Milliyet gazetesinden iki yıl önce bir mail ile kovulan ve memleketi Kıbrıs’a yerleşen deneyimli gazeteci Metin Münir, “Sabah her zaman yürekler acısı bir gazeteydi. Şimdi daha beter yürekler acısı oldu. Sabah ilk hayata atıldığı zaman korkunç yalan dolan haberlerle müthiş insanların şerefiyle haysiyetiyle oynayan bir gazeteydi. Çok yalan dolan yazdılar. İyi gazetecilik yapmadılar. İyi gazetecilik sadece gazete satmak değildir” dedi.
Deneyimli gazeteci Metin Münir, meslek hayatı ve Türk basını konusunda Cihan Haber Ajansı'ndan Behram Kılıç’a değerlendirmelerde bulundu.
Behram Kılıç’ın Metin Münir ile yaptığı söyleşi şöyle:
-Bu hedeflediklerinizi başarabildiniz mi?
- Güneş tamamlanmamış bir deneydi. Eğer o gazetenin patronu aslında gazete ile ilgili olmayan nedenlerden dolayı iflas etmeseydi ve o gazete eğer hayatını sürdürebilmiş olsaydı, evet başaracaktık. Eğitimi olan ama gazetecilik deneyimi olmayan insanları oraya getirmeye çalıştım. Ama gazete sahibi battı. Beni de o görevden aldılar. Gazete 24 saat geçmeden eski haline geri döndü. İşe aldığım genç, eğitimli pırıl pırıl bir sürü insanı kapının önüne koydular. Neden biliyor musun, çünkü gazeteciler dünyanın en muhafazakâr insanlarıdır Türkiye'de. Hiçbir yeniliğe açık değil, aynı şeyi, 100 senedir süren aynı şeyi, gelenekleri, alışkanlıkları, kötü gazeteciliği sürdürüyorlar.
- Güneş'te çalıştığınız 1.5 yıl boyunca siyasi iktidarla ilişkiniz nasıldı?
- Benim iktidarla hiçbir ilişkim yoktu. O gazetenin de yoktu. Mesleki açıdan her hangi bir gazetecinin bir politikacıyla ilişkisi neyse bizimkisi de oydu. Yani bir konuda bakanı arıyorsun, soru soruyorsun; o kadar. Ama ne bileyim, Ankara'ya gidip 'bizim patron şunu istiyor' gibi bir durumum hiç olmadı. Ben o gazeteyi yönetirken Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dı. Özal ile yakın ve çok iyi bir ilişkim vardı. Çünkü Özal'ın; 24 Ocak kararlarını açıkladığı, ekonomiden sorumlu olduğu zamanlarda Financial Times'da çalışıyordum. Ve FT, Özal'a büyük destek veriyordu. Kendisiyle aram iyiydi. Defalarca evine gittim. İstanbul'a taşındığımda bana kendi apartmanında ev buldu. Ama ben; hiçbir zaman ne Özal'dan ne eşinden ne de her hangi bir yakınından bir şey istedim. Özal apartmanda bana ev buldu dediğim zaman da her hangi birisi gibi kiramı ödedim orada.
- Bu ilişkiniz yazdığınız yazıya, attığınız manşete yansımadı mı?
- Hayır, hiçbir zaman. Ama ben o zaman Özal'ın doğru bir iş yaptığına inandım. 24 Ocak kararları açıklandığı günlerdi. Ankara'da gazetecilik yapıyordum. Büroma ulusal gazetelerden önce resmi gazete gelirdi. Bir sabah kalın bir resmi gazete geldi. Okudum ve anladım ki ülkede ekonomik anlamda bir ihtilal oluyor. Ve oturup ona göre bir yazı yazdım. Çünkü Türkiye'nin ekonomisi çok köklü bir şekilde değişiyordu. Biz 24 Ocak öncesi Sovyetler Birliği gibiydik. Ama adımız Sovyet değildi. Onu kökten değiştirdi Özal. Bunu çok destekledik ve bunun doğru bir şey olduğu bugün ortaya çıktı. Türkiye'nin bugün geçirdiği çok büyük değişiklik aslında orada başladı. Bu işin mimarı Özal'dır. Tayyip Erdoğan falan değil. Soruya dönersem; siyasilerle ahbap olup bunu şahsi bir çıkar için kullanmak benim için düşünülmesi mümkün olmayan bir hikayedir.
-Tekrar Güneş'e dönersek…
- Benim Güneş'teki amacım çalıştığım yabancı gazetelerde öğrendiklerimi orada öğretmek ve o yabancı gazetelere benzer bir gazete çıkarmaktı. Çünkü Türkiye'nin böyle bir gazeteye ihtiyacı vardı. Türkiye o gün de bu gün de Avrupa'da Financial Times, Frankfurter Algemeine, Le Monde vesaire gibi kaliteli bir gazeteye sahip olmayan tek ülkedir. Türkiye'de genelde haberler o kadar yanlı, o kadar kasten yanlış veriliyor ki okuyucunun bu mecraları izleyerek gerçekten ne olup bittiğini bilmesi neredeyse olanaksız. Mesela Kobani'de ne oluyor ve neden oluyor? Türkler bunu öğrenme fırsatına sahip değil. Kim bunlara bu haberi verecek? Herkes birisinin borusunu öttürüyor çünkü. Veya herkesin birisinin borusunu öttürdüğünü düşünüyorsun. Yalan dolan haberler. Özellikle yalanın devlet tarafından uydurulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Gözünün içine bakarak yalan söylüyor en yetkili yerdeki insanlar. Akıllar karışık. Kimse ne olduğunu bilmiyor. Bunu kim söyleyecek? Türkiye'de New York Times, Le Monde neden yok? Ne zaman olacak bu gazetelerin benzerleri?
-O gazeteler tam bağımsız mı?
- Evet. Ben hiçbir zaman çalıştığım yabancı gazeteden niye bunu yazıyorsun diye bir tepki almadım.
-Kaç yıl çalıştınız Güneş'te?
- 1.5 sene.
-Tirajınız ne kadardı, hatırlıyor musunuz?
- Güneş'e başladığımda Güneş çöplük bir gazeteydi. O zamanki Günaydın benzeri bir gazeteydi. Göreve başladığım ilk günler neredeyse mevcut çalışan herkesi işten çıkardım. Kadroyu yeniledim. Reklamı kestim. Tirajı 25-30 bine düştü. Sonra gazeteyi yeniden denize indirdik diyelim. Yüz bine doğru gidiyordu. Zaten bizim oradaki amacımız böyle 120-150 bin civarında satan, etkili, okuyucusu eğitimli, entelektüel bir gazete yapmaktı. Öyle 500-600 bin tiraj hedeflemedik hiç.
-Patron iflas edince…
- Beni oradan aldılar..
-Asil Nadir bey gazeteyi o tarihler için pahalıya mı satın almıştı?
-Onu kandırdılar ve gazeteleri astronomik fiyatlara satın aldı. O ayrı, uzun bir hikâyedir başlı başına. Türkiye'deki ahlaksızlığın boyutunun ve yaygınlığının örneklerinden bir tanesidir. Orada yaşananlar, Asil Nadir'in medyaya girişinde dönen numaralar…
-İyi de pahalıysa almasaydı gazeteyi…
- Doğrudur almasaydı. Almamalıydı aslında. Büyük hata yaptı. Ve bundan dolayı iflas etti Asil Nadir. Herkes Asil Nadir'in iflasını başka yerde arar. Ama o gazeteleri o kadar çok paraya aldı ve o kadar çok aptalca reklam parası harcadı ki onun yükü onu batırdı.
-Hatırlıyor musunuz bu gazeteleri ne kadara aldığını?
- Yani şöyle söyleyeyim size Günaydın'ı aldı. Nokta ve birkaç dergiyi daha aldı sanıyorum o zamanlar. Onları 4-5 milyon dolara alabilecekken 95 milyon dolara yakın bir para ödediğini duydum. Çok güvenilir bir kaynaktan duydum bunu. Sonrasında Güneş'e de çok astronomik bir para ödedi. Asil Nadir başlı başına bir konu. Hiç girmeyelim bu konuya.
-Görüştünüz mü daha sonra kendisiyle?
- Evet. Görüşmelerim oldu. Ama biliyorsunuz şimdi İngiltere'de hapiste. O da başlı başına ayrı bir konu.
-Yazı yazmayı özlediniz mi? Bir gazetede yazmayı.
- Ya birisi bana 'gel tekrar yazı yaz' derse muhtemelen 'hayır' demeyeceğim gibi bir his var içimde. Ama yüzde yüz emin değilim. Çünkü bazı konuların yazılmadığını görüyorum. Bu devirde sesimin duyulmasında bir zarar görmüyorum açıkçası ben. Olacak olanlar belli. Göreceksin ilerde.
-İktidarın hoşuna gidecek yazılar yazmak ister miydiniz bugün geriye dönsek.
- Kesinlikle öyle bir şey yapmazdım. Yapamazdım. Benim görevim o değil.
-Siz bıraktığınızda gönderildiğinizdeki medyayla bugünkü medya arasında fark var mı. 2 yılda değişen bir şey var mı?
- Abdi İpekçi zamanındaki Milliyet gazetesi çok saygın bir gazeteydi. Bunda bir çok kişinin rolü vardı ama en çok Abdi İpekçi'nin saygın insan olmasından geliyordu bu. İpekçi telefonu kaldırdığı zaman muhalefette olsun hükümette olsun, onla konuşmayacak adam yoktu. Bir tek doğru dürüst gazete vardı onu da öldürdüler o zaman. Abdi İpekçi yaşıyor olsaydı bugün her şey çok değişik olabilirdi. O günkü Milliyet'le bugünkü Milliyet'i kıyaslayamayız, o günkü Milliyet saygın bir gazeteydi. Bugünkü Milliyet patronun ihsanlarıyla yaşayan bir gazete. Doğan'ın Hürriyet'i almasıyla Milliyet'in ölümü başlamıştı. Aydın Doğan doğal olarak Hürriyet'e konsantre oldu.
-Sabah için ne düşünüyorsunuz.
- Sabah her zaman yürekler acısı bir gazeteydi. Şimdi daha beter yürekler acısı oldu. Sabah ilk hayata atıldığı zaman korkunç yalan dolan haberlerle müthiş insanların şerefiyle haysiyetiyle oynayan bir gazeteydi. Çok yalan dolan yazdılar. İyi gazetecilik yapmadılar. İyi gazetecilik sadece gazete satmak değildir.
-Bugün 8-10 aydır her gün paralel yapı manşetiyle çıkıyorlar.
- Bana Sabah'ın patronlarını söyle. Ne olabilir başka? Ben sana devletten ihalesiz iş vereyim sen milyarder ol, ondan sonra da sana telefon edeyim, şuraya biraz para at. Ve gazeteyi alalım. Ondan sonra o gazete ne olacaktı ki..
Metin Münir, Güneş gazetesinden ayrıldıktan sonra Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Sabah ve Vatan'da çalışır. Sabah her zaman yürekler acısıydı bir gazeteydi ona göre. Bu gazeteden Ankara'ya röportaja gittiği sırada kovulur. Sonrasında Milliyet'e geçer. Yaklaşık 6 yıl yazarlık yaptığı Milliyet'ten de bir maille işine son verilir. Dönemin Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak'ın maille kendisinin işine son vermesini 'korkaklık ve nezaketsizlik' olarak nitelendiriyor Münir. Türkiye'de bir gazeteden ilk kovuluşu değildir bu ama her zamankinden farklıdır. Zira 'eskiden olsa 48 saatte iş bulurdum, şimdi ise aradan 2 yıl geçmesine rağmen ne arayan var ne de soran' diyor. Kötü gazetecilik yaptığı, işini bilmediği, yalan haber yaptığı, okunmadığı için kovulmamıştır o. İyi gazetecilik yaptığı, doğruları yazdığı için işine son verilmiştir. Kovulmasına sebep dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'ye yönelik sert eleştirileridir. "Hep, Erdoğan için, demokrasinin, istenilen durağa varıldığında inilecek bir tramvay olarak kaldığına inandım." sözleri ona aittir.
2002'de geçirdiği kalp krizi sırasında yaşadıklarını kaleme aldığı, 'Ölümden Sonraki Hayatım' ve Dinç Bilgin'in başında olduğu Sabah gazetesini anlattığı, 'Sabah Olayı' adında iki kitabı yayımlanan Metin Münir'in gazetecilik mesleğini seçecek gençlere tavsiyesi şöyle: "Mehmet Ali Kışlalı bana bu mesleğe başladığımda şöyle demişti: "Zengin olmak istiyorsan başka iş bul. İlginç bir hayat yaşamak istiyorsan gazeteci ol". Ben de gençlere aynı şeyi tavsiye ediyorum. Ve belki şunu eklemek istiyorum: dürüstlükten ve yansızlıktan sapma."
"Türk medyası Kapalıçarşı'dır. Her köşe yazarının bir dükkanı var."
"İyi gazetecilik özgür düşünebilme, araştırıcılık, yansızlık, entelektüel derinlik, adanmışlık, cesaret, adil ve dengeli olmak gibi özellikler gerektirir."
"Gerçeğe ve kamu yararına değil ekonomik çıkarlara, hükümete veya inanç önderlerine hizmet ederek gazetecilik yapılırsa bizdeki kadar olur."
"Gazeteci hiçbir zaman bir politikacıya veya ideolojiye bağlanmamalı, yansızlıktan ayrılmamalıdır. Çünkü bir politikacıya veya ideolojiye bağlanan gazeteci, gazeteci olmaktan çıkar. İdeolog ve partizan olur. Körleşir ve sağırlaşır."
"Siyasetle dürüstlük ortak hiçbir paydası olmayan iki şeydir. Gazetecilik ise dürüstlükle eş anlamlı değilse, gazetecilik değildir."
"Kısa her zaman uzundan iyidir, eğer köşe yazısı yazıyorsanız. İyi bir yazıda fazladan bir tek kelime bulunmamalı, bu nedenle her zaman sildiklerim yazdıklarımdan fazladır."
"Hükümetlerin değil hükmedilenlerin gazetecisi olmaya çalıştım. Bir işe yaradı mı? Yarasın, yaramasın. İnsan elinden gelenden fazlasını yapamaz. Balık bilmezse..."
"Nasıl bir gazeteci diye sorarlarsa da şöyle diyeceğim: Diğerleri Türkiyelileri değil Türkiye'yi kurtarmaya çalışıyorlardı. Ben onlardan değildim."
"Medyamızın çağı yakalamak için yeniden yapılanması, Batı'nın en iyi gazetecilik standartlarını benimsemesi gerekir. Ama bunun gerçekleşme şansı azdır çünkü Türkiye'deki medya en az reformist, hatta en tutucu sektördür."
"Yıllardır gazete patronları değişiyor. Gazetecilik aynı kalıyor."
"Gazetecilik Türkiye'de sürekli geri giden ender mesleklerden biridir. İyi gazeteciliğe uygun ortam düzeleceğine kötüleşiyor."
"İyi gazetecilik özgür düşünebilme, araştırıcılık, yansızlık, entelektüel derinlik, adanmışlık, cesaret, adil ve dengeli olmak gibi özellikler gerektirir."
"Gerçeğe ve kamu yararına değil ekonomik çıkarlara, hükümete veya inanç önderlerine hizmet ederek gazetecilik yapılırsa bizdeki kadar olur."
"İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan, Çiller, Yılmaz, Erdoğan, Asker... Kim iktidarda olursa olsun basın özgür olmadı."