Hürriyet yazarı Taha Akyol, Ankara 3'üncü Asliye Mahkemesi'nin, 19 Haziran'da gerçekleştirilen olağanüstü kurultayda yapılan yüzük değişikliklerinin, "ihtiyati tedbir yoluyla durdurulması"yla ilgili olarak, "MHP'li muhaliflerin kurultay kararlarına tedbir koyan mahkeme davacı ve davalıları karıştırdı mı?" diye sordu.
"Yeterli delege sayısıyla olağanüstü kongre talep edildiğinde Genel Merkez kongreye gitseydi, sandıktan ne çıkarsa çıksın, bugünkü 'mahkemelik” durumundan çok daha iyi bir görüntü ortaya çıkardı. Bunu kim inkâr edebilir?' diyen Akyol, "Hele de yakın zamana kadar “dava” arkadaşlığı yapanları muhalefet ettiler diye hain, pespaye, paralel gibi sözlerle suçlamak hiç yakışmıyor" ifadesini kullandı.
Taha Akyol'un "MHP'nin halleri" başlığıyla yayımlanan (27 Haziran 2016) yazısı şöyle:
MHP sorunlarını kendi tüzüğünü uygulayarak çözemeyen, ikide bir mahkemeye düşen bir parti görüntüsü veriyor.
Yeterli sayıda delege olağanüstü kongre istediğinde, Genel Merkez bunu uygulamaya koysaydı, kongre yapılır, sonuç neyse herkes kabul ederdi. Fakat Genel Merkez böyle yapmadı, 2018’deki olağan kongreyi işaret etti!
Muhaliflerin istediği olağanüstü kongre Yargıtay kararı ile kesinleşince, bu karara uyarak da sorun çözülebilirdi. Genel Merkez bunu da yapmadı, 10
Temmuz’da kendi kongresini toplayacağını açıkladı.
Muhaliflerin kongresi de 10 Temmuz’da.
Bir parti iki kongre!...
MHP bölünür veya barajın altına düşerse, seçim sistemi gereği AK Parti kendi anayasasını ve sistemini kabul ettirebilecek bir Meclis aritmetiğini yakalayabilecektir. Onun için MHP’nin gidişatı herkesin ilgilendiği bir konudur.
Yargı kararları
Bir hukukçu olarak benim çok önemsediğim, hatta Türkiye’nin en önemli meselesi olarak gördüğüm husus, yargının halidir. “Yapboz” kanunlarıyla insicamı büsbütün bozulmuş olan yargının MHP kongresi hakkında verdiği çelişkili kararları biliyoruz.
Onlar da yapboz kararlarıydı! Son sözü gecikerek de olsa Yargıtay söylemişti.
Bir de baktık ki muhaliflerin toplayacağı olağanüstü kongreyi durdurmak için, Genel Merkez yanlısı bir delege yine bir mahkemeye dava açarak yine tedbiren durdurma kararı almış!
Dosyada tek delil yok. Kongre tutanakları, delege listesi falan hiçbiri yok. Halbuki tedbiren durdurma kararı vermek için de delilerin olması gerekir. (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 391)
Mahkeme bu delillerin gönderilmesini çeşitli mercilerden talep ediyor. Dahası, muhaliflerin olağanüstü kongresini yargı kararıyla yapan yetkili kurul “çağrı heyeti” olduğu halde, mahkeme “davalı” olarak MHP Genel Merkezi’ni kabul etmiş! Davayı açan yani “davacı” olan delege de “davalı” MHP Genel Merkezi de muhaliflerin kongresine “korsan” diyor! Davacı ve davalının böyle aynı tarafta olduğu bir yargılama işlemi dünya tarihinde var mı, bilmiyorum!
MHP’de hangi tarafın kazanacağı meselesi benim için çok önemli değildir. MHP konusuna da ben “Kim?” diye değil, “Nasıl?” diye sorarak bakıyorum.
Bütün partilerle ilgili yazılarımda daima vurguladığım parti içi demokrasi ve parti disiplini ilkeleri dengeli yürütülmelidir.
İçinde bulunduğumuz süreçte en önemlisi, muhalefet partilerden hiçbirinin baraj altında kalmamasıdır. Çünkü... Demokrasi’nin “sandık” kadar hayati ilkelerinden biri de “denetim ve denge”dir. Bu sadece yasama, ürütme ve yargı erkleri arasında değil, iktidar ve muhalefet açısından da aranan bir ilkedir.
Demokrasilerde iktidarların etkin ve istikrarlı olmasına ne kadar ihtiyaç varsa, muhalefetlerin de iktidarları “dengelemeyi ve denetlemeyi” başaracak nitelikte olmasına ihtiyaç vardır.
Bu da körü körüne muhalefetin iyi örnekler ortaya koymasıyla ve başarısıyla gerçekleşir.
Bu açıdan MHP’nin iyi bir görüntü verdiğini kim söyleyebilir?
Yeterli delege sayısıyla olağanüstü kongre talep edildiğinde Genel Merkez kongreye gitseydi, sandıktan ne çıkarsa çıksın, bugünkü “mahkemelik” durumundan çok daha iyi bir görüntü ortaya çıkardı. Bunu kim inkâr edebilir? Hele de yakın zamana kadar “dava” arkadaşlığı yapanları muhalefet ettiler diye hain, pespaye, paralel gibi sözlerle suçlamak hiç yakışmıyor.
Zaten sağda bu “dava” kavramı öteden beri sorunludur: Yüksek idealleri benimsemek ve başımızdakileri de bu idealler açısından denetlemek, icabında eleştirmek mi?... Yoksa partilerde hür fikirleri bastırmak ve baştakilere mutlak itaat mi? Ayrı bir yazı konusu.