Türkiye medyasının en çok okunan yazarlarından Mehmet Y. Yılmaz, aşk ve ilişkiler üzerinde odaklanan denemelerinden oluşan "Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden" kitabıyla da okurlarının karşısında. Gazete ve dergi mutfaklarının duayen ismi Yılmaz, bugüne kadar sıfırdan en çok dergi ve gazete çıkaran gazeteci oldu. Halen T24'te yazan Yılmaz, Nemesis Kitap yayınları arasında çıkan "Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden" için, Oksijen gazetesinden Elif Tanrıyar'ın sorularını yanıtladı. Tanrıyar'ın sunuş yazısı ve söyleşisini T24 okurları için paylaşıyoruz.
Elif Tanrıyar
İçinde bulunduğumuz hızı artırılmış zamanlarda en çok zarar gören kavramlardan biri de kuşkusuz aşk oldu. Günümüzün aşklarının da aşıklarının da bu konuda fena halde kafası karışık. Bir anda başlayıp çabuk tüketilen ilişkiler aşk kavramıyla karıştırıldıkça insanların ona dair inancı da azalıyor. Oysa aşk incelikle ele alınması, sabırla özenilmesi gereken naif bir kavram.
Mehmet Y. Yılmaz, Türkiye'nin önde gelen gazetecilerinden biri, bu konuda bir duayen. Ama onu meslektaşlarından ayıran bir özelliği daha var. Hafta sonu yazdığı deneme yazılarında, "aşk kavramı ve ilişkiler" üzerine kafa yoran bir düşünür. Bir anlamda aşkın savunuculuğunu üstlenen bir aşk kuramcısı.
"All you need is love" yani "Tüm ihtiyacınız aşktır" diyen Yılmaz'ın, Hürriyet ve T24'te yayımlanmış denemelerinden oluşan bir derleme, Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden adıyla Nemesis Kitap tarafından yayımlandı. Biz de onunla "aşk"a dair konuştuk.
- Kitabınıza sosyolog Zygmunt Bauman'ın toplumların modern zamanlardaki değişimi için tanımladığı "sıvılaşma" kavramıyla başlıyorsunuz. Biraz bu kavramı açabilir misiniz?
Bauman, modern çağda değişimin çok hızlanmış olmasından yola çıkarak bu kavramı oluşturmuş. Modern insanın kendisinden başka bir şeye güvenmekten ümidini kestiği bir ortam yaratıyor bu hızlı değişim. Bir yandan güvenebileceği birisini ararken, ilişkide olma halinden de tereddüde düşüyor. Birisine bağlanmaktan kaynaklanan özgürlük kaybından huzursuz oluyor. İlişkilerde modern çağın yarattığı bir sorun bu.
- "İnsan kendisini beğenmezse orta yerinden çatlar, bu bir gerçek. Herkes bunun başkalarınca paylaşılmasını da ister. Aşk, bunun zeminini yaratır," diyorsunuz. Bu tam da akışkan zamanlardaki "Instagram" kültürünü ve aşklarını da açıklayan bir şey sanırım…
Bir bakıma böyle de denebilir. Özellikle Instagram gibi sosyal mecralarda herkes kendi yarattığı bir gerçeklik ötesinde yaşıyor. Paylaşımlarımız hep en iyi manzarayı ben gördüm, en iyi yemeği ben yedim, en güzel insanı ben sevdim gibi aslında tümüyle gerçek olabilmesi mümkün olmayan bir dünya yaratıyor. Modern aşka yaklaşımımız da buna benziyor.
- "Bu yazılara 'erken yazılmış modern aşk tarihi' denemeleri de diyebilirsiniz" demişsiniz. Neden "erken" yazılmış?
Erken yazılmış, çünkü bu büyük değişim sürecinin daha çok başlarındayız. Benim yazdıklarım bu başlangıç noktasına dikkat çekmek sadece. Akıl yürütme denemeleri.
- "Aşkın tarihi, insanların 'sevme hakkını' savunmalarının da tarihi aslında" diyorsunuz. Sevme hakkının savunulmasını biraz açıklayabilir misiniz?
Aşk, tarihin ilk çağlarından beri bilinen bir duygu değil. Tüm insanlık tarihini dikkate aldığımızda çok genç bir duygu olduğunu da söyleyebiliriz. Cinsler arasındaki ilişki, neslin ve kabilenin devamı temelinden çıkıp, gelişerek bugüne kadar geldi. Bugün sadece aşık olduğumuz için sevişebiliyoruz. Neslin devamı, kabilenin bekası gibi dertlerimiz olmadan…
- Romantik aşk kavramı insanlığın kültürüne ortaçağ şairleriyle girmiş. Aşkın kendisini değilse de "romantik aşk" kavramını biz mi icat ettik?
Elbette icat edilen kavram romantik aşk kavramı. Cinsler arasındaki çekim, aslına bakarsanız içgüdüsel bir çekim, bütün hayvanlar aleminde olan bir şey. Üremeyi, neslin devamını sağlayan bir içgüdü. Bunu anlamlandırma çabamızın bir sonucu, romantik aşk.
- La Rochefoucauld, aşk romanları olmasa aşkın bilinemeyeceğini söylüyor. Aşk öğrenilen bir şey midir?
Aşk öğrenilen bir şeydir ve filmler, romanlar, şiirler, şarkılar bu kavramı her gün yeniden üretip, bizlere sunuyor. Onun için de bugün yaşanılan aşklarla bundan 100 yıl önce yaşananlar arasında farklar var.
- Kitabınızda sık sık yazarlar, filozoflar, kitaplar, filmler ve şarkılarla karşılaşıyoruz. Size göre gelmiş geçmiş en iyi ilk üç aşk romanı ve filmi nedir desem…
Anna Karenina'yı tek geçerim. Kolera Günleri'nde Aşk'ı unutmayalım. Ve elbette bir döneme damgasını vurmuş Genç Werther'in Acıları… Filmlere gelince: Love Story, Rüzgâr Gibi Geçti, Kazablanka.
- Yıllar önce ünlü bir roman yazarı bana "Çok roman okuyan birisi olarak, aşkı tanımakta ustalaştığından ilişkilerinde de bir sıfır önde olacaksındır" demişti. Katılır mısınız?
Katılmıyorum. Evet aşk öğrenilen bir şeydir ve bir kere aşık olmayı başaran, yeniden aşık olabilir, karşı cinsle ilişkisini nasıl iyileştireceğini bilebilir ama bu ilişkilerde 1–0 önde olmak anlamına gelmez. Çünkü kadın erkek ilişkileri bir spor müsabakası değildir. Her ilişkinin kendi dinamiği vardır ve farklıdır.
- "Erkekler, hayatta ne yaparlarsa bir kadın için yaparlar" diyorsunuz. Yıllardır aşk üzerine kafa yoruyorsunuz. Bu okuma ve yazmalarınız aşk kavramına dair bilgilerinize neler kattı? Yoksa "aşka dair yazmak da bir tür aşktır" tutkusu mudur sizi bu yolda ilerleten?
Erkekler için böyledir, bunu her erkek bilir. Mallarını satmak isteyen reklamcıların da bildiği temel bir gerçektir. Bir erkek ne yapıyorsa, bunu bir kadının gözüne girmek için yapar. Ben, insanın hayatı üzerine düşündükçe geliştiğine inanırım. Hayatının değişik yönleri ile ilgili düşünmenin, hayatı iyileştirmeye etkisinin olduğunu düşünürüm. Aşka ilişkin yazılar yazıyor olmam da bu düşünce sürecinin bir uzantısıdır. Yazarken düşünüyorum da diyebilirim.
- "Aşık olmadan ölmeyin," gibi söylemlerde bulunmanız ve "Tüm ihtiyacınız aşk" gibi bir hayat mottosuna sahip olmanızın hikâyesi nedir?
Bu, benimle ilgili olarak uzun bir hikâye. Bir tek kere aşık olmuş herkesin, kendisinden yola çıkarak yanıtını bulabileceği bir soru da aynı zamanda.
- "İnsan aşık olma iradesine sahip midir, aşık olmaya kendisi mi karar verir? Ben 'iradeci' tarafta yer alıyorum" diyorsunuz. İnsan beyni aşka bu kadar hakimse neden bu acılar çekiliyor? Aşk acısı çekmek romantize edilen bir trend olduğu için mi?
Aşk acısı çekmeyi romantize ediyoruz, bu kesin. İnsanı diğer canlılardan ayıran yönü, kendi iradesine sahip bir canlı olması. İçgüdüleriyle olduğu kadar düşünceleriyle de dünya yüzündeki eylemlerine yön verebiliyor. Aşk da bundan bağımsız değil. Evet, aşık olmaya karar verirseniz, olabilirsiniz.
- Öte yandan aşk hâlâ biraz küçümsenen, çok ciddiye alınmayan bir kavram. Bir boş zaman hobisi olarak görüldüğünden mi yoksa kırılganlıklarımızı saklama isteğinden mi?
Aşkı hafife alanlar kendilerini ve kendi hayatlarını hafife alan zavallılardır. Hafife alıyorsanız, zaten aşık olmaya da size aşık olunmasına da layık değilsiniz demektir.
- "Sevgilinize sarılın, bir bahar daha göreceğiz," sözünüze de ithafen aşkı insanoğlunun hayatta kalması için en önemli direnç verici kuvvetlerden biri olarak görebilir miyiz?
Bu benim bulduğum bir şey değil. İnsanlık tarihinin en karanlık dönemlerinde, insanlara yaşama sarılma ve hayatın zorluklarıyla mücadele edebilme gücünü veren duygulardan biri de aşk. 11 Eylül saldırısından sonra ABD'de yapılan bir araştırma, saldırının duyulmasının ardından insanların birbirlerine en çok söyledikleri sözün "seni seviyorum" olduğunu ortaya koydu. Vatanlarını, evlerini kaybetmiş mültecilerin, onca olumsuz şart altında bile çoluk çocuk sahibi olmaya devam edebilmelerinin nedeni de birisine sarılma, onla bir olma duygusudur.
- Gelecekteki insanlık aşkı nasıl yaşayacak sizce? Cevabınız "İnsan bir kez aşık olmayı başarabildiyse, bunu bir kez daha, bir kez daha yapabilir" mi olacak yoksa?
Evet, yanıtım bu. Elbette ilişkilerin yaşanma biçimi değişecek. Dünyada her şey değişirken, aşkın aynı kalması söz konusu olamaz. Ancak insanların aşık olma isteklerinde bir değişiklik olmayacak.