzularını kurt yiyip duruyormuş..
O komşusunun derdini çözmek için 'kurdun ağzını bağlayan' bir büyü yapmış. Ve inanılan o ki sorun çözülmüş, koyunlar kurtulmuş…
***
Üçe ayırdığım kâğıdın ikinci bölümündeki kısa hatırlatmaların ilkinde yer alan, sık sık sallanan Datça ile ilgili. Çok eskilerden beri olduğu gibi her zaman ilgi alanımdaki Datça'daki depremi de notlarımın arasına almışım.
***
Gene oradaki NewYork Times ve Kitap ibareleri ise muhtemelen o günden bu yana dünyadaki edebî saygınlığı yükselerek artan Ahmet Altan'la ilgili.
***
Üçüncü sütuna doktor ve fon diye yazmam da herhalde hapishane dünyasına ait bir konu…
***
20 Aralık'tan iki gün sonra başlığa "22 Aralık 2016" tarihini atmışım, yanında "en kısa gün" ve "kış" yazmışım…
Altına "ekinoks" kelimesini ilave etmişim…
"Kış gündönümü" de diyebilirmişim..
Güneş ışınlarının Oğlak Dönencesi'ne dik geldiği an.
Kuzey yarımkürede günler uzamaya, güney yarımkürede kısalmaya başlıyor.
Bu tarih bazı ülkelerde kuzey yarımkürede kışın, güney yarımkürede yazın başlangıcı sayılır.
Bizim yarım küre için kış…
Günler uzayacak iyi haber ama Silivri'ye bir de kışın gelmesi kötü haber…
Uzun uzadıya yazmaktan kaçınmışım…
Üç sayfa boyunca, numaralandırarak aldığım kısa notlar var…
Bir numaralı not şöyle :
"Doğru Söyleyeni Silivri'de yatırırlar"…
Altında bir satır daha :
"Suriye politikası, Orta-Doğu yaklaşımı"
***
İki numaralı notum da şöyle :
"Barış sürecinde ne dedik, ne oldu, kim haklı?"
Bunu neden yazdığımı anımsıyorum.
Barış süreci demokrasiden uzaklaşmaya yönelik gelişmelerin üzerini örtüyordu. Rejim demokratikleşmeden, toplumsal huzurun gelmeyeceği aşikârdı.
"Doğu'da barış, Batı da baskı" olamayacağını söylüyorduk.
Ama kendi etraflarında, "barış süreçlerinin esas otoriter dönemlerinde daha hızlı olacağını" iddia edenlerin de fısıltılarını duyuyordum.
Sonunda ne barış kaldı, ne de demokrasi.
***
3 No'lu notumda da, Silivri'deki hücreden gözlediğim bir durumu, bir cümleye sıkıştırmışım:
"Vurun liberalizme, yeni hedef: Liberal Demokrasi"
Soygun varsa, yolsuzluk varsa, kimse rekabet istemiyorsa, temel hak ve özgürlükler askıda ise, tabii ki düşman liberal demokrasi ve liberal demokratlar olacak…
Hele hele "camii parfümlü siyaset ile kışla parfümlü siyaset" koalisyona gitmişse…
***
21. yüzyıla ait bir hapishane gözlemimi de 4. sırada bir cümleye sığıştırmışım :
"21. yüzyıl, cennet yüz yıl olarak başladı, küreselleşme hızlı yaşandı, zor hazmediliyor"
Altına parantez açmışım :
(Teknolojik atılım, sosyal değişimi solladı)
İlk sayfa bitmiş…
***
Silivri'deki o hücrede 22 Aralık 2016 tarihindeki aldığım notların 2. Sayfasını ve devamını da bir sonraya bırakalım…
Yazı çok uzamasın…
P24'te yayımlanmıştır...