Korkut Boratav*
Bank of International Settlements (BIS), dünyanın önde gelen altmış merkez bankasının üye olduğu uluslararası bir kuruluştur. “Merkez bankalarının bankası” diye bilinir; üyelerine akıl verir; bankaların izlemesi gereken standartları oluşturur; finansal konularda araştırma yapar.
Herve Hannoun ve Peter Dittus, geçen yıla kadar bu bankada Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreter olarak görev yapmışlar ve bu yakınlarda Devrim Gerekiyor (Revolution Rquired) başlıklı bir “manifesto” yayımlamışlar. Bankacılardan “devrim çağrısı” beklenmez. 114 sayfalık manifestoyu bu nedenle merakla okudum.
Karşıtlıklardan oluşan ilginç bir bileşke ortaya çıkıyor: Bir anlamda tutucu bir dünya görüşü: Kapitalizmin temellerinin aşınmasından tedirginlik ve borçlanarak büyüyen devletlere muhalefet...
Öte yandan, Batı’daki devlet borçlanmasının NATO’nun saldırgan politikalarından kaynaklandığını vurgulayan bir eleştiri... Büyük merkez bankalarını teslim alan finans çevrelerinin yol açtığı toplumsal yıkımların teşhisi… Bunlara, iklim değişikliklerine karşı duyarsızlık eleştirileri de ekleniyor.
Tespitler, Manifesto’nun ilk sayfasında özetleniyor:
“İklim değişikliği hızlanıyor. Dijitalleşme ve küreselleşme ücretleri aşındırıyor. Gelir eşitsizlikleri artıyor. Jeopolitik kargaşa yaygınlaşıyor. Yalanlar, gerçek gibi sunuluyor. Gerçekler susturuluyor... Savaş fitili ateşleniyor… Halk kızgındır. Karl Marx’a göre kapitalizm, kendisini yok edecek bir devrimin tohumlarını ekmekteydi. Biz ise G7 ülkelerindeki modelin bir piyasa ekonomisinin temellerini aşındırdığını; …bir sonraki finansal çöküntüye yol açacağını [ve]… kapitalist sistemin dayandığı pek çok inancı sorgulatan bir sistem krizi doğuracağını düşünüyoruz."
Bankerler, eleştirdikleri “G7 modelinin”, aslında “Batı toplumlarının ABD öncülüğünde biçimlenen neoliberal örgütlenmesi” olduğunu belirtiyorlar. Neoliberalizm, “bütün varlıkların özel mülkiyet haklarının güvencesi altında olmasına ve ekonomik aktörlerin kendi çıkarlarını izlemesine” dayanır (s.83).
İki bankere göre neoliberalizm, sistemi tehdit eden bir saatli bombadır ve patlamaması için bir “düşünce devrimi” gereklidir. Bu devrim, “sürdürülebilir, az karbon kullanan, askerî tırmanmayı durduran; azınlığın çıkarlarına değil, ortak çıkarlara öncelik veren; ekonominin meyvelerini daha adil dağıtan; … yıllardan beri ekonomik ve finansal çıkarları hizmetkârı olan devletin tekrar daha geniş bir rol üstleneceği” bir ekonomiyi hedeflemelidir.
Hannoun ve Dittus, böylece, tırmanan askerî harcamalardan kaynaklanan borçların, finansal ve ekonomik çıkarların hizmetkârı bir devlet yarattığını düşünmektedir: Finans kapitale borçlanarak dev savaş sanayiini besleyen ve insanlığı tehdit eden devletler…
Alternatif, olsa olsa, bu iki sermaye grubunu vergileyerek (yani borçlanmadan) toplumun ortak çıkarları için harcama yapan dengeli bir devlettir.
Gerektiğinde kamu açıklarını savunan Keynes’gil maliye politikalarına göre elbette “tutucu” bir seçenek ima ediliyor… Son tahlilde “piyasa ekonomisinin temellerini, kapitalist sistemin dayanaklarını korumak” hedeflendiği için de tutucu… Ancak, bu tutucu öz, bugünkü kapitalizme dönük sert bir eleştiriyi önlememiştir.
“Çizmeden Yukarı” Eleştiriler
İki bankerin bugünkü kapitalizme dönük eleştirilerinin bir bölümü, yakın geçmişin (özellikle 2008 krizi sonrasındaki) iktisat politikaları ile ilgilidir. Bir bölümü ise Batı’nın dış politikalarına odaklanıyor; daha eskiye, SSCB’nin yıkılışına ve sonrasına taşınıyor. Önce bunlara bakalım.
Manifesto’nun 4. Bölümü, Savaşa Doğru Uyurgezerlik başlığını taşıyor ve 1989 sonrasındaki Batı, NATO ve AB dış politikaları sert eleştirilere hedef oluyor.
Bankerlere göre, Rusya ile Batı arasında askerî bir çatışma olasılığı bugün zirveye çıkmıştır ve NATO’yu ve AB’yi Doğu’ya doğru genişletme politikalarından kaynaklanmıştır.
Manifesto, SSCB’nin dağılmasının, Sovyet anayasası çiğnenerek ve halk muhalefetine rağmen gerçekleştiğine işaret ediyor. Benzer bir dağılma Yugoslavya’da gerçekleşmiştir. Batı devletlerinin katkıları ima ediliyor.
Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılımı, Almanya’nın birleşmesi sırasında Sovyetlere verilen güvence çiğnenerek gerçekleşmiştir. Rusya sınırlarında milyonluk orduların manevraları, (bankerlere göre) Rus halkına 1941’deki Nazi güçlerinin SSCB sınırındaki yığılmasını hatırlatmakta; Rus milliyetçiliğini kışkırtmaktadır.
SSCB’nin son bulmasıyla oluşan barış primi, yani astronomik savaş harcamalarını aşağı çekme fırsatı Batı devletlerince kullanılmamıştır. Tam aksine askerî / sınaî lobi çeşitli (Gürcistan, Ukrayna, Kırım) yapay “kriz vesileleri” keşfederek bu harcamaları tırmandırmaktadır.
Hannoun ve Dittus, Batı’nın Suriye politikalarını da suçluyor. Bunlar terörü tırmandırmış; göçmen krizine yol açan felaketlerle sonuçlanmıştır.
Bankerler, anti-emperyalist öz taşıyan bu eleştirilerle, “çizmeden yukarı çıkmış” oluyorlar. Ama istikrarsızlık yaratan iktisadî sonuçlarına değinerek “hizaya geliyorlar”: Bu saldırgan politikalar Batı devlet borçlarını tırmandırmaktadır ve savaş riskleri finansal piyasalarda “fiyatlanmamaktadır”.
Merkez Bankaları Üzerinde Finansal Tahakküm
Hannoun ve Dittus’un iktisadî eleştirileri, büyük ölçüde 2008 krizi sonrasında merkez bankalarının uyguladığı astronomik likidite genişlemeleri ile bağlantılıdır.
Bankerlere göre, bu politikalarla büyüme hedeflenemez. Para yaratarak servet ve gelir yaratılamaz. Batı’nın büyüme hızı, nüfusun yaşlanması, verim artışlarının yavaşlaması ve borç yükü nedeniyle düşüktür. Üçüncü dünyanın emek depoları, Batı ücretlerini aşağı çekmekte; emek verimini yükseltecek yatırımları frenlemektedir.
Parasal genişlemenin gerekçesi olarak gösterilen deflasyon (düşen fiyatlar) ise, abartılmaktadır; pek çok ülkede geçersizdir. Para arzını pompalayarak enflasyonu yükseltme çabası bu nedenle de yanlıştır.
Manifesto hatırlatıyor: Batı merkez bankalarının bilançoları on yılda 3 trilyon dolardan 15 trilyona (on yedi bin milyara) çıkmış; negatif faiz oranları yaygınlaşmıştır. 7 trilyon (yedi bin milyar) dolarlık tahvil, fiilen negatif getiri içermektedir. Faiz oranlarında yüzde 1’lik bir artış, 40 trilyon dolarlık ABD tahvillerinin 2,4 trilyon servet kaybına uğraması anlamına gelir. Tahvil sahiplerinin bu boyuttaki kayıplarını önleme çabası, likidite pompalamasını kalıcı hale getirebilir. Yüksek getiri arayışları ile, servet (varlık) değerlerini artırmak isteyen çevreler arasındaki karşıtlık, büyük bir finansal çöküntü olasılığını artırmıştır.
Bankalar negatif (eksi) faizleri mevduata taşıdığı ölçüde, nakit paraya (banknotlara) talep artacaktır. Bu olasılığı önlemek için tamamen banknotsuz bir ekonomi tasarımları başladı. Nakitsiz / banknotsuz günlük hayat, yoksullar için çekilmez olacaktır.
Hannoun ve Dittus’a göre, Batı ülkelerinde''merkez bankaları, finansal piyasaların tahakkümü altına” girmekte; yani “para politikaları finansal piyasalarca tutsak alınmaktadır” (ss.33-34).
İki banker, finans kapital kavramı yerine finansal piyasalar terimini yeğlemektedir. Bu piyasaları yönlendiren güçlü aktörlere ilişkin örnekleri ise, büyük finans sermayesini işaret etmekte; suçlamaktadır.
İnsanlar Kızgın ve Endişeli
Manifesto’da Bölüm 7, finansal politikaların Batı halk sınıfları üzerindeki etkilerini gözden geçiriyor. İlk tespit şudur: “Sıradan yurttaşlar endişeli ve kızgındır, …çünkü kendilerini ekonomik olguların tehdidi altında hissediyorlar; iktisat politikalarında haksızlığa uğradıklarını ve bunları değiştirecek güçlerinin olmadığını düşünüyorlar.” Tehditkâr ekonomik olgular, “artan eşitsizlikler, pahalılık, işsizlik, güvencesiz istihdam ve emeklilik sorunları” olarak sıralanıyor (s.74).
Tepkiler yaygındır; siyasete taşınmaktadır. Bankerler, Wall Street’i işgal ve Podemos gibi “sol”dan veya Brexit ve seçimlerde güçlenen popülist akımlar gibi “sağ”dan yansımalara işaret ediyor.
Manifesto, bu “kızgınlık ve endişelerin” nicel boyutlarını, finansal politikalara bağlayarak inceliyor.
Ayrıntıları aktarmak gereksizdir. Sadece iki alandaki tespitlere değineceğim.
Batı Merkez bankaları deflasyon (“düşen fiyatlar”) “efsanesi”nde ısrar ederken tüketiciler “yüksek ve artan hayat pahalılığından” yakınmaktadır. Hannoun ve Dittus, tüketicilerin haklı olduğunu, örneğin Batı Avrupa tüketici fiyat hareketlerinin, AMB’nin resmî fiyat istatistiklerini yüzde 6-7 oranında aştığını ileri sürüyor. Ücretlerin aşınma temposu, bu nedenle de hızlanmaktadır.
Gevşek para (düşük faiz) politikalarında ısrar, Manifesto’ya göre, borsalara emanet edilen emekli fonlarına büyük riskler taşımıştır. Fonları yöneten finansal kuruluşların cari gelirleri aşınmakta; yükümlülükleri tırmanmaktadır. İflaslar ve emekli tasarruflarının “buharlaşma” riski gündemdedir.
Öte yandan, faizlerdeki düşme, çalışan nüfusa belli bir emekli aylığını sağlayabilecek prim yüklerini tırmandırmaktadır. Özel sigortalara dayalı emeklilik sistemlerinin ücretlilerin katkılarıyla sürdürülmesi güçleşmektedir. Manifesto bu açmazı sayısal örneklerle açıklamaktadır. Bu durum, tüketim harcamalarında durgunluğa katkı yapan etkenlerden biridir.
***
İki kıdemli bankerin Devrim Gerekiyor manifestosu, emperyalist devletlerin (G7’nin) dünya halklarını dört nala savaş ve yıkıma sürüklemekte olduğunu tespit ediyor. Finans kapitalin devletleri tutsak aldığını, halk sınıflarını çaresiz bıraktığını nicel kanıtlarla ifşa ediyor. Bu olguları emperyalizm ve finans kapital kavramlarını kullanmadan, açıkça ortaya koyuyor. Çizdikleri tablo da bana, Haiti folklorunun ünlü “Zombiler” efsanesini hatırlatıyor: “Zombiler” gibi kapitalizm de ölmüştür; ama farkında değildir: Çevresine yıkım getirmekte; yaşayanları gerçekten öldürmektedir…