Güvenlik analisti ve T24 yazarı Metin Gürcan, hükümet çevrelerinin teröre ilişkin olarak ortaya attığı 'kokteyl terör' ve 'üst akıl' kavramlarının yanıltıcı olduğunu belirtti. "Ülkemiz, dünyada giderek adı Irak, Suriye, Afganistan, Somali ve Nijerya gibi ülkelerle anılan ‘terör ülkesi' haline geldi" diyen Gürcan, "Kokteyl terör kavramı, PKK-IŞİD-FETÖ bağlantısına vurgu yapıyor, artık zihnimizde tek bir terör bloğu yaratıyoruz. ‘Üst akıl' kavramı ile de bu PKK-FETÖ-IŞİD bloğunun, tam tanımlayamasak da ‘dış güçlerin' birer maşası olduğunu peşinen kabul ediyoruz. Bu iki kavramın zihinlerimizde yarattığı yanıltıcı etki nedeniyle şu anda PKK'nın, FETÖ'nün ve IŞİD'in aslında ayrı ideolojileri, stratejik amaçları, propaganda teknikleri, taktik ve yöntemleri ile iş tutuş tarzları olan ayrı terör örgütleri olduklarını unutuyoruz" görüşünü savundu.
Metin Gürcan'ın Sözcü'den Özlem Gürses'e verdiği söyleşi şöyle:
- Ne oluyor Türkiye'de?
2016 terörle mücadelede zor bir yıldı. Türkiye aynı anda, ideolojileri, stratejileri, taktik ve yöntemleri birbirinden farklı IŞİD'ın aşırıcı Selefi, PKK'nın etno-milliyetçi, radikal sol ve en sonunda FETÖ'nün dini motivasyonlu ütopik olarak sınıflandırabileceğim 4 farklı şiddet türü ile mücadele etti. Ülkemiz, dünyada giderek adı Irak, Suriye, Afganistan, Somali ve Nijerya gibi ülkelerle anılan ‘terör ülkesi' haline geldi. Doğasını tam olarak tanımlayamadığımız ve hızlı evrimini tam anlamlandıramadığımız yeni bir ‘terör kuşağına' henüz girdik. Korkarım ki IŞİD ve PKK'nın ürettiği şiddet ile en iyimser tahminimle 3-4 sene daha yoğun mücadele etmek zorunda kalacağız. Bu öngörüyü PKK ile Selefi ağların Türkiye içerisindeki kapasitelerini göz önüne alıp yapıyorum. Hâlâ tam farkında değiliz ancak tehdit ciddi.
- Bu oluşan güvenlik tehdidi ve şiddet ortamının ne kadarı “dış güçlerin oyunu” ne kadarı ülkenin kötü yönetilmesi, anlayamıyorlar…
Çok önemli bir soru. 2016'da daha önce Türkiye'nin 40 yıllık terörle mücadele tecrübesinde olmayan iki kavram ürettik; biri ‘kokteyl terör' diğeri ise ‘üst akıl'. Kokteyl terör kavramı, Temmuz 2015 sonrası terör eylemlerinde PKK-IŞİD-FETÖ bağlantısına vurgu yapıyor, artık zihnimizde tek bir terör bloğu yaratıyoruz. ‘Üst akıl' kavramı ile de bu PKK-FETÖ-IŞİD bloğunun, tam tanımlayamasak da ‘dış güçlerin' (burada ABD ve Avrupa öne çıkıyor) birer maşası olduğunu peşinen kabul ediyoruz. Bu iki kavramın zihinlerimizde yarattığı yanıltıcı etki nedeniyle şu anda PKK'nın, FETÖ'nün ve IŞİD'in aslında ayrı ideolojileri, stratejik amaçları, propaganda teknikleri, taktik ve yöntemleri ile iş tutuş tarzları olan ayrı terör örgütleri olduklarını unutuyoruz.
- PKK zaten vardı, IŞİD neden Türkiye'yi hedef seçti?
Ben IŞİD'ın Türkiye'ye yönelik stratejisini 4 ana aşamaya ayırıyorum; Bir; Türkiye'de zaten gerilmiş mezhepsel, etnik ve siyasi fay hatlarını şiddet eylemleri ile kaşıyarak Türkiye'de ‘Selefileşen Sünniler' ve ‘Diğerleri' şeklinde meta bir yarılma yaratmak. İki: Türkiye içindeki yabancılara yönelik eylemlerle Türkiye'nin küresel anti-IŞİD koalisyonunun aktif üyesi haline gelmesini engellemek. Üç: Türkiye'deki gençleri, fikirde radikalleştirmek. Dört: Fikirde radikalleşen kitleleri eylemde radikalleştirmeye teşvik etmek ve Türkiye havuzunda yetiştirdiği aşırıcı Selefi grupları yurtdışına ihraç etmek. Şayet bu aşırıcı Selefi ağlar, kendi ideolojisini Türkiye Müslümanlığı, Ehli Sünnet vurgusu ve Osmanlıcılık temaları ile birleştirebilirse Türkiye'de yeni bir ‘Cihatçı Selefi' ekolü yaratabilir. IŞİD'ın hiçbir propaganda materyalinde Kürt kimliğine yönelik doğrudan bir aşağılamanın olmadığı da not edilmeli. Bence, aşırıcı Selefi ağlar genç Kürt bireyler üzerinde de özel olarak çalışıyor. Kürt kimliği ile Selefiliğin füzyonunu iyi bilen biri olarak söylüyorum: Bölgeselleşmiş bir ‘Kürdo-Cihatçılık' yani Kürt etnik kimliğini de önemseyen aşırıcı Selefi şiddet önümüzdeki yıllarda bir hayalet olarak karşımıza çıkabilir.
- Terör eylemleri normalde toplumu birleştirmez mi?
Doğru, ama 2016'da gördük ki bizde, diğer ülkelerin aksine terör saldırıları toplumu daha da bölüyor. Soru şu: ‘Her terör saldırısından sonra nasıl oluyor da bu kadar bölünüveriyoruz?' Bu soruya 2017'de çok kafa yormalıyız.
- ‘Yaşam tarzı' tartışması bizi nereye götürür?
15 Temmuz sonrasındaki süreçte toplum, ‘Darbeyi millet önledi' tezi ile ‘Darbeyi ordu önledi' tezi arasında bir muhafazakar-laik ayrışmasına gitti. Kendini ‘Okçular Tepesinde' hissedenlerle ‘Mustafa Kemal'in son askeri' hissedenler arasında bir kalp-beyin senkronizasyonunun acilen kurulması gerekirdi. Peşi sıra gelen Ortaköy ve İzmir saldırılarından sonra yaşam tarzına ilişkin tartışmalarımızı terör eylemleri üzerinden yapmaya başladık. Bu çok tehlikeli. Bir insan, içinde hainlik yoksa gafletle bile bunu yapıyorsa yani yaşam tarzına dair siyasi tartışmaları terör eylemleri üzerinden yapıyorsa bence bu ülkenin en temel taşıyıcı kolonunu dinamitliyordur.
- Türkiye'de en büyük terör tehdidi hangisi?
2017'de karşı karşıya olduğumuz en büyük terör tehdidi ne PKK ne IŞİD. Bence en büyük terör tehdidi: PKK'nın ürettiği etnik terörle IŞİD'ın ürettiği Selefi terörün arasındaki toksik etkileşim ve bunun topluma olası etkileri. Eylül 2016'da ORSAM'ın ‘Türkçe Konuşan DAEŞ Destekçileri Üzerine Twitter Sosyal Ağ Analizi' isimli çok ilginç bir rapor yayımlandı. Bu raporun en önemli bulgusu dehşet verici: Türkiye'de aşırıcı Selefi (Cihatçı) yapılar ‘PKK karşıtlığı' sayesinde sempatizan kitlesini büyütüyor. Bu, çok tehlikeli. Bunun karşıtı, ‘Cihatçı' karşıtlığı da PKK'ya sempatiyi artırıyor. Bu fasit daireyi ve çok zehirli ilişkiyi nasıl kırarız? Hepimizin önceliği bu olmalı.
- Türkiye'nin en büyük sorunu ne şu anda? Hepimizin üzerinde en çok düşünmesi gereken konu…
Her şeyi ‘Üst Akla' bağlayan ‘beyin yakıcı' analizlerle yorulan zihinlere acil bir ‘kolektif ve kuşatıcı iç akla' duyulan ihtiyacını vurgulamak. Çünkü biraz kendi hatalarımız biraz da küresel/bölgesel dengeler nedeniyle merkezine doğru hızla çekildiğimiz şu ‘kaotik fırtınayı' anlamlandıracak ve 78 milyonun tamamını kuşatacak ‘kolektif iç aklı' oluşturamazsak sanırım Türkiye için 2017, 2016'dan çok daha zor geçecek.
Çünkü küreseli-bölgeseli-yereli-mikro yereli okumadaki şaşılığımız, güzel ülkemizin bekası ve gelecek nesillerle ilgili. Kritik bir yol kavşağındayız. Devletimizi yönetenlerin Türkiye'deki çatışmayı yönetmedeki stratejik tercihleri ve bu tercihlerin toplumsal meşruiyetlerinin yüzdeleri hayati önemde. ‘2017'de bizi ne kurtaracak?' diye sorarsanız reçetem çok basit:
Topluma pasif ama kendi içine aktif laik devlet, mümkünatları artırıcı çoğulcu siyaset ve herkesi kuşatıcı yurttaşlık. Kısaca ‘laik devlet, çoğulcu siyaset ve eşit yurttaş' benim tutunacağım sabitim olacak.
- Kaç kere yazdınız, eğitemediğimiz, istihdama alamadığımız genç kuşak güvenlik tehdidi diye…
Bakın 2016'daki IŞİD eylemlerindeki tüm teröristlerin yaş ortalaması 26. O halde sorun bu gençlerin kafasının içine girip onları önce anlamaktan geçiyor. Ben, o yüzden iki seneden beri ‘aylak gençlere' yani bir işi, okulu veya başka bir meşguliyeti olmayan gençlere dikkat çekiyorum. ‘Aylak gençler' olgusu bence gerek PKK gerekse IŞİD'ı besleyen, onlara büyük bir eleman havuzu yaratan en önemli dip faktör.
- Polis mi, asker mi, istihbarat mı, dış politika mı? Hangisi etkili?
PKK ve aşırıcı Selefi ağlarla mücadele askere, polise ve istihbarat birimlerine bırakılmayacak kadar önemli. Bu nedenle entelektüel ve siyasi akıl ön plana çıkıyor. Bu, devlet ve sivil toplum ile topyekün bir mücadele. Ama öncelikle Türkiye'de yasadışı göçmenlerin kayıt altına alınması, terörle bağlantılı olanların sınır dışı edilmesi ve bir süre vatandaşı Suriye'de bulunmuş ülkelere yönelik vize uygulaması şart. Çünkü, Uygur, Orta Asya ve Rusya coğrafyasından gelen ailelerinin büyük risk faktörü teşkil ettiğini kabul etmeliyiz.