Mevsimlik tarım işçileri, 45 derece sıcağın altında sabah 5’ten akşam 9’a tarlalarda çalışıyor. Ömürleri yollarda tükeniyor. Aralarında çocuk yaşta olan da var, 50’sini geçkin olan da... Ağır şartlar altında çalışmanın karşılığı günlük 25 lira.
İki lokma ekmek parası için gece gündüz demeden çalışan mevsimlik işçilerle konuşmak üzere Milliyet gazetesinden Burcu Karakaş Malatya Tepeköy’deydi.
Tepeköy’ün girişinde kocaman bir tabela: “Mevsimlik Geçici Tarım İşçilerinin Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesi Projesi-Tepeköy Yerleşkesi”. Şimdilik bunu aklımızda tutalım. Tel örgülerle çevrili yerleşke diye adlandırılan tenhada, daha çok tenteye benzeyen çadırlara doğru ilerliyoruz. Buradaki mevsimlik işçilerin hepsi, çoğu Siverek olmak üzere, Şanlıurfalı. İlk olarak Şahin amcanın çadırına buyur ediliyoruz. Şahin İnanç (56), onlarca yeğeniyle Mart’tan bu yana yollarda. İlk durakları Konya Ereğli’deki “sera işi”nden sonra istikamet, Eskişehir Sivrihisar olmuş. Sivrihisar’da 10 günlük pancar işinin ardından 25 gün de Yozgat’ın pancar tarlalarında geçmiş. Sonrasında ver elini Malatya. Ancak konu buraya gelince, Şahin amca okkalı küfürler savurmaya başlıyor: “Lanet olsun kaysıya!”
Şahin amca, 15 yaşından beri her mevsimi bir başka şehirde yaşayan tarım işçilerinden. Yıllar önce geçirdiği trafik kazası nedeniyle sakat kalmış bacağına rağmen çalışmak zorunda. Çünkü kendi deyişiyle, “Tarla yok, gelir yok”. Çocuk yaştan beri memleketi Urfa’dan uzakta geçiyor günleri. Sabah 5’ten akşam 9’a kadar verilen emeğin 25 lira karşılık bulduğu Malatya’dan sonra cümbür cemaat Ordu’ya fındığa gidilecek: “Hiç durmak yoktur. Mecburen açlıktan kaçiyem. Yoksa ne işim olur.”
Şahin İnanç yıllardır çalışıyor da en çok canını sıkan Malatya’nın “kaysısı” oluyormuş: “Köle gibi çalıştırıyorlar. Biz Filistin, onlar İsrail. Toprak reformu olsaydı burada ne işimiz vardı!”
Çocukların, “Abla, Suriye’den kaçıp gelen aile var” sözü üzerine kendimizi bir başka çadırda buluyoruz. Asiye ve Ahmet, Halep’ten 5 çocuğuyla Türkiye’ye kaçmış bir çift. Çadır alanında Kürtçe konuşulduğu için iletişim kurmakta zorluk çekmiyorlar. Ahmet az biraz Türkçesiyle Halep’teki durumu ellerini havaya kaldırarak, “Çatışma var, bomba var” diye özetliyor. Suriye’den 25 Haziran’da sığındıkları Kilis’te bir tanıdık vesilesiyle Tepeköy’e mevsimlik tarım işinde para kazanma ümidiyle gelmişler. Ancak kendilerine iş veren olmayınca çoluk çocuk aç kalmışlar: “Bu evler bunlara hayrediyor abla”. Yedi kişilik Suriyeli Kürt aile şimdi bir tentenin altında ellerinde pasaportları çaresiz bir şekilde günlerin geçmesini bekliyor.
Mine Deniz, 13 yaşında. Bu sene 4. sınıfı bitirmiş. O da kendini bildi bileli çalışan çocuklardan olduğu için okula kaydı geç yapılmış. Geçen hafta kayısı toplarken burnundan kan gelmiş Mine’nin. Sebebi, güneş çarpması. Kendisine okulunun ismini sorduğumda hatırlayamıyor. Hayatı tarla ile okul arasında bölünmüş. Biz Mine ile sohbetteyken yerleşkenin diğer çocuk sakinleri etrafımızı sarıyor. Bir de sinekler. Çadırlar karasineklerden geçilmiyor. Bir çocuk az ötede çamurlu suya siyah plastik bir boru daldırmış, içiyor.
Çünkü başka su yok. Bir genç kız musluk bulunmadığı için yerden fışkıran suyu elindeki bidona hapsetme peşinde. Seyyar tuvaletler pislik içinde. Dışkı dolu tuvaletlerin kapısı ardına kadar açıkken sinek bolluğuna şaşmak yersiz.
45 derece altında çalışan mevsimlik işçilerin yaşadığı ‘Tepeköy Yerleşkesi’ içler acısı durumda.
Ordu Valisi Orhan Düzgün, mevsimlik işçiler için hazırlanan Ordu’nun Uzunisa Köyü’nde de 16 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması hem de fındık işçilerinin kalacağı alanla ilgili düzenlemeler yaptıklarını açıklamıştı. Geçici tarım işçileri için konaklama alanları oluşturulduğunu belirten Vali Düzgün, banyo, tuvalet üniteleri ile yemek pişirme yerleri oluşturulduğunu kaydetmişti. Ayrıca, Ordu Belediyesi ve belediye konservatuarından bazı sosyal etkinlikler yapılmasına yönelik bazı programlar olacağı da açıklanmıştı. Açılacak kurslar içerisinde halk oyunlarından yüzme kursuna kadar çeşitli kursların bulunacağı açıklanmıştı.
Güneşin altında saatlerce çalışmaktan tenleri kavrulmuş küçüklerin çoğu yalın ayak. Anne-babalar 45 derece sıcakta çocuklarının susuzlukla terbiye edilmesi sebebiyle isyanda: “İçmeye de yok, tuvalette kullanmaya da. Hasta olacaklar!” Yiyecek ise başka dert. Bir baba, marketten aldığı dört yumurtayla öğle yemeği hazırladığı üç çocuğunun iştah içinde tavaya ekmek banmalarını izliyor. Artık o gün ne varsa yiyebilecek, onunla idare ediliyor. Yoksa da yok. Gündüz sefaletin hüküm sürdüğü çadır alanı geceleri ise karanlığa gömülüyor. Bir ara elektrik “çekileceği” söylenmiş ama söylendiğiyle kalmış. Aklımızda tuttuğumuz tabelayı beraber hatırlayalım: “Mevsimlik Geçici Tarım İşçilerinin Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesi Projesi”. Ve soralım: Hangi sosyal hayat? Hangi proje?