Can Dündar
(Milliyet - 13 Ocak 2013)
Ne zaman yüklü bir keder bulutu dolaşsa başımın üstünde, “Ağır Roman”a gider elim... Kitabına değil, albümüne... Hiçbir albüm, onun kadar canınızı acıtamaz. Atilla Özdemiroğlu’nun müziği, hançeri sokar yüreğinize; Aysel Gürel’in sözleri, çevirir içinizde... Ve Yusuf Taşkın’in sesi, ağıtınızı yakar: “Kördüğüm çember dört duvar, Can evinde bıkar bu can uçar, Boş kalır o hanlar, saraylar...” * * * Metin Kaçan’ın intiharından sonra dinledim en son... “Ağır” geldi yine... Ecelin orağını Azrail’in elinden alıp kendi boynuna dayayanlara saygı duyarım. İster “cesaret” deyin buna, ister “korkaklık”; ister “isyan” sayın, ister “firar”; az iş değildir, 50’lerinin başında, bir kış karanlığında, “korku”lukları aşıp kendini meçhul bir boşluğa bırakmak... Cemal Süreya’ca “Üstü kalsın” deyip hayatla vedalaşmak... Anlamaya çalışırım, ama övmekten kaçınırım. Bir kez talihsiz bir iş geldi başıma; caydım. Anlatayım: * * * 2001 sonuydu. Kemal Uluer’in intihar ettiği haberi geldi. 40’ındaydı, ressamdı Uluer, tekerlekli sandalyede yaşıyordu. Yakın arkadaşı Doğan Akın’a “Zamanı geldiğinde son 10 tablomu yapıp her şeye nokta koymayı planlıyorum” demişti. O zaman geldiğinde 3 ay inzivaya çekilip 9 tablosunu bitirmiş, günlüğüyle birlikte mühürlemiş, ölümünden sonra açılması isteğiyle gizlemişti. * * * Benimle ilgili “talihsizlik”e gelince... Uluer, günlüğünün (“Başucumda Hayat”, YKY, 2002) son sayfalarında Milliyet’teki bir yazıma yer vermişti. O yazıda tekerlekli sandalyede yaşayan Profesör Mori’nin öyküsünü anlatmıştım. Mori, öğrencilerine şunu öğütlemişti: “İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yapın ve her sabah omzunuzdaki küçük kuşa sorun: ‘-Kariyer, maaş, ev, araba taksitleri... Hayattan istediğim şey bu mu? Olmak istediğim insan mıyım? O gün, bugün mü? Hazır mıyım?’ “Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce veya paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın.” Uluer bu yazıyı olduğu gibi almış ve omzundaki küçük kuşa söylediklerini günlüğüne yazmıştı: “Ölüm şimdi gelse, hazırım gitmeye...” 3 hafta sonra da, 10’uncu ve sonuncu tablosunu bitirmiş, müzik setine “Time to say goodbye” (“Şimdi veda zamanı”) şarkısını koyup önceden hazırladığı poşeti başına geçirmişti. Onu bulduklarında yüzünde hala tebessüm vardı. Son satırlarında, “Tüm güzellikleri yaşadım, diğer insanlara da kalsın” diye yazmıştı. * * * O günden beri, çekinirim intihara güzelleme yazmaya... Ama saygı da duyarım, omzundaki minik kuşuyla konuşup kendisiyle hesaplaşanlara... “İstediğim hayat bu mu” diye soranlara... Haddinden fazla yaşarsa diğerlerinin hakkından çalmış olacağından korkanlara... “Bazen ölmeyi beceren ve ölümden, ölümsüz bir şiir yaratabilen biri de bulunmalıdır” diyen Stefan Zweig’a hak veririm. Metin Kaçan’ı, bir ocak gecesi, “korku”lukları aşıp sonsuzluğa kanat açmaya sevk eden neydi bilmiyorum; ama “Ağır Roman”ı dinleyince anlayabiliyorum: Bazen, kördüğüm olur dört duvar, “can evinde bıkar, can uçar, Boş kalır o hanlar, saraylar...”