İstanbul Havalimanı’yla ilgili ilk haberi yaptığımda daha adı bile belli değildi ve açılmasına bir yıldan fazla süre vardı. Sivil havacılık konusunda uzman olan ve birçok özel havayolu şirketinin hukuki mevzuata dair düzenlemelerini gerçekleştiren, dönemin CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, yüklenici firmanın ihale sonrasında pist kotlarını 30 metre düşürmesi sayesinde 1.3 milyar dolara yakın haksız kazanç elde ettiği iddiasını gündeme getirmişti.
İnşaatı süren pistlerde o dönemde bile çökmeler yaşandığını belirten Pekşen, sonrasında ‘İstanbul’ adını alacak havalimanında sorunlar yaşanabileceği uyarısında bulunuyor ve “Bu değişikliğin uçuş emniyetine olabilecek olumsuz etkileri, uçakların iniş ve kalkışlarını tehlikeye düşürüp düşürmeyeceği konusunda herhangi bir bilimsel çalışma yapılmış mıdır” diye soruyordu.
Havalimanının açılmasından sonra ortaya çıkan durum ve pilotların isimlerini vermeksizin gündeme getirdiği sıkıntılar gösterdi ki, yapılmamıştı. Zaten İstanbul Havalimanı ile ilgili yaptığım ikinci haberin konusu da buydu.
Yolcular, havalimanına ulaşım ve daha sonrasında terminal binası içinde dolaşım ile uçak içindeki bekleme sürelerinin uzunluğundan şikâyet ediyor; İstanbul’un yeni havalimanı ‘kötü hava koşulları’ nedeniyle uçakların havada kalması ve bir kısmının Çorlu’ya inmesi, kalkış sırasında bir uçağın pist kenarındaki direğe çarpması ve körüklerden birini arıların basması gibi olaylar nedeniyle gündemden hiç inmiyordu. T24’e konuşan pilotlar ise havalimanındaki en büyük problem olarak taksi yollarının uzunluğu ile eğimine dikkat çekiyor ve “Umarız olmaz” temennisinde bulunarak “Ama sanırım ciddi bir olay olması, yeni havalimanı için kaçınılmaz” diyordu.
T24’te yayınlanan haber sonrası çok sayıda arkadaşım, “Allah belanı versin, şimdi nasıl kullanacağız orayı, ödümüzü kopardın” yorumunda bulunurken; ben de mümkün olduğunca İstanbul Havalimanı’ndan kaçmaya çalıştım ama korkunun ecele faydası yoktu ve “yaklaşıyordu yaklaşmakta olan"… Bir aydan biraz uzun süren kaçıştan sonra, perşembe günü Hatay'a gitmek için İstanbul Havalimanı'nı kullandım ve -çokça şaşırsam da- gazeteci olarak mevcut ve olası teknik problemlerini haberleştirdiğim havalimanından bir yolcu olarak oldukça memnun ayrıldım. İşte İstanbul Havalimanı İç Hatlar Terminali'ne dair ilk deneyimim...
İstanbul-Hatay uçuşu sabah 10:00'daydı. Hazır evden araba çıkarken bu fırsatı kaçırmadım ve İstanbul Havalimanı'na ilk gidişimde toplu taşımaya bulaşmadım. Sabah saat 07:00 civarında Feriköy'den havalimanına yaptığımız yolculuk 20 dakikadan biraz uzun sürdü, hatta 'Kemerburgaz Yolu' olarak da bilinen d-020'den ayrılmamız gereken sapağa vardığımızda "Bu kadar çabuk mu" diye çokça şaşırdık. Google Maps de ev civarından havalimanına olan yol için yolculuk süresini 30 dakika olarak gösteriyor.
İstanbul Havalimanı, birçoklarının çokça özlediği Atatürk ve Sabiha Gökçen'in aksine neredeyse 'hiçliğin ortasında' bulunduğu için yine bu iki havalimanına göre çok daha ferah bir havası var. Girişte ya da giden yolcu katının önünde herhangi bir sıkışıklık, yoğunluk yoktu. Dalaman Havalimanı'nı hatırlatan ağaçlı alt kattaki banklar da nikotin bağımlıları için mutluluk verici kaçış olanakları yaratmıştı.
Atatürk Havalimanı'nda, -özellikle de kapanmasına yakın dönemde- girişteki x-ray süreci oldukça uzun sürüyordu. İstanbul Havalimanı bu noktada yeni olmasının da avantajıyla hiç de selefini özletmiyor; kapıda bolca x-ray cihazı var ve giriş çok kısa sürüyor, neredeyse hiç bekleme yok. Girerken kullanacağınız havayoluna uygun kapıyı tercih ederseniz check-in bölümlerine ulaşmakta herhangi bir problem yaşamıyorsunuz. Benim yaşadığım tek 'sorun', insanların kendi kendilerine işlerini halletmeleri için tasarlanmış 'self check-in' bankolarını kullanmak için en az üç görevliye teşekkür etmek oldu.
Bu noktada yeni havalimanındaki eleman enflasyonundan da bahsetmek lazım. Yolcularının çoğu ilk kez gelenlerden oluştuğu için havalimanında yardım için bekleyen çok sayıda görevli var. Çevreye dağılmışlar, uçuş panolarının altında duruyorlar ve yardım etmeye gerçekten istekliler; yalnız şöyle bir sorun yaşıyorlar:
Birçoğu sadece İngilizce biliyor, ona da -en azından benim denk geldiklerim, konuşmasına şahit olduklarım- pek de hakim değiller. Ama asıl sorun bu değil, havalimanını kullanan turistlerin büyük bir bölümünü Körfez ülkelerinden gelenler oluşturuyor ve birçoğu İngilizce bilmiyor, görevliler de Arapça ya da Farsça... Bu noktada çoğu zaman Tarzanca devreye giriyor.
Havalimanının içinde ilerlemenin ne kadar sürdüğü ve ne kadar kolay/zor olduğuna dönersek... Check-in meselesini hallettikten sonra sağ tarafta iç hatlar giden yolcu bölümü var. Güvenlik kontrolü hem Atatürk hem de Sabiha Gökçen'e göre çok daha fazla sayıda görevli ve x-ray cihazıyla yapılıyor; bu sebepten de geçmek için uzun sıralar beklemiyorsunuz. 2016 yazındaki terör saldırı sonrası Atatürk Havalimanı'na da alınan vücut tarayıcıları yeni havalimanında da mevcut.
Kontrolden sonra yolcuları karşılayan koridorumsu bölümdeki mağazaların büyük bir çoğunluğu daha açılmamış. Muhtemelen açıldıklarında bu bölüm bir havalimanından çok AVM'ye benzeyecektir.
Henüz AVM'leşememiş koridorun hemen girişinde gazete, kitap, dergi alınabilecek bir dükkan olması 'okumadan uçamayanlar', 'gündemi illaki basılı yayından takip etmek isteyenler' için sevindirici bir durum. Asıl sürpriz ise biraz daha ileride geliyor ve de yeni havalimanı nikotin bağımlılarını bir kez daha sevindiriyor. Güvenlik kontrolünü geçtikten sonra, daha bir dakika bile yürümemişken hemen sağda sigara içmek için bir teras var; bonusu da hemen yanında bulunan zincir kahve dükkanı. Sigara içilen teras, Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanlarındakine göre oldukça geniş ve önü de açık; insana nikotin bağımlısı olduğu için yine yeni yeniden cezalandırılıyormuş gibi hissettirmiyor.
Havalimanı ilk açıldığında oturulacak alanlar henüz tamamlanmadığı için haklı olarak eleştirilmişti. Gördüğüm kadarıyla bu sorun giderilmiş. Sık havalimanı kullananların özellikle uzun bekleme sürelerinde kullanışlı olduğu için ilk kontrol ettikleri şeylerden biri olan 'yatılabilecek koltuklar' konusunda da İstanbul Havalimanı konforlu bir alan olmuş. Sabah saatlerinde sigara terasının önüne konan yuvarlak koltuklarda uyuyan bir sürü yolcu vardı.
İç hatlarda uçaklara ulaşmak için havalimanının alt katına inmek gerekiyor. Alt kattaki geniş alanda kapılara gidişin ne kadar süreceğine dair bilgilendirici bir tabela olmaması havalimanını ilk kez kullanan yolcular için biraz gergin bir durum.
Bir diğer eleştirim de yürüyen merdivenlerin hemen altındaki oturma gruplarının temizliğine dair. Havalimanında çok fazla 'ask me' personeli var ancak temizlik işçileriyle ilgili aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bu bölümdeki masaların neredeyse tamamının üzerinde kırıntılar, koltukların üzerinde ise artık yemekler vardı.
Her ne kadar kapıya varışın ne kadar süreceği gerginlik yaratsa da, iç hatlarda girişe en uzak kapılardan biri olan G9'a varmam 5 dakikadan kısa sürüyor. Yol boyunca yürüyen bantlar ve yeme-içme alışverişi yapılabilecek mekanlar var. Gidiş kapılarının en sonuna nikotin bağımlılarını yine sevindirecek bir teras daha yerleştirilmiş.
İstanbul Havalimanı'nı kullanan yolcular ile pilotların en çok şikayet ettiği konuların başında uzun taksi süreleri geliyor. Pistlerden ikisinin de terminalin batısına konumlandırılması nedeniyle taksi sürelerinin uzadığını belirten İstanbul Havalimanı CEO’su Kadir Samsunlu da bu problemi kabul etmişti. Bu sebepten bindiğimiz Hatay uçağı da taksi sıkıntısından azade değildi, körükten ayrılarak hareket etmeye başlamamızla tekerleklerin yerden kesilmesi arasında 24 dakika geçti.
Bir gün sonra gerçekleşen dönüşte de uçak yere indikten yaklaşık 20 dakika sonra park yerine vardı. Otobüslerle havalimanı binasına ulaşılmasının ardından içeri girince insanın burnuna çarpan ağır koku ve hangi uçuşla gelen yolcunun hangi valiz bandına gitmesi gerektiğini gösteren toplu bir panonun eksikliği hoş olmasa da, şehrin belli yerlerine taksi ve shuttle'larla ne kadara ulaşılabileceğini gösteren tabelalar bilgilendiriciydi. Hemen çıkışta yolcuları merkeze olası ulaşım yollarına yönlendiren panolar da herhangi bir karmaşa yaşanmasını önlüyordu. Özellikle yurt dışından gelen turistler için shuttle duraklarının hemen önüne konan İstanbul Kart otomatları da çok kullanışlı olmuş. Havalimanından Taksim'e shuttle'la ulaşım 40 dakika sürdü; ki bu, valizi beklemek de hesaba katıldığında uçağın tekerlekleri yere değdikten bir saat 40 dakika sonra şehir merkezine varmak demek. Bence İstanbul büyüklüğünde birçok kent için rekor sayılabilecek bir süre.
Not: Perşembe sabahı İstanbul Havalimanı'na vardığımda hem pilotların hem de konunun uzmanlarının bir önceki haberde gündeme getirdikleri nedeniyle gergindim. Bu yüzden de havalimanında geçirdiğim sürenin dakika dakika kaydını tutum ve yorumlarımı Twitter'da da paylaştım. Aslında bu deneyimin pek de iyi geçeceğini düşünmüyordum ama benim zannettiğim gibi çıkmadı.
Yine de benim bir yolcu olarak İstanbul Havalimanı'nda konforlu bir deneyim yaşamam ne bu havaalanının kuşların göç yolları üzerine, binlerce ağaç kesilerek yapıldığı gerçeğini değiştiriyor, ne güvenlik kaygılarını hafifletiyor, ne de halihazırda çalışan ve daha az masrafla geliştirilebilecek Atatürk Havalimanı'nın yok yere kapatılmasının yarattığı maddi kaybı azaltıyor. Tıpkı, İGA'nın havalimanı inşaatında çalışan işçilerin fotoğraflarını sergilemesinin yine o işçilerin yaşadıkları hak kayıplarını ve insanlık dışı muameleyi unutturmadığı gibi.
İstanbul Havalimanı şantiyesindeki kötü çalışma ve iş cinayetlerine karşı gerçekleştirdikleri eylemler sebebiyle haklarında dava açılan işçilerin yargılanması devam ediyor, bir sonraki duruşma 27 Kasım'da!