Sunay Sadet Hatice ve Özgen Sadet’in annesi
Size son mutlu günlerimizin fotoğrafını anlatmak istiyorum. Baktıkça ne kadar içten gülümsediğimizi gördüğüm, baktıkça tekrar o zamanlara dönmek istediğim, baktıkça daha da fazla bakmak istediğim...
Bu fotoğraftakiler yanımda olmalarına hasret duyduğum, dünyanın en umutlu gülüşlerine sahip çocuklarımı… Soldaki Suruç’ta katledilen kızım Hatice Ezgi Sadet. Sağdaki ise ortanca kızım Özgen Sadet.
Ben ise bu mutlu günlerin anılarına bakan, çocukları için çaresizlikle yanıp tutuşan bir anneyim… Bu mektubumda sizlere kızım Özgen’in yaşadıklarını anlatmak istiyorum. Maalesef Haticemin acısının ardından Suruç Katliamının yıldönümüne günler kala beni Özgenim’den de ayırdılar.
Suruç katliamının yaşandığı 20 Temmuz benim içimde kanayan bir yara olarak kalacak yaşadığım süre boyunca… 20 Temmuz benim gözümden sakındığım, gülüşüne kıyamadığım biriciğimin, canım Hatice’min katledildiği, yaşamak ağrısının boynuma asıldığı gündür… Onu nasıl toprağa koyduğumu, bu gücü nasıl bulduğumu hala daha bilmiyorum. Bu duygularımı anlatmak için bildiğim tüm kelimeler yetersiz kalır. Onun sesinin, yüzünün, gülüşlerinin olmadığı bir hayat benim için yeterince ağır ve zorken bu fırtınanın bitmek bilmediğini bir kez daha anladım.
Geçtiğimiz ay Gezi anmasının dördüncü yılı için Taksim Dayanışmasının yaptığı bir çağrıyla ortanca kızım Özgen Taksim’e gitti. Olaysız, sıkıntısız geçen bir anmaydı. Ancak ne olduysa bu anmadan sonraki günlerde oldu. Önce arkadaşlarını teker teker göz altına aldılar. 7 günlük gözaltı süresi sonunda bu arkadaşlarını mahkemeye çıkarmak için Çağlayan adliyesine getirdiler. Özgen de bu mahkemeyi dinlemek için adliyeye gitmişti. Telefonda konuştuğumda henüz mahkemenin başlamadığını söyledi. Aradan yarım saat geçmeden Özgen’in gözaltına alındığını söylediler. O an yaşadığım üzüntüyü tarif edemem. Hemen Çağlayan’a gittim, avukatlar ertesi gün mahkemeye çıkarılacağını söylediler.
Yıkılmış bir halde eve geldim. Yolda nasıl geldiğimi, neler yaşadığımı bir ben bilirim… Metrobüste gözlerim yaşlı ama etrafım dolu ağlayamıyorum. Evde gelen giden insanlar dolu ama anlatamıyorum çaresizliğimi, üzüntümü. Neticede yalnızca “Neden Geziye gittiniz?” sorusunun olduğu bir dosya ile Özgen’imi de tutukladılar.
Bir evladımı çocuklara yardım götürdü diye toprağa koydum, bir evladım yalnızca anmaya katıldı diye cezaevine koydum. Aklımda yalnızca mutlu günlerimizin hayali, sanki onlar bana ait değilmiş gibi, ne oldu, ne yaşıyorum, kime, nereye gitsem... Çaresizlik içerisindeyim.
Bakırköy cezaevine götürüldüğünü öğrendim ancak hemen göremedim. Onu görmek için bir hafta beklemem gerekti. Ömrümde yaşadığım en uzun haftalardan biriydi. Geçmek bilmeyen günler, saatler, dakikalar…
Temmuz aylarını hiç sevmem... Bu aylar bana, aileme, çocuklarıma hep yıkım getirdi. Birkaç gün sonra Suruç katliamının yıl dönümü gelecek. Haticem’siz ikinci yıl, sanki hala daha gülümseyerek gelecekmiş gibi.. Aynı acıları yeniden yaşamak neymiş, ben anladım, öğrendim. Onun özlemi, acısı, kederi hala içimde kor ateş, her gün beni bir taraftan kavuruyor. 14 Temmuz bu katliamın ikinci duruşmasının tarihi. Adaletsizlik, çaresizlik bir taraftan beni kemiriyor. Oraya gittiğimde onu alıp geleceğimi, burada kaldığımda mezar taşının altından kalkıp “Anne ben buradayım” demesini, sarılmasını, öpmesini beklemenin hayalleri gözüme görünüyor.
Bu zamanlar Özgen’le aramıza duvarlar girmesi, onla görüşebildiğim dakikaların sayılı olması ve elimden hiçbir şey gelmeyişinin zamanı. Onun sesini duymak, yüzünü görmek, çocuğuma yaklaşmak için cezaevi kapısında beklerken geçen zaman dakikalarla değil, ancak bir ömürle ölçülebilir.
20 Temmuz 2015 yalnızca bizim ailemiz için değil, yaşadığımız ülke için de birçok adaletsizliğin, haksızlığın, acılarla dolu bir dönemin başlangıcı oldu. Nereye kafamızı çevirsek bir çığlık duyuyoruz “Adalet!” diye. Ben de kendi çığlığımı, sesimi duyurmak istedim.