"MGK, hukuk organı değil, uluslararası zeminde mahcup olduk"

"MGK, hukuk organı değil, uluslararası zeminde mahcup olduk"

"Yüksek yargı organının verdiği bir terör tarifi ve bir hukuk kararı yok ama sanki varmış gibi davranılıyor" diyen 23. Dönem İstanbul Milletvekili ve Yeşil Sol Parti Kurucusu Ufuk Uras, Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) Anayasal bir kurum olmasına, hukukun MGK üzerinden tarif edilmesine karşı çıktıklarını ifade ederek, "Şimdi MGK’nın bir terör tarifi yapması, hukuk tarifi olmuyor. Çünkü MGK bir hukuk organı değil. O yüzden hukuk organları bu tarifi yapmadıkları için, dikkat ederseniz uluslararası zeminde de mahcup duruma düşüyoruz diye konuştu.

dün yapılan Bakanlık Kurulu toplantısında olağanüstü hâl'in  (OHAL) uzatılmasını da değerlendiren Aras, “OHAL’i kaldırsanız, normal hukuk düzeniyle darbecilere karşı mücadele edilemez diye bir şey yok. Dolayısıyla bu iktidarın muhalefeti sindirme olayına dönüşüyor” ifadesini kullandı.

Yeni Asya'dan Ülker Yılmaz Caba'nın sorularını yanıtlayan Ufuk Aras'ın açıklamaları şöyle:

20 Temmuz 2016’dan bu yana devam eden OHAL uygulamalarını evrensel hukuk kriterleri ile temel hak ve özgürlükler açısından değerlendirir misiniz?

15 Temmuz Darbe Girişimi’ne karşı Türkiye’de 7’den 77’ye herkes çok net bir tavır aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) bütün partilerin katıldığı bu ortak deklarasyon bu açıdan oldukça önemliydi. Bunu bir fırsat olarak değerlendirmek yerine, darbelere karşı Türkiye’deki demokrasinin kurumlaşması iyi bir cevap olabilecekken, bir iç savaşa, bir kayıkçı dövüşüne dönüştü ve maalesef bu fırsatı yitirdik. Nitekim 15 Temmuz darbesi  başarılı olsaydı  yapacakları iş demokrasinin alanını daraltmak, keyfiliği ön plana çıkarmak olacaktı. Şimdi 15 Temmuz sonrası tam da darbecilerin iktidara gelseydi yapacakları şeylerin benzerlerini yapması Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) açısından büyük bir kayıtsızlık, büyük bir açmaz. Çünkü darbe demek keyfilik demek. Şimdi keyfiliğe karşı çıkıp, yine keyfi davrandığınızda onlardan farkınız kalmıyor. 

"OHAL’siz de darbecilerle mücadele edilir"

Sorunuzda vurguladığınız gibi hukuk, tek bir hukuk, evrensel hukuk. Yani 1215 Magna Carta’ya bakıyorsunuz; insanlar hüküm verilmeden, yargılanmadan mahkum edilemez diyor. Taa 1215. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi mülk edinme hakkı dahil her şeyi teminat altına alıyor. Ama şimdi kolaylıkla, bir yargı kararı olmadan, mülklere el konuluyor. Bunlar vicdanları yaralıyor. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve Olağanüstü hal (OHAL) rejimi bazı ülkelerde oluyor. Diyorlar ya; Fransa’da da yok mu? Var oluyor ama bunlar hakikaten kısa süreli. Yani OHAL’in kendisi olağanüstü. OHAL’i kaldırsanız, normal hukuk düzeniyle darbecilere karşı mücadele edilemez diye bir şey yok. Dolayısıyla bu iktidarın muhalefeti sindirme olayına dönüşüyor. 

"MGK’nın bir terör tarifi yapması, hukuk tarifi olmuyor"

Darbeciler ve terör örgütüyle mücadele gerekçesiyle yürütülen soruşturmalardaki gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, savunma ve âdil yargılanma haklarına riayet ediliyor mu?

Bir kere bu ülkede kim teröre karşı olmaz ki? Herkes teröre karşı. Ben terörden yanayım diyen kimseyi bulamazsınız. Fakat bu terör kavramının hukuken tanımlanmış olması gerekir. Bu Bank Asya vakalarında bile baktığınızda aslında bir yüksek yargı organının verdiği bir terör tarifi ve bir hukuk kararı yok. İlginç olan bu. Sanki varmış gibi davranılıyor. Bizim bütün hayatımız darbelere karşı mücadeleyle geçti ve bunun en önemli yanlarından bir tanesi de Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) Anayasal bir kurum olmasına karşı çıkmaktı. Dolayısıyla hukukun da MGK üzerinden tarif edilmesine karşı çıkmaktı. Şimdi MGK’nın bir terör tarifi yapması, hukuk tarifi olmuyor. Çünkü MGK bir hukuk organı değil. O yüzden hukuk organları bu tarifi yapmadıkları için, dikkat ederseniz uluslararası zeminde de mahcup duruma düşüyoruz. Çünkü o çok kalabalık dosyalar içerisinde bir üst mahkeme kararı yok. Yani derler ya; zurnanın zırt dediği yer. Yani bunun tarifini yapacaksınız. Nitekim terör meselesi sadece bize ait bir mesele değil. Yani birisi çıkıyor Hamas’a da terör örgütü diyor, bir başkası da Hamas terör örgütü değildir diyor. O yüzden bunun  doğru düzgün tarif edilmesi ve hukuk düzeyinde tanımlanmış olması önemli. Türkiye’de yaşadığımız patinaj esas itibariyle buradan kaynaklanıyor. 

"Böyle bir yargı bağımsızlığı olamaz"

Son dönemde, özellikle 16 Nisan sonrasında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından ne durumdayız? Yargının hür ve bağımsız olduğunu söyleyebilmemiz mümkün mü?

Eski adıyla HSYK referandum konusu olduğunda biz burada seçim ilkesini savunmuştuk. Sonra Anayasa Mahkemesi bunu bir tektipleştirme haline getirdi. Ama atama mı?, Seçim mi? dediğiniz de ben her zaman seçim ilkesinden yanayım ve yanlış bir şey yaptığımızı düşünmüyorum. Bugün herhangi bir yargıç iktidarın hoşuna gitmeyen bir karar verdiğinde eski adıyla HSYK tarafından görevden alınma tehdidiyle yaşıyor. Böyle bir yargı bağımsızlığı olamaz. Herhangi bir mahkeme kararınız, bir beraat kararınız iktidarın hoşuna gitmediği takdirde başka bir mahkemede buluyorsanız bunun kabul edilebilir bir yanı yok. 

"Hukukun araçsallaşması iyi bir şey değil"

Yani bu aslında hukukun araçsallaşması. Hukukun araçsallaşması iyi bir şey değil. Şöyle söyleyeyim şuan biz neredeyse hangi mahkemenin nasıl sonuçlanacağını önceden bakanlardan duyar hale geldik. Bunun kabul edilebilir bir yanı var mı? Detay çok veremiyorum ama ‘İnsan Hakları Savunucuları mı? Ya işte onlar tamam salınacaklar’ gibi laflar çıktığı zaman oradan anlıyorsunuz ki kararlar önceden uluslararası konjektüre, bilmem hangi duruma göre şekilleniyor. Aksini iddia etseler bile  bizler bu gerçeği biliyor ve görüyoruz. 

"Umarım, Türkiye bu çıkmaz yoldan çıkar"

Ya da bir yasa çıkıyor Adalet ve Kalkınma Partisi yanlıları o yasadan yararlanırken, yanlısı değilseniz yararlanamıyorsunuz. Çok somut üniversiteden bir örnekten biliyorum. ‘Adalet’ diyoruz ‘t’si düştüğü zaman ‘Adale’ kalıyor. Adale’nin yanı kaba gücün her şeyi belirlemesi iyi bir şey değil. Bir de adalet gerçekten herkese lazım, herkese gerekecek bir şey. O yüzden bu bir çıkmaz yol. Umarım bunu görürler ve Türkiye bu çıkmaz yoldan çıkar. 

"Demokrat olacaksanız, koşulsuz demokrat olacaksınız "

Siz istediğiniz kadar başınızı kuma gömün, dünyada Misak-ı Milli sınırları içerisinde geçerli olan bir milli hukuk, milli demokrasi, koşullu demokrasi yoktur. Demokrat olacaksanız koşulsuz demokrat olacaksınız. Demokratlığın bir koşula tabi olduğunda ve o koşulda keyfi olduğunda bir yere varamazsınız. Bütün tarihi düşünün İttihad ve Terakki’yi düşünün İmparatorluk bile demiyorlardı Batı’da. ‘Enveristan’ diyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’na Enver Paşa’nın iki dudağı arasında giriyorduk. Bunu çok acı bedelini ödedik. Yani ben bir büyükdedemi Çanakkale’de kaybettim, bir diğerini de Allahuekber Dağları’nda Sarıkamış’ta kaybettim. Niye? Enver Paşa’nın ve İttihad Terakki’nin fantezileri yüzünden. Böyle bir tarihten geliyoruz. O yüzden kurumsallaşmak önemli. Başarı kendini gereksiz kılmak. Yani bir ülkede kurumsallaşmayı sağlıyorsan, demokrasinin kurumsallaşmasını sağlıyorsanız başarılısınız demektir.

"Kurucu bir siyasete ihtiyacımız var"

Türkiye’de benim gördüğüm en temel mesele, sadece iktidarı eleştirmek yetmiyor. Biz memleketi bir ağlama duvarına çeviriyoruz. Neredeyse göğsümüze bir jilet atıyoruz falan. Halbuki bizim türev bir siyaset değil, kurucu bir siyasete ihtiyacımız var. Yani iktidara göre, Erdoğan’a göre eleştirel bir siyaset bizi sürekli Erdoğan’ın bir adım gerisine düşürüyor. O bişey yapıyor; biz de onu eleştiriyoruz. Bu bir türev siyaset O’na endeksli. Halbuki biz herkesin etnik kimliğini, inancını, dinini özgürce yaşayacağı demokratik bir Türkiye’yi pozitif, yapıcı bir siyasetle ön plana çıkarmalıyız. Bu tuzağa düşmemek durumundayız. 

"Seküler kesimle mütedeyyin kesimin ortak tavır almalı"

Yerel seçimlerde özellikle seküler kesimle mütedeyyin kesimin ortak tavır alarak ‘Hayır’ oylarının çıktığı Üsküdar, Fatih gibi yerlerde ne yapıp edip bu eski klasik mahallenin; yani sekülerler bir tarafta, mütedeyyinler bir tarafta ayrışması yerine ‘kölelerin’ ‘köle sahiplerine’ karşı yan yana gelmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü  ‘köle sahipleri’ bütün dünya tarihi boyunca ‘sen şu millettensin, sen şu dindensin’ diye köleleri bölmüşler. Ve evrenin efendileri daima bu nizamı şekillendirmiş. Eğer biz kendi irademizin efendisi olabilirsek, ve bütün ‘kölelerin’ asgari müştereklerde işte ‘kul hakkını savunmaktan, kula kul olunmayan’ bir dünyayı savunmaya kadar demokrasi ile sosyal ihtiyaçları yan yana getirebilecek bir asgari müştereklerde buluşursak yerel seçimlerde alınan bir zafer, her şeyin başka bir şekilde şekillenmesiyle sonuçlanacaktır. Sonuçlanmazsa da burada mutlaka bizim hatamız var. O zaman bu sadece iktidarın politikalarıyla açıklanmaz, demek ki biz de o basireti gösterememişiz demektir. 

"Eğer gizli AKP’li değillerse…"

Toplumun seçimlerden pek de umutlu olamadığı, hilesiz bir seçimin yapılamayacağı gibi bir kaygısı var. Bunun için ne söylemek istersiniz?

En büyük tehlike ‘zaten bu seçimlerden bir şey olmaz’, ‘AKP zaten bu seçimleri alır’, ‘zaten bu seçimlerde hile hurda olur’ demek. Bunların hepsi doğruda olsa bu muhalefeti felç eden bir şeydir. Bu böyle bile olsa sandık güvenliğini sağlamamız, bilfiil gönüllü olmamız önemli. Bakın hiçbir şey olmaz denen  İran’da nasıl bir hareketlenme oldu. Söylenenler doğru fakat karamsarlık bizi kötürümleştiriyor. O yüzden bu memlekette hiçbir şey olmaz diyenler eğer gizli AKP’li değillerse, ciddi olarak AKP’nin hegemonyasına giriyorlar. Buna tepki olarak gidip oy kullanmaları lazım. Yani ‘biz haklıyız ve kazanacağız!’ duruma böyle bakmak lazım.