Dört gün önce (13 Ağustos 2014) hayatını kaybeden Beşiktaş’ın Onursal Başkanı Süleyman Seba’yı, başkanlığı döneminde takımda top koşturan Metin-Ali-Feyyaz üçlüsü anlattı. Beşiktaş’ta oynadıkları sırada Süleyman Seba’nın bir abi gibi oyunculara yaklaştıklarını anlatan Metin Tekin, Ali Gültekin, ve Feyyaz Uçar, Seba’nın futbolcuların maaşlarını ödemek için ipotek yaptırmasına “Gerekiyorsa mutlaka yapmıştır. Zaten tek varlığı da eviydi” dedi.
Metin Tekin, Ali Gültekin, Feyyaz Uçar’ın HaberTürk’ten Nazenin Tokuşoğlu’un sorularını yanıtladıkları (17 Ağustos 2014) söyleşinin bir kısmı şöyle:
Cennet tarihi transferini yaptı... Sizce geriye ne kaldı?
Ali: Futbola dair söylenebilecek güzel her şey...
Metin: Nezaket...
Feyyaz: Samimiyet... Onu bir kelimeyle anlatın desem de bunları mı söylerdiniz?
Ali: Karakter. Kelime yuvarlak ama içinde barındırdıklarıyla nasıl fark yaratıldığının en güzel örneği Süleyman Seba’dır. Nezaket, dürüstlük, öngörü, iyilik, vizyon, irade diye de gider. O karakter hepsini içinde barındırması açısından çok güzel bir örnek... Metin: Dürüstlük ve nezaket ilk aklıma gelenler... Ve tabii ki sizler... Ben ne şanslıyım ki sizin futbolunuzla büyüdüm ama bu demek değil ki şimdiki nesil şanssız çünkü siz hâlâ varsınız ve Süleyman Seba gibi değerlerin düşüncelerini, felsefelerini yeni nesle aktarmak için bizimlesiniz. Arkasından ağlamak yerine onu anlatmak noktasındasınız gördüğüm kadarıyla...
Metin: Başkanın o kadar sağlık sorunları vardı ki, o anlamda kesinlikle artık ağlama kısmını bir kenara bırakmak gerekiyor. Bir gün hepimiz öleceğiz. Önemli olan nasıl bir hayat yaşadığın, geriye dönüp baktığında gençlere artı olarak ne bıraktığın... Ne mutlu ki Süleyman Seba çok şey yaptı ve daha da önemlisi fark edildi. Allah herkese böyle bir veda nasip esin. Tavır, davranış ve eylemleriyle hep bizimle olacak. Bunların hiçbirini hesap kitapla yapmadığı için bu kadar iz bıraktı.
Süleyman Seba olmak ne demektir?
Feyyaz: Planlı programlı çalışmak ve net bir hedef koymak. Başkanın en büyük avantajlarından biri de daha önce bir futbol geçmişi olmasıydı. Futbolu bu kadar içinden gelerek sevmesiydi. Ne yaparsanız yapın, yaptığınız işi sevin. Süleyman Seba sabah akşam futbol düşünürdü, futbolla yatıp kalkardı. Tabii ki yanlışlar oluyor. Hatasız insan olmaz ama içinizdeki o karşılığı olmayan derin sevgi, eninde sonunda doğru yolu kişiye bulduruyor. Sevmek her şeyden önce gelir. Bir de işin maddi tarafını bırakıp önce manevi tarafına yönelmek lazım. Bence Süleyman Seba’nın en büyük artısı buydu. Biz işimiz en doğru şekilde yapalım. İş doğru yapıldığında para zaten gelir. Transferler lehine dönüyor. Arz talep dengeleri oturuyor. Dürüstlükten yola çıkmak lazım. Sebalı Beşiktaş’ın başarısının sırrı buydu. Samimiyetle, elindeki imkânları bilerek ve ne olursa olsun “bir arada” hareket ederek sorunların üstesinden geldi. Ali: Gerçekten o samimiyet bize de geçti, sonrasında taraftara da geçti. Hiç kurgu olmadı hayatımızda. Metin: “Yapacağım” deyip yapmadığı bir şey olmadı. Ağzından çıkan her şey sözdü bizim için. Umarım her kulübe hatta camiaya böyle bir yönetici nasip olur. Maç olmadığı zamanlar ona giderdik, iki kadeh içerdi. Üç değil, bir de değil. Bazen ben de katılırdım. Otururduk pencerenin önüne. “Başkanım” derdim... “Heykeli de apartmanın karşısına dikmişsiniz ne güzel”. Tam evinin karşısındaki parkta dikiliydi heykeli. Çok komikti... “Metincim heykeldeki benim ama onu siz diktiniz” derdi. Ben “Başkanım” derdim o “Süleyman Abi de” derdi ama ben bir türlü diyemezdim. İlla başkan kelimesi çıkardı ağzımdan. Ali çok güzel derdi mesela “Abi”yi... Ali: Süleyman Abi... Çok sert görünürdü ama ne istersen söyleyebileceğin bir adamdı. Ne bir çekingenlik hissedersin ne de laflarına dikkat etme ihtiyacı... Bir insanın yaydığı enerji çok önemli. Eğer karşındaki insan pozitifse ona her derdini de anlatırsın, ağlarken gülersin de. Süleyman Abi geldiği andan itibaren bizim bir parçamızdı. Futbolculuk geçmişinin olması, camiada eski olması, yöneticilik geçmişinin olması... Az buz değildi yaptıkları. Ve bunları yaparken kimseyi kırıp dökmedi. Onun mantığına göre kırıp dökülerek yapsaydı bir kıymeti yoktu.
Şampiyonluğu kutlarken bile... Semra Özal’a “Beşiktaş halkın takımıdır ve öyle kalacaktır. Kutlamaları da sadece halkla sokakta yapacaktır” demişti...
Feyyaz: Onu bile nezaketle kutlamaya çalışırdı. Sadece halkın takımı olduğu için değil, diğer takımdakiler rencide olmasın diye...
Ali: Başkalarına saygı hayatının en önemli şeyiydi ve onunla vakit geçiren birinin onun bakış açısının akışına kapılmaması mümkün değildi. Sizler gerçekten olmaz mıydınız, Seba olmasaydı?
Ali: Onu bilemezsiniz. Hayatlarımızı yaşıyoruz ve geri sarıp başka bir hayat yaşama imkânımız yok. Aslında Metin- Ali-Feyyaz da tamamen tesadüfi olarak ortaya çıktı. Bir kriz yönetiminin getirdiği baskı neticesinde farklı bir maç oynanıyordu ve bir anda tribünlerden yükselen Metin-Ali-Feyyaz tezahüratı hayatımızı değiştirdi. Allahın takdiri herhalde. Metin: Ali’nin dediği gibi bir anda oldu. O zaman kadro bayağı genişti ve bir şarkı olarak doğdu bu üçlü. Aslında çok daha büyük bir bestedir bu. Bir dönemdir. Seba’dır, Rıza’dır, Şifo’dur, yöneticilerdir. Yaşanmış ve yaratılmıştır. Bugün başkanın eski görüntülerini izliyordum. “Biz hep gençlere güvendik, kendi kadromuza inandık. Onlardan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim” diyordu. O zaman o kadar dikkat etmemişim, o cümlenin değerini fark etmemişim. Şimdi o kadar iyi anlıyorum ki.
Güzel bir kadroydunuz...
Feyyaz: Kırılma noktaları çok farklıydı bizde. Bir kadro şampiyon oldu, sonra iki sene üst üste harika mücadele verdik ama son iki ya da üç haftada şampiyonluğu kaybettik. Şimdi bakıyorsunuz üç büyüklere altı ayda bir büyük transfer yapıyorlar. O zaman Seba ne yaptı? Kadroya hiç dokunmadı. Oyuncuların hepsini tuttu. Kaybederek kazanmayı öğrenen bir kadro oluştu. Arkasından da üç kere şampiyon olduk. İki sene üst üste şampiyon olamayan bir teknik adamla devam etme kararı da aldı. Şu dönemle karşılaştırdığında hiç normal değil aslında. Gordon Milne...
Ali: O zaman çok protestolar oldu tabii “Gitsin” diye. Seba kararında net olduğu için kaldı. Metin: Hayatımızın en güzel günleriydi. Feyyaz: Güzeldi evet... Salıları kondisyon idmanı, çarşamba taktik, perşembe bazen izin, cumaları sağdan soldan ortalar. Başta çok zorlandık. Metin: Özellikle o tek pas idmanları mahvetti bizi. Her idmandan sonra tek pas çalışıyorduk. Bocaladık tabii. Milne de oynuyordu işin komik tarafı... Ali: Ailecek oynuyorduk. Feyyaz: Aaa evet oğlu da geliyordu. Baba geride, oğul açıkta. Sonra gördük ki o antrenmanlar bizim daha akıcı oynamamıza, daha pratik düşünmemize sebep oluyor. Genelde idman sistemi aynıydı. Adam değişikliği bile aynıydı. “Ali for Metin” derdi. “Feyyaz for Ali”... O kadar. Ama bütün hazırlığı sağ olsun antrenmanlarda yaptığı için maçta ekstra bir müdahaleye gerek kalmıyordu. Saha dışında çok rahattık ama. Eğlenir miydiniz?
Feyyaz: Sanırım. Kamptayız. Aynı odada toplanıyorduk. Gece 3’te garson geldi tepsiyle, kan revan içinde, yine ne sipariş ettiysek. “Abi size kolej takımı diyorlar ama ben hayatımda bu kadar disiplinsiz bir takım görmedim. Buraya daha önce Fenerbahçe de geldi, Galatasaray da geldi. Ben hiçbir takıma böyle servis yapmadım” dedi, döndü gitti dinlemeden.
Ali: Gordon Milne’nin “Sen kaçta geldin, sen yedin mi” hiç böyle takıntıları yoktu. Feyyaz: Sonra Daum geldi yok “Aynı terliği giyeceksin” yok “Sen şuraya otur, kaptan gelmeden yemeğe başlanmaz”... Ali: Kendi içimizde bir oyun bulduk, “Böyle oynayalım” dedik. Milne ona bile müdahale etmedi. Metin: Finlandiya maçı vardı. Aynı oteldeydik. Bunlar kakara kikiri yiyorlar, içiyorlar. Ben oralarda dolanıyorum. “Tamam” dedim kesin yeneriz biz bunları. Ertesi gün 2-1 yendiler. Yani o muhabbet de en az birçok bilinen detay kadar önemli. Çok uzun süreler geçiriyorduk kamplarda. Ali: Başlarda kamp yapmadı Milne. Biz kendi aramızda yapıyoruz. Kendi iç disiplini çok acayipti bizim takımın. Milne de kamp olayına ayak uydurdu. Bu sefer biz bir gün öncesinde yine kendi aramızda toplanmaya başladık. Feyyaz: King oynardık, bir yandan tepside börekler gelirdi. King grubunu hatırlıyor musunuz? Metin: Metin, Ali, Feyyaz ve Şenol... Ali: Yeni transfer Şenol. Feyyaz: “King biliyorum” dedi oturdu karşımıza. King’i bilir misiniz, oyun sonunda en az bir kişi artı olur, en az bir kişi de eksi. Tek eksi Şenol çıktı, biz üçümüz de artı çıktık. Yine Metin, Ali, Feyyaz kaldık, yapacak bir şey yok.
Gerçekten sizin için evini ipotek etti mi?
Ali: Çok net bilmiyorum ama medyaya yansıyan haberler hep o şekildeydi, kimse de yalanlamadı. Bence doğrudur. Tabii o dönemler 3-4 milyon lirayla koca takımı yönetebilirdin, şimdiki gibi rakamlar söz konusu değildi. Başlarda o kadar bile değildi...
Metin: Gerekiyorsa mutlaka yapmıştır. Çünkü böyle bir durum varsa, elindeki tek varlığı da eviyse gözünü kırpmadan ipotek edecek zihniyette bir insandı. Zaten tek varlığı da eviydi.
Demişti ki “İyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunamaz”... Fotoğrafa geniş baktığınızda bu yaşadığımız hayatta birçok şey için söylenebilir. Filozof tarafı da var mıydı?
Feyyaz: Başkanın farklı zaman ve ortamlarda ağzından çok değişik laflar çıkardı. Kurgulamadan, içinden geldiği gibi... Bence kesinlikle filozoftu...
Metin: Verdiğin sözü tutmak denen şeyi ben başkanda gördüm ve sanırım onunla birlikte kayboldu. Şimdi belgelerle, imzalarla garanti altına alınıyor sözler. Kimse kimseyle sözle iş yapmaz artık ama bu sadece futbol için değil hayatın her alanı için geçerli. Sözün garanti yerine geçtiği dönemlerin çok iyi bir temsilcisiydi Seba. 6 mukavele yaptık biz Beşiktaş’la. Hiç sözleşme görmedik. Ali: Seba’nın verdiği söz üzerine imza attık sürekli. O zamanlardan aklımda kalan en güzel anı; biz girerdik sırayla imzaları atardık, hemen arkamızdan basın açıklaması yapardı başkan. “En büyük transferleri yaptık” diye. Yönetimin felsefesi buydu. Bize bu inancı daha güzel yansıtamazlardı. Metin: Tabii bu kararı veren bizzat başkandı. O kadar emindi ki “Hayır” diyebilecek kimse yoktu karşısında. Ali: İyi insan olmak hayatın her safhasında önemli. O gerçekten iyi bir insan olarak zor günler yaşayan bir kulübün kaderini değiştirdi. Şerefli ikincilik kavramı da bence altı çizilmesi gereken bir kavramdır. Ne olursa olsun yapabildiğinin en iyisini yap ama kimsenin hakkını yeme... İkinciliği böyle yakalamanın birincilikten daha şerefli ve değerli olduğunu kimse daha iyi anlatamazdı.