MHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Depboylu, Anayasa Mahkemesi'nin, 2015 yılında, resmi nikâh olmadan dini nikâh kıyan imam ile çiftlere 2 aydan 6 aya kadar hapis cezası öngüren maddeyi iptal etmesiyle çocuk yaştaki kızların evlendirilmesinin de önünün açıldığını kaydetti.
“Türk Hukukunda temel sorun, imam nikahı kıyan kişilere ilişkindir” diyen MHP Aydın Milletvekili Depboylu, çocuk yaştaki evliliklerde ebeveynlere de ceza verilmesi gerektiğini söyleyip ilişkiyi tahsis edenlerin cezasız kalmasının adaletli bir durum olmayacağını ifade etti.
Cinsel istismara uğrayan çocukların yaşadıkları bu travmaları atlatmalarının zorluğuna dikkat çeken Depboylu, “İşlenen suçun failine verilecek bir ömrü aşan cezanın caydırıcılığı benzer suçların önlenmesi için yeterli değildir” diye konuştu. Erken yaşta evliliklerin 16-17 yaş kriteri konmaksızın saha çalışmalarıyla tespiti, aile içinde her türlü ihmal ve istismarın araştırılması risk haritalarının oluşturulmasını ifade eden ve “Çocuk yaşta gerçekleşmiş evlilikler, çocuğun cinsel istismarının göz göre göre onaylanması demektir” diyen Depboylu’nun, Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ Başkanlığı’nda kurulan komisyonu sunduğu öneriler şöyle:
"Çocuklarla ile ilgili her tedbirin alınması ve yapılacak çalışmaların planlanması Milliyetçi Hareket Partisi olarak ilkelerimiz arasında olan ve desteklediğimiz milli yaklaşımdır. Milli bir çocuk politikası, çocukların sağlığını ve esenliğini hedefleyen, gelişimlerini ve potansiyellerini destekleyen, her türlü riskten uzak kalmalarını, fırsatları değerlendirmelerini ve güçlendirilmelerini sağlayan politika olmalıdır. Çocuğun yüksek yararını temel ilke olarak benimsemeli ve devletin en üst düzeydeki kurumu tarafından güvence altına alınarak yürütülmeli ve desteklenmelidir. Kaybolan çocuklar meselesi, üzerinde dikkat ve titizlikle durmamız gereken önemli bir sorundur.
Bu da resmi kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonun zayıf olduğunu, çocukların korunmasına yönelik yapılan çalışmaların belli bir disipline bağlı olmadığını gösteriyor. Kayıp olan çocukların tamamının istismar mağduru olduğu ve büyük bir kısmının yaşamını yitirmiş olabileceği gerçeğinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
MEB’nın okullarda yürütülen rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri ile ilgili olarak çıkardığı son yönetmelik, rehber öğretmenlerin yapacakları çalışmalarda psikolojik danışmanlık hizmetlerinin niteliğini olumsuz yönde etkileyecek görev tanımlamalarıyla çocuklarımıza sunulacak yardımın kalitesini düşürmektedir. Yönetmeliğin adından “Psikolojik Danışmanlık” ibaresinin çıkarılması özellikle çocuk istismarlarını anlamamızı sağlayacak hizmetleri önemsememek, yok saymaktır. Çocukların yaşayabileceği cinsel istismarlar ancak psikolojik değerlendirmelerle ortaya çıkarılabilir ve bu çocuklar ancak psikolojik destekle normale dönebilir.
Ayrıca yönetmelikteki Rehber öğretmen tanımı bizde kaygı uyandırmaktadır, zira karşılığında hangi lisans mezunlarının görev alabileceğine dair bir açıklama yoktur. Bu göreve psikoloji eğitimi almamış kişilerin atanacağına dair şüphe duymaktayız. Cinsel istismara maruz kalan çocukların yaşları daha çok 2 – 10 yaş aralığındadır. Bu yaş aralığındaki çocukların kendine yapılanı anlaması ve anlatması çok zordur. Dolayısıyla bir uzman tarafından belli periyodlarla gözlemlenmesi ve incelenmesi gerekir. Aynı zamanda bu çocukların ebeveynlerinin ve ailelerinin sağlıklı bir yapıya sahip olup olmadığı araştırılmalıdır. Eğer çocuk bir eğitim veya bakım kuruluşunda bulunuyorsa, içinde bulunduğu kurum ya da kuruluşta çocukla iletişim halinde olanların çocuğa yaklaşımı da değerlendirilmelidir. Bütün bunlara ek olarak, çocuğun ve çocukla bağı olan kişilerin cinsel suçlara karşı birbirinden farklı ve özel eğitimlere tabi tutulması gerekmektedir. Bunların gerçekleşmesi için bu kurum ve kuruluşlarda psikolojik danışman ya da psikoloğun görev alması, ayrıca bu çalışmalar için tanımlanmış zaman dilimlerinin, okulsa ders saatlerinin olması gerekmektedir. Ne yazık ki anaokullarında Rehber Öğretmen kadrosu, ilkokullarda ise rehberlik saati yoktur. Bu sorunun da ivedilikle çözülmesi ve Rehber öğretmen kadrolarının arttırılması şarttır. Ayrıca Çocukla ilişkili işlerde çalışacak bireylerin GBT araştırması titizlikle yapılarak ancak sabıka kaydı bulunmayanların bu işlerde çalıştırılması gerekmektedir. Öğrenciler, aileler, öğretmenler ve personele yönelik olarak verilmesi gereken “cinsel eğitim programı” mevzuatta yer verilmeli ve bu eğitimler mutlaka profesyoneller tarafından gerçekleştirilmelidir.
Okulun çocuk istismarına vereceği tepkiyi koordine etmesi ve etkili bir değişim yaratması bakımından okul psikolojik danışmanlarının ve okul yöneticilerinin özel bir öneme sahip olduğu bilinmektedir. Ancak okul yöneticilerinde ve psikolojik danışmanlarında çocuk cinsel istismarının bildirimine ilişkin kırılması güç bir direncin ve kaygının olduğu da bilinmektedir. Bu gerçek dikkate alındığında, çocuklardan sorumlu meslek elemanlarının bildirim yükümlülüklerine ilişkin bilgi ve yeterlilik sahibi olmalarına ve bildirim yönündeki tutumlarının yasalarla tutarlı olmasına acil gereksinim vardır. Çocuk cinsel istismarının bildirim yükümüne ilişkin eğitimcilerin çekinceleri arasında; çocuk cinsel istismar şüphesinin bildirim süreci hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığından süreci etkin yönetemeyeceğine inanma; okul yönetiminin / il ya da ilçe Milli Eğitim yetkililerin çocuk cinsel istismarı şüphesinin bildirimine ilişkin olumsuz tutumundan çekinme; · bildirim sonrası ebeveynlerin ve soruşturma sürecinin çocuğa verebileceği olası zararlardan (ikincil travmalardan) endişelenme; istismara uğramış çocuklara hizmet veren sistem ve kurumların güven vermeyen, değişken Uygulamalarından çocukların daha çok zarar göreceğinden korkma; yasalar ile uygulanmaları arasındaki bazı tutarsızlıkların çocukların aleyhine sonuçlara yol açacağından ve çocukların durumunun daha da kötüleşeceğinden endişe etme; yeterli kanıt elde olmadan çocuk cinsel istismarı şüphesini bildirirken iftira suçu iddiasıyla dava edilmekten korkma; çocuk cinsel istismarının şüphelisinin çocuğun yakın kan bağı olan biri olduğunda bu işe karışmayı korkutucu bulma; çocuk cinsel istismarının bildirimiyle suçu işleyenin öldürülme ve çocuğun yakınlarının hapse girme olasılığından korkma; bildirim sonrası ebeveynlerden gelebilecek saldırılardan korkma gibi gerekçeler yer almaktadır.
Bu sonuca göre; bildirim yapan profesyonellerin güvenlik gereksinimleri ikna edici bir biçimde karşılanmadıkça, yasal olarak bağlayıcı düzenlemelere rağmen çocuk cinsel istismarının bildiriminin yapılmayacağı açıktır. O halde bildirim yapanların güvenliğini sağlayacak yasal düzenlemeler bu yönde öncelikli görülmelidir. Diğer taraftan bildirim sürecinin nasıl olacağına ilişkin sürecin başından sonuna kadar açık yönergelerle rehberlik eden bir bildirim kılavuzunun hazırlanıp tüm eğitim, sağlık ve çocuk bakım ve koruma kurumlarına dağıtımı yapılması esas olarak görülmelidir. Özellikle çocuk cinsel istismarı bildiriminin açık yönergelerini içeren sıkı bir okul politikasının beklenen yönde önemli bir fark yaratacağı söylenebilir. Ayrıca bildirim sisteminin bildirime verdiği yanıta ilişkin daha nitelikli ve tutarlı uygulamaların olması ve bu uygulamalara ilişkin resmi raporların kamuoyuna açıklanması sisteme daha fazla güven geliştirilmesini sağlayabilir. Diğer taraftan hatalı bildirim sonucu adli sürecin beklenen yanıtı vermemesi durumuna ilişkin de kamuoyuna açıklama yapılması bildirim sistemine olan güveni destekleyebilir.
Geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin eğitimlerini sağlıklı olarak yürütebilmeleri için barınma konusunda sıkıntı yaşamamaları gerekmektedir. Devletimizin ve milletimizin koruması altında bulunan öğrencilerimiz için en iyi ortamı oluşturmak amacıyla gerekli düzenlemeleri ve kontrol mekanizmalarını oluşturmak tüm kurumlarımızın en temel görevlerinden biridir. Bu sebeple Devlet öncelikli olarak Devlet yurtlarının yeterli sayıya ulaştırılması, ülke genelinde ihtiyaç noktalarına adil dağılımının ve bu yurtların sağlıklı işleyişinin sağlanmasından sorumludur. Bu çalışmanın ivedilikle planlanması, uygulanması ve sonuçlanması gerekmektedir.
Tespit edilen sorunların çözümü için çaba harcamak yerine kolay yolu seçip yatılı okulları kapatmak beraberinde eğitimine devam eden öğrenciler için barınma sorununu ortaya çıkarmıştır. Maalesef bunun sonucunda ortaya çıkan boşluğu denetimsiz evler ve yurtlar doldurmuştur. Denetimsiz kurumlar çocuklarımızın istismar edilmesine hatta hayatlarını kaybetmelerine sebep olmuştur. Bundan sonra yapılması gereken her türlü risk ve tehdidi dikkate alarak çocuklarımızı koruma altına almak, Devlet yurtlarının sayısını arttırmak, aileleri bilinçlendirmek, Devlet yönetiminde ve bilhassa eğitimde boşluklar yaratmamaktır. Yurtta görevli olarak kaydı bulunmayan kişilerin yurtlara giriş çıkışı ve öğrencilerle irtibatı kesinlikle önlenmelidir. Resmi izni olmayan şahıslar yurtlara alınmamalıdır. Çocukları her türlü istismardan koruyabilmek için okul ve barınma yerlerinin içi kadar yakın çevresinin de kontrolü önemlidir. Okul ve barınma merkezlerinin çevresinde açılan işyerlerinin, özellikle çocukların irtibatta olup alış veriş için girebilecekleri büfe, kantin, kırtasiye vb işyerlerinin çalışanlarının güvenlik soruşturmalarının ve düzenli kontrollerinin yapılması gerekmektedir.
Bakanlığımızın yıllar önce başlattığı ancak hayata geçirmekte zorlandığı “Aile ve Sosyal Destek Projesi” (ASDEP) aslında iyi bir projedir. Ancak uygulama ve uygulayıcı bağlamında sorunlara sahiptir. Bu proje ilk olarak 61. Hükümet Programında yer almış ve o günden bu yana hedeflenen noktaya gelememiştir. Projeyle ilgili önemli sorunlardan birisi, istihdam edilen personel sayısının az olması nedeniyle verilen hizmetin ihtiyaç sahiplerine ulaşamamasıdır. Bir diğer sorun görevli personelin teşkilatlanması ve nitelikli çalışmasının takibinin gerçekleşememesidir. Bu konuda Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yaparak, hizmet veren personelin aile hekimleriyle koordinasyon halinde çalışması, hatta mümkünse aynı kurumda yer alması çözümü kolaylaştırabilir. Personelin seçimi ve yetiştirilmesi ile ilgili önemli sorunlar mevcuttur. Aile Danışmanlığı sertifika programlarına dahil edilen meslek mensuplarının sadece ruh sağlığı alanından olması daha doğru olurdu. Zira görüşülecek aile ve bireylerin gözlemlenmesi, değerlendirilmesi, bilgilendirilmesi ve psiko-sosyal destek verilmesi ancak ruh sağlığı elemanları tarafından gerçekleştirilebilir. Tüm bu çalışmaların nitelikli bir şekilde yapılabilmesi için hizmeti sunan kişinin psikoloji, rehberlik, psiko-sosyal eğitim, psikolojik yardım becerilerinin iyi gelişmiş olması yani bu konuda bilimsel eğitim almış olması şarttır. Bu sebeple bu hizmeti sunabilecek profesyonellerin mezuniyet lisansları Psikoloji, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik, Sosyal Hizmet Uzmanlığı ve Çocuk Gelişimi Uzmanlığıdır. Aile ve evlilik terapileri ile bireysel terapiler ise ancak terapi eğitimleri almış Psikiyatrist, psikolog ve psikolojik danışmanlar tarafından gerçekleştirilebilir. Aile Danışmanlığı Sertifika Programları ile ilgili en önemli sorunlardan birisi ise; bu eğitimin kâr amacı yürüten kurumlar tarafından, verilecek dersleri öğretmek için yeterli eğitim, bilgi ve tecrübesi olmayan kişilere eğitim verme hakkı tanımasıdır. Bazı kurslara katılan kişilerin sertifika alması için derslere bile katılması gerekmemekte, eğitim bedelini ödemesi yeterli sayılmaktadır. Bu sorunun çözüm ASPB ile MEB tarafından yapılacak titiz bir çalışma ve hatta sertifika eğitim mevzuatının yeniden ele alınması ile sağlanacaktır. YÖK ile kurulacak işbirliğinin de faydalı olacağı inancındayız. Çocuk İzlem Merkezlerinin ve İlişkili Yapıların Yaygınlaştırılması ÇİM’lerin bulunduğu illerde çocuk psikiyatristi bulunma zorunluluğu getirilmeli, bu hususta çocuk psikiyatristinin görev, yetki ve sorumlulukları açıkça tanımlanmalıdır. YÖK ve Sağlık Bakanlığına Çocuk ve Ergen Psikiyatristlerinin sayısının ülkemiz genelinde çok az ve nicel açıdan yetersiz olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor.
Çocuk kavramı ve çocuklara yönelik cinsel istismar uluslararası sözleşmeler ışığında yeniden tanımlanmalı, “18 yaşına kadar herkes çocuktur” temel kuralı çocuklara yönelik cinsel istismar hâlinde de temel kural olarak kabul edilmeli ve suçun tanımlanması ile ceza oranlarının belirlenmesinde göz önüne alınmalıdır. Cinselliği içeren süreç, 18 yaşından küçük olan çocuk tarafından başlatılmış olsa bile; süreci devam ettiren yetişkini haklı yapmaz. Her hâlükârda çocukla cinsellik yaşayan yetişkin suçludur, yasal olarak suçun gerektirdiği cezadan indirim veya affını talep edemez, böyle bir mazeretle cezanın indirimi uygulanmamalıdır. Cinsel istismar olarak kabul ettiğimiz sarkıntılık suçu mağdurunun veli veya vasisi olmadan tek başına şikâyetçi olabilmeli, mevzuat bu şekilde yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca üçüncü kişilerin de yetkili makamlara haber verebileceği hükümde düşünülmelidir. Çocukların kendi aralarında veya yetişkin kişi veya kişilerle cinsel davranışlar içerisine girmesini sağlayan kişiler cinsel istismar suçunu işlemiş kabul edilmelidir.
“Cezai Ehliyet” ile ilgili düzenlemeler tekrar gözden geçirilmeli, suçun tekrarını önleyebilmek için gereken önlemler ciddiyetle alınmalıdır. İletişim ve teknoloji imkânları kullanılarak fiziksel temas olmasa da, mağdurun vücudunu teşhir veya kendi vücudu üzerinde cinsel davranışlar yaptırılması yoluyla cinsel istismar suçunun işlenebileceği dikkate alınarak, mevzuat yeniden düzenlenmelidir. Cinsel istismarın görüntü kaydının yapılması ve/veya yayınlanması ayrı bir suç olarak veya ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmelidir. Mağdurun tedavisi ve adli süreçlerde desteklenmesi yönünden devletin koruma ve gözetim yükümlülüğü de yasalarda düzenlenmelidir. Cinsel şiddet mağdurunun yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmesini sağlayacak gerekli tedavi desteği sağlamalı, bu destek ihtiyaç sürdüğü sürece devam etmelidir. Çocuğa yönelik cinsel istismar suçlarından sabıkalı olanların çocukla ilgili işlerde çalıştırılmaları yasaklanmalıdır. Kurumsal ortamlarda işlenen çocuk istismarı suçlarının örtülmesi, üstünün kapatılması gibi eylemlerde bulunan görevlilerin çocuk istismarına iştirakten veya ayrıca tahsis edilecek çocuk istismarı suçunu örtmek suçundan cezalandırılması gerekmektedir. Ensest ayrı bir suç olarak düzenlenmelidir."