Melis Alphan*
Tecavüzcülere hadımdan sonra hırsızların da kolu mu kesilecek
İnsan haklarına verdiğimiz önem, her şey bir yana, bizim uygarlık seviyemizi belirler.
Evrensel insan hakları hukuku canice cezaları bitirmişti. Derken, neoliberal politikalar, küreselleşme, sosyal devletin daraltılması, “Asmayalım da besleyelim mi?” anlayışı ile insan haklarına aykırı uygulamalar yeniden gündeme gelir oldu.
Resmi Gazete’de yayımlanan ve tecavüzcülere kimyasal hadım cezasını öngören yönetmelik misal, bir tür ortaçağ uygulaması.
Avrupa’da tek tük uygulanması cezanın ilkel olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Feminist avukat Hülya Gülbahar’a göre bu tür cezalar muhafazakâr ideolojinin uzantısı ve haliyle Avrupa’nın muhafazakârlarınca da savunuluyor: “Muhafazakâr dünya görüşü insan bedenine her koşulda geri dönüşsüz cezalar verilemeyeceği fikrini benimsemiş değil. Dolayısıyla her fırsat bulduklarında linç, idam, hadım ve kısası savunuyorlar.”
Uygulandığı pek çok ülkede bu ceza pedofili hastalarıyla sınırlı. Bizde de böyle olsa dahi, memlekette tecavüzün azalacağını düşünmek saflık olur.
Bizdeki çocuk istismarı ve diğer cinsel suçlar kültürel ve dinsel kodlarla onaylanan davranışlar veya alışkanlıklar. “Gerçekten hasta olduğu için tecavüz eden veya çocukları istismar edenlerin oranı hepsi içinde yüzde 1’i geçmez” diyor Gülbahar. Ama bakıyoruz, kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel suçlar hasta ve sapık insanların yaptığı münferit olaylar gibi yansıtılıyor. Bu tutum, o suçu hazırlayan toplumsal koşulları, kadın ve çocukların sahibini erkekler olarak gören, erkeklere her şeyi yapma hakkını veren cinsiyetçi ve hiyerarşik toplum yapısını görmezden gelmek demek.
Cinsel suçların neredeyse tamamı bu toplumsal yapıdan kaynaklanıyor. Bu yüzden, hadım gibi cezalar hiçbir işe yaramaz. Nitekim, idam cezası olan Hindistan’da her gün kaç kadının tecavüze uğradığını sayamıyoruz bile. “Kellem gider, yeltenmeyeyim” diyen yok. Yani bu cezalar caydırıcı da değil.
Gülbahar yapılması gereken pek çok şeyin yapılmayıp bu tür uygulamaların kovalanmasını ‘komik’ de buluyor: “İstanbul Sözleşmesi kadınların kolayca ulaşabileceği cinsel şiddet kriz merkezleri açılmasını öngörüyor. Türkiye’de bir tane bile yok. Bir tane bile açılması düşünülmüyor. Bu yönetmelikle ise tecavüzcüler için tıbbi tedavi merkezleri açılmasından bahsediliyor. Kadınlar için uluslararası sözleşmelerin gereği olan şey yapılmazken, ‘Suçluları hadım edeceğim’ deniyor.”
Bu tür cezaların bireysel öç alma ve kısas mantığına dayandığını, kaynağını ilkel hukuktan aldığını söyleyen avukat Eray Karınca, kimyasal hadımın işin kolayına kaçmak olduğunu söylerken “Aynı mantıkla giderseniz, hırsızlık yapanın da kolunu kesin!” diyor ve bu yönetmelikle ilgili hukuki sıkıntılara işaret ediyor:
“Yetkiyi infaz hâkimliklerine vermişler. Bu iş, görevi sadece çıkan kararları uygulamak olan infaz hâkimliklerine bırakılamaz. İnfaz hâkimlerinin böyle bir yetkisi olamaz. Hâkimlik geçici tedbirlere imkân verir; mahkeme ise esasa ilişkin karar verir. Bu esasa ilişkin bir karardır, dolayısıyla böyle bir kararın mahkeme tarafından verilmesi lazım. Veren merci de, dayanağı olan kanun da yanlış.”
Karınca, vücut bütünlüğünü bozan, insan haklarını bu raddede ilgilendiren bir konunun yönetmelikle düzenlenemeyeceğini, yönetmeliğin iptali için Danıştay’a başvurulabileceğini ve infaz kanununun AYM’ye götürmesinin istenebileceğini vurguluyor: “Muhtemelen de götürür. Çünkü bu yönetmelik hem Anayasa’ya hem de insan haklarına aykırı.”
Hadım gibi cezalar sebep odaklı olmadığı gibi, sonuç odaklı da değil. Sadece kurban seçiliyor. “İdamlar da öyle değil mi?” diye soruyor Gülbahar, “Tecavüzcüler içerisinde en zayıf görünenler seçilecek. İki tinerci çocuğu hadım edecekler misal. İran’da idam var ama hatırlayın, bir kadını otelde devlet görevlilerine peşkeş çekmeye kalktılar, kadın kendini pencereden attı, öldü. Yani, ülkede idam var ama sen kadını zorla devlet yetkililerine ‘ikram’ edebiliyorsun.”