Özcan Yeniçeri (Yeniçağ, 18 Temmuz 2012)
Evren liderliğindeki 12 Eylül döneminin darbecileri “bir sağdan bir soldan” ilkesiyle hareket eden “beslemeyip asan”, “işkenceyle ifade alan” bir hukuk düzeni (!) getirmişlerdi. Her suça bir fail bulma psikolojisi içinde davranan cunta sonuçta adalet facialarına yol açmıştı.
Cunta dönemi sona erip demokratik sisteme geçiş süreci başladığında iş başına gelmiş olanlar, adalet konusunda da ideolojik davranmaktan kendilerini alamamışlardır. Bakanlığa “CHP’lileri almayıp da MHP’lileri mi alacaktık?” diyecek kadar işi ileriye götürmüşlerdi. Aynı şey adalet konusunda da yaşanmıştı.
2012 yılına gelindiğinde 12 Eylül öncesi dönemden hapishanelerde büyük ölçüde 12 eylül döneminin ve solcu adalet bakanının adaletinin sonucu olarak ülkücü bazı hükümlüler kalmıştı. Eşit şartlar altındaki aynı tür suçlara ideolojik konumlara göre farklı hükümler uygulanmıştır.
İş kitabına da bir biçimde uydurulmuştu. Devrimcilerin devlete ihanet ve devlet yıkıcılığı, ülkücülerin ise çete ve örgüt suçlarıyla yargılanmasıyla benzer suçların iki farklı sonucu ortaya çıkmıştır.
Sonuç itibarıyla da 1991 yılında Turgut Özal döneminde çıkarılan afla “12 Eylül’de idam cezası alanlar 10 yıl cezaevinde kalmaları durumunda iyi hallerine bakılmaksızın tahliye edilir” hükmü gereğince bir idam cezası almış olan birden fazla cinayet işlemiş solcular tahliye edilmiştir.
Bu durum, eşit suçu işleyen kişilere eşit ceza verilmemesinin sonucunu olarak ortaya çıkmıştı. Aynı suçu işleyen iki kişiden solcu on yıl yatıp çıkmış bazı ülkücülerise otuz iki yıl yatmasına rağmen içeride tutuklu kalmaya devam etmiştir. 3. Yargı paketi temelinde yapılan son düzenlemeyle 32 yıldır içeride yatan ülkücülerden üç-beş kişi de tahliye edilmiştir. Bu düzenlemeyle sağcılara ayrı, solculara ayrı yargı uygulaması sona ermiş oldu.
Bu tahliyeler üzerine ülkücülere yönelik olarak başlatılan kampanya her türlü izan, idrak ve ahlak sınırlarını aşacak boyuta ulaşmıştır.
Basın bu tahliyeleri “Hiç mi vicdanınız sızlamıyor”, “Kişiye Af”, “7 TİP’linin Katillerine Hediye Paketi”, “Onlara Yaradı”, “Eli Kanlılara Tahliye” gibi tahrik ve tahkir edici başlıklarla verdi. 12 Eylül öncesinde MHP’li olduğundan dolayı hedef alınarak katledilen ve net olarak tespit edilebilen ülkücü sayısı ikibinikiyüz seksen iki kişi civarındadır. Bunlardan hiç birisinin katilleri hapishanede değildir. Bazıları faili meçhul kalarak yakalanamamış bazıları da bir biçimde sonradan çıkarılan afla ya da çeşitli indirimlerden yararlanarak serbest kalmışlardır.
Toplumu sarsan MHP’li ve ülkücülere yönelik cinayet ve katliamlardan bazılarını hatırlatalım. MHP’li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın katilleri, MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ve oğlunun katilleri, Gazeteci İsmail Gerçeksöz’ün katilleri, Gazeteci yazar İlhan Darendelioğlu’nun katilleri, Adana’da lojmanda katledilen altı ülkücü öğretmenin katilleri, İstanbul Umraniye’de katledilen beş ülkücü işçinin katilleri ve diğer üç bine yakın ülkücünün katillerinden hiç birisi hapishanede değildir. Diğer yandan 12 Eylül dönemine ilişkin yargılamaların ne denli insani, ahlaki ve hukuki olduğunu da verilmiş olan bazı hükümlerden çıkartmak mümkündür.
Örneğin 3 kişiyi öldüren bir solcu militana yargılandığı 146/1 gereği 1 idam cezası verilir. Bu idamın infazı 91 yılında Özal affıyla 10 yıla düşürülür ve bu süreyi yatan solcu katil hapisten çıkar.
15 Ağustos 1989 yılında Gümüşhane’nin Şiran ilçesi DereönüKozağaç Jandarma Karakolu basılır. Bu saldırıda 7’si asker 8 kişi öldüren TİKKO militanı etkin pişmanlıktan yararlanarak 3,5 yıl hapis yatıp çıkar. Unutmamak gerekir ki cezalandırmada da adil olmak esastır. Zira herkes kendisi adalet herkes içindir.