Milat yazarı Prof. Dr. İsmet Emre, "tarihin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şahsında, bütün İslam coğrafyasını ilgilendiren, ümmetin gelecek yüzyılını etkileme potansiyeli bulunan devasa bir fırsat sunduğunu" iddia ederek "İslami çevreye mensup aydınlar, Abdülhamit'e yapılanı, Erdoğan'a reva görmemeli" dedi.
İsmet Emre'nin "Erdoğan ve Sağlamcılar" başlığıyla yayımlanan (6 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Sanat ve edebiyatta ekol, bilimde çığır açan yorumcular gibi, siyasette de çağı düzgün yorumlayıp peşinden gelenlere ufuk çizecek liderler sık gelmiyor. Aslında bu, biraz da toplumların bahtıyla ilgili…
Son kertede söyleyeceğimizi daha baştan ifade edelim: İslami çevreye mensup aydınlar, Abdülhamit'e yapılanı, Recep Tayyip Erdoğan'a reva görmemeli. Zaten bir asır boyunca; doğuştan lider ve siyaset dehası, toplumunu anlayan, onun değerlerine inanan, inanmakla kalmayıp hayatını ortaya koyma cesareti göstererek sonuna kadar savunan kaç lider geliyor ki?
Toplumuna tepeden bakan lider, elindeki fırsatları nasıl heba ederse uygun lidere sahip olup onun potansiyelinden yararlanmak, etrafını doldurmak yerine sudan bahaneler, kuru gerekçelerle etrafını boşaltan, muhalif rolü üstlenen aydınlar da tarihin getirip önlerine koyduğu fırsatı aynı biçimde ellerinin tersiyle itmiş olurlar. Tabii bir de sağlamcılar var: kenarda oturup kimin kazanacağını bekleyenler, son anda kazananların trenine atlamayı maharet bilenler…
Görüldüğü kadarıyla, İmparatorluğun son döneminde Osmanlı devletine paha biçilmez bir fırsat olarak gönderilen Abdülhamit'in değeri daha yeni yeni anlaşılıyor. Onun, hayatı boyunca İmparatorluğumuzu yiyip bitirmek için elinden geleni ardına koymayan müstemlekeci devletlere harcadığı enerjiden fazlasını, çevresindeki, kendinden bildiği aydınlara ayırmak zorunda kaldığı gerçeği de… Hiçbir zaman, oyunun kurallarının oyunun sonucunu nasıl değiştireceğinin ayırdına varamayan Namık Kemaller, Ziya Paşalar, Ali Suaviler, sözde baskıcı, diktatör addettikleri Abdülhamit Han'ı saraya mahkum edip yapayalnız bıraktılar. İmparatorluğumuz, Abdülhamit Han'ın vizyonuna uymayan, onun gerisinde kalan, konjonktürel düşünmenin bir adım ötesine geçemeyen, siyaset miyopu, ‘sağlamcı' sözde aydınlar yüzünden birkaç on yıl içinde dağılıp gitti.
Şimdi aynı fırsat, bir asır sonra, Türkiye'nin eline geçti ve tarih bu ikinci şansın değerlendirilip değerlendirilemediğinin kaydını tutacak; süreci savrukça yorumlayan, sorumluluktan kaçan, sorumluluk alıp ihanet edenlerin hesabını da ayrıca görecek. Bakalım Türkiye, Abdülhamit Han'dan sonra, tarihin özene bezene sivrilttiği dünya çapında bir lideri, Recep Tayyip Erdoğan'ı değerlendirebilecek mi?
Tıpkı İmparatorluğumuzun son döneminde olduğu gibi bugün de devletimize karşı yekvücut olmuş küresel güçler, Abdülhamit Han'ı alaşağı etmenin postmodern varyasyonlarını kullanarak Erdoğan'ı kötürümleştirmek, işlevsizleştirmek, selefleri gibi küçük düşünmeye zorlamak istiyorlar. Buna hakaretler, ihanetler, karakter suikastleri, hedef göstermeler ve aklından fiili suikasti geçirmeler dahil. Üstelik Recep Tayyip Erdoğan'a ve onun şahsında Türkiye'ye yönelik tehditler Avrupa'nın sokaklarından, sıradan insanlarından değil, aydın çevrelerinden, siyasetçilerinden, bilim adamlarından ve onların yerli işbirlikçilerinden geliyor. Avrupa, Tayyip Erdoğan'ın gücü karşısında öylesine bir perspektif bozukluğuna uğramış ki daha FETÖ ihaneti senesini bile doldurmamışken, bir Fransız profesör, darbeye karşı sivil otoriteyi savunmak yerine, ‘Tayyip Erdoğan'ı öldürmek dışında çaremiz yok' deme cüretini gösterdi. Öteki bütün olaylar, gelişmeler, bağlamlar bir tarafa bırakılsa bile son hadisenin kendisi, tek başına, Recep Tayyip Erdoğan'ı Türkiye'nin neden sahiplenmesi gerektiğini göstermez mi? Böyle bir durumda, ideolojik muhalif durumundaki aydınların da onun etrafında kenetlenmesi gerekmez mi?.. Hadi ideolojik körlük, istikbal istikametini bir dereceye kadar sekteye uğratıyor, ya bizim mahalledekilere ne demeli? Hayatın kendisi bile riskken ya sonuna kadar sağlamcılara?.. Daha düne kadar 28 Şubat sürecinin üstünden geçtiği, alaşağı ettiği mahalle sakinlerimiz ne oldu da cellatlarının sevgililerine dönüştü? Bu mudur? Tarih, Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında, genelde Türk aydınının, özelde İslamcı aydınların önüne, sadece Türkiye'yi değil bütün İslam coğrafyasını ilgilendiren, ümmetin önümüzdeki yüz yılını etkileme potansiyeli bulunan altın tepsi içinde devasa bir fırsat koydu. Bakalım, elleri yansa bile bu tepsiyi taşıyacaklar mı, ellerinin tersiyle hoyratça fırlatıp atacaklar mı? Yüz yıl önce, Abdülhamit Han'ın şahsında bu fırsat tepildiği için İmparatorluğumuz darmadağın oldu, hala kendine gelebilmiş değil. Yüz yıl sonra, şimdi, bir daha aynı senaryoyu gözümüzün içine içine sokan, memleket severler arasında nifak tohumları serpen; İslam, insan ve medeniyet düşmanı çevrelere susarak mı, kaçarak mı, meydan okuyarak mı cevap vereceğiz?.. Birileri, bir yerlerde bir şeyler karıştırıyor, hep karıştıracak ama bakalım bu hengameden ‘bizim mahalle' nasıl çıkacak?.. Her şey olup bittiğinde çağa ihanet edenler aynadaki suretlerine bakamayacak bakmasına da, kuyruğunu kısıp kenarda oturan ‘sağlamcılar' kaldıkları yerden devam mı edecekler? Bekleyip göreceğiz. Tarih, sadece Tayyip Erdoğan'ı değil, bizi de sınıyor… Zulüm de yağmur gibidir bay sağlamcı, bulutu geldiğinde seni de ıskalamayacağından emin olabilirsin.