Meksika Devrimci Halk Cephesi Başkanı Florentino Lopez Martinez, Türkiye kamuoyunu uyardığı mektubunda, "Soykırımla, insanların kaybedilmesiyle suçlanan bu tarihimizin en kötü rejimini örnek almayın" ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye için de örnek gösterdiği Meksika başkanlık sistemi konusunda, Meksikalı muhalif lider Türkiye kamuoyunu uyaran bir mektup gönderdi. Evrensel gazetesinin haberine göre, Meksika Devrimci Halk Cephesi Başkanı Florentino Lopez Martinez mektubunda, "Meksika’daki başkanlık sistemi demokrasi maskesi takmış bir diktatörlüktür. Senyor Erdoğan’ın uluslararası düzlemde de prestiji olmayan Meksika sistemini örnek gösterdiği anlaşılır değildir" uyarısında bulunuyor.
O mektuptan dikkat çeken bazı bölümler şöyle: "Geçtiğimiz 11 Şubat’ta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meksika’ya ilk ziyaretini gerçekleştirdi ve bu ziyarette ilk etkinliği Meksika’nın en nefret edilen Devlet Başkanı Enrique Peño Nieto ile görüştü. Bu ziyaretin sonucu iki ülke arasındaki diplomatik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesi oldu.
Bu tür bir ziyaretin doğallığında ve kısa sürmesi nedeniyle, eminiz ki senyor (sayın) Erdoğan Meksika’ın siyasi, toplumsal ve ekonomik durumunu tanımak için yeterli zaman bulamamıştır; eminiz ki, Meksika’da iktidarda olan oligarşi grubu Erdoğan’a ülkemiz hakkında yalan söylemiş, Türkiye yönetiminin mevcut durumu; Afrika’nın en yoksul ülkelerinin seviyesine ulaşmış kentsel ve kırsal yoksulluğunu gerçekten görememiştir! Yine senyor Erdoğan, Meksika’daki gün be gün tırmandırılan şiddet sarmalarını; Meksika Devleti’nin buradaki suç ortaklığını, ve işçi sınıfı ve halkların Peña Nieto siyasetine karşı ayaklandığını, ülkede görülmemiş eylemler yapıldığını farketmemiştir.
Meksika’da, Taksim Meydanı’ndaki yıkıma karşı muhalefete yönelik baskının ardından Türkiye’de yaşanan rahatsızlığın benzeri yaşanmış; 26 Eylül’de Guerrero’da, Ayotzinapa Öğretmen Okulu’nun 43 öğrencisinin kaybolmasıyla başlayan eylemler devam etmektedir.
Meksika’daki başkanlık sistemi, 1910’da başlayan burjuva demokratik devrimin zaferinden sonra kabul edilen 1917 Anayasası’yla kuruldu. Bu anayasada Meksika hükümeti üç kuvvet aracılığıyla yönetmeye başladı; yürütme, yasama ve yargı. Diğer ülkelerden farklı olarak, yasama kuvveti, her 6 yılda bir yeniden seçilme hakkı olmayacak şekilde seçilen Devlet Başkanını seçmek üzere her seferinde hileli şekilde yapılan seçimlerle hayata geçirildi.
Seçilen Başkanın tüm bakanları ve sekreterleri belirleme hakkı vardır, tüm iktidar yapısı başkanın arkadaşlarından, partisinden ya da desteklediği sermaye grubundan oluşur. Hiç kimsenin kabinenin belirlenmesinde oy kullanma ya da ses çıkarma hakkı yoktu.
Başkan, en büyük şefe ve tüm hükümet yapısının tek adamına dönüşür, aynı zamanda ülkenin silahlı güçlerinin en üst komutanıdır, neredeyse mutlak bir iktidara sahiptir. Yasama kuvveti iki meclisten oluşur: Milletvekili Meclisi (üç yılda bir seçilen 500 milletvekili) ve Senato (altı yılda bir seçilen 200 senatör), bu ikisi birlikte ülkenin yasama yetkisine sahip Ulusal Kongresi’ni oluştururlar.
Ancak Devlet Başkanı, yasaları yayınlama, geçerlilik tarihlerini belirlemekle görevlidir ve kabul etmediği yasayı veto etme hakkına sahiptir. Ulusal Yüksek Adalet Mahkemesini ve tüm yapısının kapsayan yargı kuvveti ise gerçekte bağımsız değildir, çünkü birliğin (fedeasyonun) diğer iki kuvveti tarafından, pazarlıkların ve siyasi partilerin içindeki oligarşinin farklı fraksiyonları arasındaki iktidarın yeniden dağıtımını içeren, demokratik olmayan bir sürecin sonunda atanırlar.
Son olarak Yüksek Adalet Mahkemesi hakimleri de Başkan’ın arkadaşlarıdır ve Devlet Başkanı neyi dikte ederse o kararları alıyorlar. Bu açıdan senyor Erdoğan’ın neden en gayri meşru sistemlerden biri olan, sadece ülke içinde değil uluslararası düzlemde de prestiji olmayan Meksika sistemini örnek gösterdiği hiçbir şekilde anlaşılır değil.
Meksika’da devlet ve uyuşturucu tacirleri arasında tırmanan şiddet de, Devlet Başkanının kendisinden başlayarak en yüksek iktidar sahiplerinden başlayarak hükümetlerin suç ortaklığı olmadan açıklanabilir değildir.
Gerçekte şiddet, hükümetler uyuşturucu ticaretine doğrudan müdahale etmek istedikleri zaman yükselmiştir; 2006 yılında zamanın devlet başkanı uyüşturucuyla mücadele adı altında şiddeti sertleştirmiş, orduyu Sinaloa uyuşturucu kartelini korumak adına Golfo karteliyle savaşması için sokaklara çıkarmıştı. Peña Nieto’nun gelişiyle hükümetin rolü tersine döndü.
Ülkede siyaset ve uyuşturucu ticareti artık ayrı çizgide değiller, birleşmeleri parçalı da olmadı, ya da medyanın iddia ettiği gibi izole olmuş da değiller. İki taraf da aynı egemen sınıfları temsil etmekte ve ülkede koordine halinde hareket etmektediler. 23 öğrencinin kaybedilmesi ve Devrimci Halk Cephesi’nin merkez yöneticisinin öldürülmesi (geçtiğimiz 3 şubat'ta) bu durumu en açık şekilde ortaya koymaktadır... Soykırımla, insanların kaybedilmesiyle suçlanan ve bizzat Meksikalıların Meksika tarihinin en kötü başkanı olarak nitelendirdikleri bir rejimi, Türkiye halkı gibi büyük bir halkı ikna etmek için örnek olarak sunmak, hiç şüphe yok ki bir siyasi intihar eylemidir. "