Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, abluka altına alınan Ankara Yüksel Caddesi'nde işine geri dönebilmek talebiyle tek başına eylem yapan Veli Saçılık'a polisin gazlı plastik mermilerle müdahale etmesini eleştirdi.
"Belli ki amirlerinden bu yönde açık bir emir almışlar, onu uyguluyorlar" diyen Yılmaz, "Halkın üzerine ateş açan FETÖ mensubu darbecilerden farkları, plastik mermi kullanıyor olmaları sadece. Çünkü bunların da hareketi, mevcut Anayasa’yı yok saymaktan başka bir duruma işaret etmiyor" ifadesini kullandı.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Sakalla bıyık arasında" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Suudi Arabistan ve Mısır’ın başını çektiği ülkeler Katar ile olan diplomatik ilişkilerini kestiler.
Gerekçeleri, Katar’ın bölgedeki terörist gruplara finansman desteği sağlıyor olması.
Bu girişimin aynı zamanda Trump yönetimindeki ABD’nin, İran’ı kuşatma politikasının da bir uzantısı olduğunu düşünmemiz için de çok neden var.
Katar, bir yandan Müslüman Kardeşler’e olan desteğiyle Suudi Arabistan ve Mısır’ın çıkarlarına aykırı hareket ediyor, diğer yandan Suudi Arabistan’ın aksine, İran ile daha dengeli ilişkiler kurulmasından yana.
Bu tabloda durumumuz ise tam olarak “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” deyişiyle açıklanabilir.
Katar ile “ortak düşmanlara karşı” askeri üs kuruyoruz. Bir tümen taktik karargâhı kurulacak, 500–600 arası Türk askeri orada konuşlanacak, komutan yardımcısı da bir Türk tuğgeneral olacak.
Öte yandan Suudi Arabistan ile de Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle “çok kapsamlı” askeri ittifak içindeyiz. Terörü destekleyenlere ve terör örgütlerine karşı kurulmuş bir askeri ittifak bu.
Şimdi ne olacak?
Ne yapmaya çalışacağımızın ilk işaretini Dışişleri Bakanı verdi, bu krizin aşılması için Türkiye’nin “elinden gelen çabayı göstereceğini” açıkladı.
Katar ile Türkiye’nin çok yönlü mali ilişkileri var. Türkiye’de artık önemli sayılabilecek ölçekte Katar yatırımı var ve olası bir “ambargo” durumunda bundan Türkiye’nin de olumsuz yönde etkileneceğini söylemek mümkün.
Olağanüstü Hal kararnamesi ile işinden atılan Veli Saçılık’a karşı polisin uyguladığı şiddet, Türkiye’de insan hakları ihlallerindeki fütursuzluğun bir göstergesidir.
Fotoğraflarını gazetede görmüş olmalısınız. İki polis, yakın mesafeden, nişan alarak Veli Saçılık’a plastik mermi yağdırıyor.
Belli ki amirlerinden bu yönde açık bir emir almışlar, onu uyguluyorlar.
Halkın üzerine ateş açan FETÖ mensubu darbecilerden farkları, plastik mermi kullanıyor olmaları sadece.
Çünkü bunların da hareketi, mevcut Anayasa’yı yok saymaktan başka bir duruma işaret etmiyor.
Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, “Güçsüzlerin Gücü” isimli kitabında, Nazi döneminin anayasa hukukçusu Carl Schmitt’in, “hukukun siyasal amaçlarla kullanılması” üzerine görüşlerini aktarıyor.
Schmitt’e göre, hukuk düzeni, hukuk normlarına değil, egemenin kararlarına dayanıyor.
Oysa barışçı gösteriler, AİHM kararlarına göre yetkili makamların hoşgörü göstermesi gereken eylemler.
Saçılık’ın eylemi, tam olarak buna uyuyor. Hakkının çiğnendiğine inanan bir vatandaş var ve bu vatandaş kimsenin hayatını tehlikeye atmadan bir protesto gösterisi yapıyor.
Ve yine AİHM kararlarına göre, yurttaşların siyasete barışçı gösteriler yoluyla katılmalarının önünün açık olması demokrasinin sağlıklı işlediğinin de bir göstergesi.
Bu olayda açık bir hak ihlali var ve suçlusu da sadece o plastik mermileri Saçılık’ın üzerine hedef gözeterek boşaltan polisler değil.
Onlara bu emri veren de suçlu. Polisler de Anayasa ve kanunlara açıkça aykırı bu emri yerine getirmekte tereddüt göstermedikleri için suçlu.
Bu suçun cezasız kalması, Türkiye’nin insan hakları sabıkasına eklenmiş bir sayfa daha olacak.
Çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği’nin (ÇİMDER) Şakran Çocuk Cezaevi raporunun kamuoyu ile paylaşılması, Adalet Bakanlığı tarafından, OHAL gerekçesiyle yasaklandı.
ÇİMDER, Adalet Bakanlığı’nın izniyle Şakran Cezaevi’ndeki çocuklar için bir rehabilitasyon projesi başlatmış.
Uzman akademisyenler tarafından yürütülen program kapsamında çocuklara öfke kontrolü öğretilmiş.
Amaç çocukların cezaevlerinden çıktıklarında kendilerine ya da topluma zarar vermelerini engellemek.
Çalışma başarılı bir sonuç vermiş ve edinilen tecrübe, bir rapor ile Adalet Bakanlığı’na sunulmuş.
Raporda, bundan böyle nelerin yapılması gerektiği anlatılıyor, herhangi bir siyasal değerlendirme de içermiyor.
Ama Adalet Bakanlığı, OHAL ilanıyla hiç ilgisi olmayan bir konuda hazırlanan bir bilimsel raporun yayınlanmasını, OHAL gerekçesiyle yasaklıyor.
Derneğin, çocukları tacize karşı uyaran bir broşürünün dağıtımı da daha önce İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından engellenmişti.
İktidarın bu tür faaliyetlerden niye rahatsız olduğunu ve engellemek istediğini çözmek zor değil aslında.
Sivil toplum kuruluşlarının ülkenin sorunları ile ilgili fikir açıklamasını ve çözüm önermesini istemiyorlar.
Nitekim son zeytinliklerin imara açılması konusunda sergiledikleri tutum da bu tavrın bir başka göstergesi.
Başbakan, zeytinliklerin imara açılmasının yanlışlığını söyleyenlere “Kimse zeytinin hamisi kesilmesin” diyor, bakanı “Zeytinliklere kıymayın” diyen Tarkan’a “O şarkılarını söylesin” diye tersleniyor.
Siyaseti, sadece kendileri için bir alan olarak görüyorlar, toplumun siyasete katılmasına karşılar.
İstiyorlar ki herkes kendileri gibi düşünsün, kendileri gibi düşünmüyorsa da ağzını açmadan bir kenara çekilip otursun.