Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli oyunculardan olan Metin Akpınar'ın hayatını anlatan "İyi ki Yapmışım" isimli yapım Netflix'te yayına girdi. Akpınar, 1992'den bu yana sahneye çıkmamasını, "Çağdaş teknolojiyle tiyatroyu karmak gerekirdi, onu yapamadık. Buna üzülürüm. Ayrıca biz oyunculuk dışında biraz filozof olduk giderek. Bilge mertebesine ise ulaşamadık." ifadeleriyle anlattı.Akpınar, sanatçının muhalif olması gerektiğini belirterek, "Sanatçı bir de özgür olmak zorundadır ama bizim ülkemizde, bazı Batı ülkelerinde de böyle bir şey yok. Düşüncenin de en saygın biçimi sanat. Düşünce özgürlüğü yoksa sanat özgürlüğü ve sanatçı özgürlüğü de yoktur. Ve bizim siyasi otoritelerimiz, hiçbir zaman, düşünce özgürlüğü ile barışık olmamıştır" diye konuştu.
Haftalık yayınlanan Gazete Oksijen'den İlke Gürsoy'un Metin Akpınar'la yaptığı söyleşiden satır başları şu şekilde...
Bu belgesel sadece büyük bir sanatçının kariyerini anlatmıyor. Bir Türkiye hikayesi çiziyor bize.
"1941’den 80 yaşına gelene kadar yaşadığımız çizgi enteresandı. Sadece bizim sanatsal etkinliklerimiz değil, fonda olan olaylar inanılır gibi değil. İkinci Dünya Savaşı’nda doğmuşum. Nüfus kağıdımda “Ekmek verildi”, “Basma verildi” gibi şeyler yazıyor. Gıda gramlarla, her bebeğe kaç gram tahin verileceği tespit edilmiş.Üstelik babam da ikinci askerliğine çağrılmıştı. 3.5 ihtilal gördüm. Başbakanların, cumhurbaşkanlarının sayısını hatırlamıyorum. O dönemin fonunu da biraz bizim objektifimizden anlatmak önemliydi. Bence başarılı bir belgesel çıktı."
Bu belgesel için tek başınıza yola çıktınız. Ne anlatmak istediniz? Nasıl bir ihtiyaçtı?
"Biz son yüzyılın 25 senesinde başarılı bir kabare tiyatrosu tarihi yaşadık. Çok tevazu göstermek istemem. Haldun Taner sayesinde, bizim de emeğimizle Türk tiyatro tarihine altın harflerle yazılan bir bölümdür. Orada ben tiyatro işimin bittiği kanaatine vardım.Eksik olan bir belgesel, bir kitap, bir de müzeydi. Emrihak vaki olmadan bunları yapmak istiyordum. Artık 80 yaşına geldik. Sanatçılar ölmez çünkü sabit eser bırakır. Oysa tiyatro buza yazı yazmaktır, ondan bir şey kalmıyor. O nedenle bir belgeselle bir şey bırakmak iyi olur diye düşündüm.Bir de biz giderek mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olduk. Ona ulaşmanın da zorluğunun farkındayım ama hiç değilse vasatı iyiye, iyiyi en iyiye çekmeye çalıştık. Selçuk Metin iyi bir yönetmen. Haldun Taner belgeselinden biliyorum kendisini. Konuştuk ve başladık. Benim son üç dileğimden biriydi."
Bir Metin Akpınar belgeseli ve her ne kadar dakikalarca onu görsek de, Zeki Alasya konuşmuyor. O sahnede oturup sizi anlatamadı. Anlatsaydı ne derdi?
"Biz birbirimizi çok anlattık. Orada bir eksiklik yok. Hep beni son dönemin en büyük oyuncularından biri diye tarif ederdi. Biz sahnedeyken de hep başrolleri bana verdi. O da dekora, kostüme, yönetmenliğe soyundu. Öyle bir denge kurdu. Aktör olarak beni çok yüceltir, ben de karşılıklı olarak bizi yüceltirim.
Gözünden bir ışık geçtiği zaman ben nereye gideceğini yakalarım. O da beni yakalar. Beynimiz normalden fazla çalışmaya başlar. Nereye kadar gidecek, oyuna nasıl döneceğimizi düşünmeye başlarız. Yani bir tur paranoyadır, bir tür satrançtır. Beş hamle, altı hamle sonrasını görmek zorundasınız. Böyle bir şeyi başarmış iki partneriz biz."
Geçinemediğiniz konu neydi?
"Para. Zeki’ye şimdi 10 milyon ver, yarın sor, olmayabilir. Paranın kıymetini bilmeyen bir adamdı. Merhametli adamdı, dağıtırdı ve harcardı. Biz ortalama gelir seviyesinin altında bir popülasyonda yetiştik. O yüzden bir oyuncak tutkusu içimizde hiç ölmedi. Zeki’de de vardı.Bir insanın yedi tane arabası üç tane teknesi olur mu? 1951 model Austin arabası dağlarda çürüdü, Orijinal Mercedes kayıp, bilmiyoruz nerede. Teknelerden biri tezgahta kaldı. Böyle bir doyumsuzluğu vardı, o yüzden de para dayanmazdı. Parayı da ortadan çekmek isterdi. Ben de tiyatronun ekonomisini idare ettiğim için yedek akçe ayırırdım. Bana vermiyorsun diye kızardı."
1992’den beri sahneye çıkmıyorsunuz. 50’lerinde, 60’larında bir Metin Akpınar eğer aktif tiyatronun içinde kalsaydı çok daha yüksek bir oyunculuk seviyesine ulaşabilir miydi? Bu anlamda büyük bir yeteneğin ve tecrübenin kullanılma fırsatı kaçmadı mı hepimiz için?
"Hayır. Oyunculuk olarak vardığım yer belki daha ileri gidebilirdi ama sanatçının olmuşu olmaz zaten. Ben oldum diyen düşer. Ben oyuncu olarak, özellikle kabarede iyi bir çizgiye geldim. Daha üstüne çıkamazdık. Ama çağdaş teknolojiyle tiyatroyu karmak gerekirdi, onu yapamadık. Buna üzülürüm. Ayrıca biz oyunculuk dışında biraz filozof olduk giderek. Bilge mertebesine ise ulaşamadık."
Bir sanatçıyı barışık olmak mı kavgalı olmak mı daha çok besler?
"Sanatçı muhalif olur. Sanatçı bir de özgür olmak zorundadır ama bizim ülkemizde, bazı Batı ülkelerinde de böyle bir şey yok. Düşüncenin de en saygın biçimi sanat. Düşünce özgürlüğü yoksa sanat özgürlüğü ve sanatçı özgürlüğü de yoktur. Ve bizim siyasi otoritelerimiz, hiçbir zaman, düşünce özgürlüğü ile barışık olmamıştır. Dolayısıyla da sanatçıyla da barışık olmamışlardır. Nazım Hikmet’ler, Rıfat Ilgaz’lar, Aziz Nesin’ler… Bu çok üzücü bir şey maalesef, hâlâ devam ediyor. Ben davadan beri ölü taklidi yapıyorum."