Mahfi Eğilmez
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) yasayla kendisine verilmiş olan temel görevi “fiyat istikrarını sağlamaktır.” Kimileri fiyat istikrarını sağlamak ifadesini enflasyonla mücadele etmek olarak tercüme ediyor. TCMB’nin yürüttüğü enflasyon hedeflemesi uygulamasına bakınca bu tercümenin çok da yanlış olmadığı izlenimi ortaya çıkıyor.
Merkez Bankası ve para politikası denildiğinde akla üç politika bileşeni gelir: (1) Faiz politikası, (2) Açık piyasa işlemleri (APİ), (3) Karşılıklar politikası. Merkez Bankası halktan mevduat kabul etmez ve halka kredi vermez. Mevduat kabul ettiği ve kredi verdiği kurumlar kural olarak yalnızca bankalardır. Geçmişte kamu kesimine de kredi verirdi ama günümüzde bu uygulama terk edilmiş bulunuyor.
Bankalar, gün sonunda ellerinde kalan fazla parayı Merkez Bankası’na yatırır ya da gün sonunda hesapları açık kalmışsa o kadar parayı Merkez Bankası’ndan borç alırlar. TCMB bu işlemlerde kendisine borç verenlere yüzde 5 faiz veriyor, kendisinden borç alanlara ise yüzde 11,50 faiz uyguluyor. Buna “fonlama faizi” adı veriliyor. Sokak dilinde ise alt ve üst limitlerin bir koridor oluşturduğu görüşünden hareketle “koridor faizi” dendiği de oluyor.
TCMB, piyasaya ek likidite vermek istediğinde yüzde 11,5 oranındaki tavan faizi düşürmesi gerekiyor. Bu durumda bankaların daha ucuza fon bulabilecekleri için maliyetlerinin azalması ve dolayısıyla kredi faizlerinin düşmesi bekleniyor. Daha ucuza fon bulan bankalar daha ucuza kredi verince ekonomide canlanma ortaya çıkması bekleniyor. O nedenle ekonominin canlandırılmasını savunanlar fonlama faizi oranının düşürülmesi gerektiğini öne sürüyorlar.
Para politikasının ikinci aracı olan açık piyasa işlemleriyle (APİ) Merkez Bankaları, ellerinde tahvil bulunduranlardan tahvil satın alarak ya da kendi elindeki tahvilleri piyasaya satarak piyasadaki likiditeyi denetleyerek ekonomide etki yaratmayı hedefler.
Günümüzde TCMB, bankaların likidite ihtiyacını gecelik borçlanmadan daha uzun vadeli çözebilmek amacıyla onlarla haftalık repo işlemleri yapıyor. Yani APİ işlemlerini haftalık repo ihalesi aracılığıyla yürütüyor. TCMB’den haftalık fon kullanmak isteyen bankalar ellerindeki tahvilleri TCMB’ye vererek karşılığında ihtiyaç duydukları parayı alıyor ve buna faiz ödüyorlar.
TCMB, haftalık repo yoluyla yürüttüğü APİ işlemlerine uyguladığı faize “politika faizi” adını veriyor. Bunun da bugünkü oranı yüzde 5,75.
Bir faizin politika faizi adını alabilmesi için piyasa faizini etkileme gücü olması gerekiyor. Bankalar, uzun süredir TCMB’den gecelik fonlama yapıyorlar yani yüzde 11,5 oranıyla gecelik borç alıyorlar. Buna karşılık haftalık repo ihalesiyle fon kullanımları çok daha düşük. Bu durumda piyasaları etkileyen faiz “fonlama faizi” oluyor. O zaman gerçek politika faizinin de APİ’ye uygulanan faiz değil gecelik faiz olması gerekiyor.
Bankalar kaydi para yaratırlar. Örneğin yüzde 10 mevduat karşılığı uygulaması olan bir sistemde bir kişi bankadan 100 TL kredi aldığı zaman kişi bu parayı hemen çekip kullanmıyorsa banka bunu o kişinin hesabına mevduat olarak yazar. Banka bu mevduata yüzde 10 üzerinden 10 TL karşılık ayırır ve bu karşılığı Merkez Bankası’na yatırır. Kalan 90 TL’sini bir başkasına kredi olarak verebilir. Bunu yaptığında o parayı yeni kredi kullanan kişi adına mevduat yazar ve bu kez 90 TL’nin yüzde 10 karşılığı olan 9 TL’yi Merkez Bankası’na karşılık olarak yatırır. Bu sistem sonucunda bankaya yatan 100 TL mevduat 1000 TL’lik kredi yaratır. Buna kaydi para deniyor. Bunun karşılığında da Merkez Bankası’na 100 TL karşılık yatırılmış olur.
Merkez Bankası ekonomiyi soğutmak istediğinde kredi hacmini düşürmek için karşılık oranlarını artırır, ekonomiyi canlandırmak istediğinde ise kredi hacmini artırmak için karşılık oranlarını düşürür. Karşılık oranını yüzde 10’dan örneğin yüzde 20’ye çıkardığı zaman ayrılacak karşılık miktarı artacağı için yaratılacak kaydi para miktarı düşer ve bu yolla da daha az kredi açılabilir. Böylece Merkez Bankası kredi piyasasını etkileyerek ekonomiyi soğutmuş olur.
TCMB TL mevduata ve yabancı para cinsinden mevduata farklı oranlarda zorunlu karşılık uygulamaktadır. Bir başka oran farklılığı da mevduatın vadesine göre ortaya çıkmaktadır. TCMB zorunlu karşılık olarak kendisinde bulundurulan paralara faiz ödememektedir.
Vadeye göre değişmekle birlikte TL ve yabancı para mevduatlarda zorunlu karşılık oranı ağırlıklı olarak yüzde 11’dir. Yani bankalar kendilerine yatırılan 100 TL’lik mevduat için 11 TL, 100 USD’lik yabancı para mevduat için de 11 USD, 100 Euro’luk mevduat için 11 Euro karşılık ayırıp TCMB’ye yatıracaklardır.
TCMB, piyasada TL likiditesi bırakabilme ve döviz rezervini güçlendirmek üzere TL mevduat için belirli bir oranda (son düzenlemeye göre mevduatın yüzde 60’ına kadar) yabancı para karşılık yatırılabilmesini kabul etmektedir. Bu opsiyonu kullananlar için TCMB, TL mevduat için yatırılabilecek döviz karşılıklarını hesaplarken rezerv opsiyonu katsayısı (ROK) denilen bir katsayı uygulamakta ve piyasa kuruyla hesaplanan miktardan daha yüksek bir dolar karşılığı almaktadır.
Para politikası dediğimiz şey yukarıda değinilen üç enstrümanı kullanarak para miktarını etkilemeyi ve bu yolla genel olarak ekonominin gidişini, özel olarak da fiyat istikrarını sağlamayı hedefler. Merkez Bankası bunlara ek olarak TL’nin dış değerinin istikrarını sağlamak amacıyla doğrudan ya da ihale açmak suretiyle düzenli ya da düzensiz döviz alım satımı da yapabilir. Döviz alım satımı yaparak ilk bakışta fiyat istikrarı hedefinden uzaklaşmış gibi görünse de bu müdahalenin altında TL’nin dış fiyat istikrarını ve oradan giderek de iç fiyat istikrarını sağlamak yatar.
Kimileri kura müdahaleyi kur politikası adı altında ayrı bir para politikası aracı olarak değerlendirirken kimileri de bunu, öteki politikalar açısından tamamlayıcı bir araç olarak nitelendirirler.
Kura müdahale nitelik ve süre olarak arttıkça dalgalı döviz kuru rejiminden (free float) müdahaleli dalgalı döviz kuru rejimine (dirty float) geçiş söz konusu olmaktadır.
Bu yazı Mahfi Eğilmez'in www.mahfiegilmez.com blogundan alınmıştır.