12 Eylül rejiminin özellikle de sol gazete ve dergi çalışanlarının yaşamlarını nasıl kararttığını anlattığım ''Zülüm Tırpanının Biçtikleri'' başlıklı yazıda yayınladığım listede ilk sırada Veli Yılmaz vardı.
Halkın Kurtuluşu Gazetesi Yazı işleri Müdürü Veli Yılmaz toplam 748 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı.
1980 Eylül'ünde tutuklanıp atıldığı hapishaneden ancak 11 yıl sonra Nisan 1991 yılında çıkabildi.
Zaten çıktıktan kısa bir süre sonra da 1993 yılında, 43 yaşında yanında kızı Hazal ile Beşiktaş İskelesi'nde vapura koşarken kalbi durdu, öldü.
Eray Yılmaz'ın İletişim Yayınları'ndan yeni çıkan Veli Yılmaz: Devrimci Gazeteci kitabında yaşanan zulmü çarpıcı hâle getirmek ve teşhir etmek için sloganlaştırdığı gibi, ''748 yıl hapis cezasına çarptırılıp, 748 gün özgür yaşayabildi.''
Veli Yılmaz: Devrimci Gazeteci’nin yazarı Eray Yılmaz'ın, hem tarihçi bir akademisyen hem de Veli Yılmaz'ın yeğeni olması, yaşanan bütün bu zulmün diğer mağduru, eşi Neyyire Özkan Yılmaz'ın duyarlı ve duygusal tanıklığı ile birleşmesi kitabı çok başarılı kılmış, aynı zamanda da çok hüzünlü bir belgesele dönüştürmüş.
Eray Yılmaz'ın, ''Gençliğinin büyük bir bölümünü cezaevinde geçirmiş, işkenceler görmüş, açlık grevlerine katılmış... Ömrünü devrime adamış, dünyada 748 yıl ile en uzun süre hapis cezası almış bir devrimci gazeteci'' olarak nitelediği Veli Yılmaz’ı anlatan kitap, 12 Eylül 1980 rejiminin tomografisini, sol fraksiyonların da röntgenini çekiyor.
Sonuç olarak yaşanan o korkunç dönemi ve yok olan yaşamları içiniz burkularak bir arada görüyorsunuz.
Neyyire Yılmaz'ın deyişiyle, ''12 Eylül hikâyesi olan hayatların'' yazıya dökülmüş hâlini okuyorsunuz.
Yazı işleri müdürlüğünün yanı sıra altı kitabın da yazarı olan Veli Yılmaz, hapisten çıktıktan sonra Semra Somersan'ın sorularını yanıtlamış. Başına gelenleri bütün çıplaklığıyla anlatıyor.
Tabii ki ilk akla gelen ''nasıl olur da bir gazeteci 748 yıla mahkûm edilir'' sorusu oluyor.
Veli Yılmaz cevaplıyor:
1976-80 döneminde, haftalık olarak yayınlanan Halkın Kurtuluşu gazetesinin, 1977-78 yıllarında bir süre için, sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevinde bulundum.
Gazetede yer alan haber ve makaleler için, İstanbul Basın Savcılığınca açılan 90'ın üzerinde dava, sıkıyönetim ilanı ile birlikte, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesine aktarıldı.
Sürdürülen yargılamalar sonucunda, mahkeme heyeti, suçlanan gazete nüshalarının her bir sayı ve sayfasında yer alan yazı ve makalelerle ilgili iddiaların her biri için TCK'nın 142,159,311 ve 312. maddelerine dayanarak ayrı ayrı ceza verilmesi yoluna gitti.
Sonuçta toplam 1170 yıllık bir hapis cezası çıktı.
Askeri Yargıtay 1. Dairesi, o güne kadarki uygulamada, basın cezalarının örgüt cezaları içerisinde eritildiği, TCK'nın 79. ve 80. maddeleri gereğince, işlendiği iddia edilen suçların ancak en ağırından ceza verilmesi yoluna gidildiği ve yazarları belli olmasa bile, sorumlu yazı işleri yönetmenleri hakkında daha çok para cezasına hükmolunduğu halde, Askeri Yargıtay Başsavcılığının Tebliğnamesinin de hilafına, 1987 yılı başında açıkladığı kararıyla, sadece TCK'nın 142/3-6,142/4-6. maddelerinden verilen cezaları, zaman aşımı nedeniyle düşürdü.
142/1den toplam 588 yıl 9 ay, 159. maddeden toplam 147 yıl, 311-312. maddelerden toplam 12 yıl 9 ay olmak üzere sonuç itibariyle 748 yıl 6 aylık hapis cezasını onadı. Böylece 748 yıllık bir ceza toplamı onanarak kesinleşmiş oldu.
Bir yazı işleri müdürüne 748 yıl cezayı kesinleştiren neresi?
''Askerî Yargıtay 1.Dairesi...''
Kim bunlar?
Nihayetinde 4 kişi...
Huzur içinde yaşadılar mı, yaşıyorlar mı acaba?
Daha da ötesi kendilerini ''hukukçu'' olarak saydılar mı, sayıyorlar mı?
Aslında bu kararları verenleri teker teker merak etmek gerekmez mi?
İnsan yaşamlarını hukuku da katlederek yok edenlerin ''mahkeme'' lafının arkasına sığınarak karanlıklarda kaybolmalarını önlemek bir vicdan borcu değil mi?
Hukuka suikast düzenleyenler anonim kaldıkça Türkiye hiçbir zaman gerçek bir hukuk devletine dönüşmüyor…
Veli Yılmaz açıklamaya devam ediyor:
Halkın Kurtuluşu gazetesinin, sadece Halkın Kurtuluşu gazetesinin tirajı, her sayı için ortalama 35-40 bin civarında idi ve gazete dört yıl boyunca kesintisiz yayınlandı.
748 yıllık ceza toplamı, Kürt ulusuna karşı uygulanan asimilasyon politikasını açıklayan ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunan, ülkenin emperyalizme bağımlılığını açığa vuran, işkenceleri ve işkencecileri teşhir eden 'suçlu yazılar'a verilen tek tek hapis cezası bileşenlerinden oluşuyor.
Baskı dönemlerin gücü korkunun fazlasıyla yaygınlaşmasından dolayı artar.
Bulaşıcı bir korkaklık haksızlığı, adaletsizliği, zulmü çoğaltır.
Medya dilsizleşir.
Veli Yılmaz'a 748 yıl hapis de çok uzun bir zaman o sessizlik duvarlarında eritildi:
Eylül yönetiminin ve onun sivil sürdürücülerinin devrimci basını, basından saymamalarını normal karşılamak gerekiyor. Büyük basının, aynı politikayı izlediği ve kendi meşruiyetini korumaya çalıştığı görülüyor. Tekelci basın, devrimci-demokrat basını, basından saymayarak, kendisini özgür bir basın olarak görmediğini göstermiş oluyor.
Hatta 1988 yılında İstanbul'da toplanan İPİ 37.Genel Kurulunda, Kongre Kararlarının, 'Türkiye' bölümüne, cezaevlerindeki yazı işleri yönetmenlerinin serbest bırakılmasına ilişkin bir ibarenin eklenmesine yönelik bir öneriye, önce bir kısım Türk basın yöneticisinin karşı çıkması, kararın ancak İPİ Başkanının müdahalesi ile Kongreden geçmesi, bu tabloya fazlaca ters düşmüyor, yadırgatıcı da olmuyor.
Büyük basın kendisini resmi toplumun bir parçası sayıyor ve basın özgürlüğünün karşısına, en güçlü odaklardan birisi olarak basının kendisi dikiliyor.
Sistemin, basın ve iletişim tekelleri kanalıyla, dağıtım ve haber akışı alanlarındaki egemenlik ve denetimini sürekli takviye ettiği tekelci koşullarda, bu tabloyu fazlaca yadırgamamak gerekiyor.
Büyük basın, sadece resmi ideolojinin değil, aynı zamanda basın ve iletişim tekelleri aracılığı ile toplumsal olarak sisteme doğrudan bağımlılığı temsil ediyor.
Ve o röportajda Neyyire için söyledikleri:
Önümüzdeki nisan ayında Neyyire ile, birlikteliğimizin 11. yılını geride bırakacağız, bunun sadece 7 ayını dışarıda bir arada geçirebildik.
İnsan ancak beden olarak hapsedilebiliyor, düşünce ve duyguları zincire vurmayı henüz hiçbir siyasal otoritenin başaramadığı görülüyor. Düşünsel çok yönlülük ve derinlik ve duygu yoğunluğu, insanın alıkonduğu coğrafi alanla belki de ters orantılı oluyor.
Ve Hazal...
Kendimi kızımla aynı yaşta sayıyorum.
Kızım, Hazal bugün 10 yaşının içinde, ben de cezaevinde 10. yılımı geride bıraktım, biri birine dokunmak için uzanan ellerimiz 10 yıl boyunca hep tel örgülerle kesildi.
Tahliye olduktan kısa bir süre sonra da bu kez 13 yaşındaki kızı Hazal'la aralarına ölüm giriyor.
Zulüm tırpanının biçtiği hayatlar kuşaktan kuşağa devam eden ve izi hiç silinmeyen ağır yaralar bırakıyor:
Her göçtüğüm ülkeye yanımda,
Bazen rakı masalarına,
Arada yürürken yanımda,
Öksüzler kulübü şakalarında en başa,
Sen neden böylesinin sorularının cevabına,
Yalnız olmaktan korktuğumda rüyalarıma
Hayaletini de taktım koluma,
Umarım benimle vakit geçirmeyi sevmişsindir baba.
P24'te yayımlanmıştır.