Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin mahkumiyet kararlarına rağmen zorunlu din dersinin kaldırılması adımının atılmaması, iç hukukta da mahkumiyet nedeni oldu. Kızının zorunlu din dersinden muaf tutulmasını isteyen velinin başvurusuna, “Hristiyan ya da Musevi olduğunu belgelendirirse muaf tutulur” yanıtını veren İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kararı yargıdan döndü. Kesinleşen kararda, AİHM kararları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve anayasanın din-vicdan özgürlüğü ile ilgili maddelerine atıf yapılarak, velilerin çocuklarını bu derse sokmama hakları bulunduğu, bunun için inancının belgelenmesinin istenemeyeceği vurgulandı.
Türkiye, zorunlu din dersleri konusunda AİHM kararlarına rağmen bugüne kadar adım atmadı. Din dersinin inanç çeşitliliğini yansıtmadığı yönündeki AİHM mahkumiyetlerine karşılık, ders müfredatının ve kitabının içeriğinde değişiklik yapan, Alevilik ve diğer dinlerle ilgili sınırlı bilgileri de kitaplara ekleyen Türkiye, 2014’te bir kez daha aynı nedenle mahkum oldu. Buna rağmen din derslerinin zorunlu olmasından vazgeçilmedi bir yasal değişiklik yapılmadı. Bu durum, iç hukukta da emsal niteliğinde kararlar çıkmasının yolunu açtı.
Selnur Aysever, kızının din derslerinden muaf olması için okula başvuru yaptı. Okulun başvuruyu ilettiği İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, velinin Hristiyan ya da Musevi olduğunu belgelemesi durumunda çocuğun derslerden muaf tutulabileceğini, inancını belirtmeyen Aysever’in başvurusunun kabul edilemeyeceğini bildirdi.
Aysever, bu kararın iptali ve kızının derslerden muaf tutulması için konuyu yargıya taşıdı. İstanbul 4. İdare Mahkemesi, görülen davada, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kararını iptal etti ve çocuğun derslerden muaf tutulmasını kararlaştırdı. Milli Eğitim, karara itiraz etmedi. Karar, geçtiğimiz günlerde kesinleşti.
Kararda, AİHM’nin 2007 ve 2014’te Türkiye’yi bu nedenle mahkum ettiği kararlara atıf yapıldı. AİHS’in din ve vicdan özgürlüğü maddesi ile eğitimle ilgili ek protokollerine de yer verilen kararda, Anayasa Mahkemesi’nin 1998 tarihli, çocuklara din kültürü yerine din eğitimi verilmesinin anayasaya aykırı olduğuna yönelik kararındaki yorumlar da sıralandı. Kararda, anayasanın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmelerin bağlayıcı olduğu da vurgulandı. Kararda şu ifadeler kullanıldı:
“Devletin eğitim ve öğretimle ilgili olarak üzerine düşen görevleri yerine getirirken müfredatta yer alan bilgilerin nesnel ve çoğulcu şekilde aktarılmasına dikkat etmesi ve ebeveynlerin dini ve felsefi kanaatlerine saygı göstermesi gerekmektedir.
"Anayasaya göre din kültürü ve ahlak öğretiminin okutulan zorunlu derslerden olduğu kuşkusuzdur. Ancak bu öğretimin anayasanın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi gerektiği, içeriğinin nesnel ve çoğulcu olması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmaması ve devletin dinler arasında tarafsız kalarak bütün dinsel inançları eşdeğer görmesi gerekmektedir. Öğretimde uygulanan bu müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda, bunun din kültürü ve ahlak bilgisi dersi olarak kabul edilemeyeceği ve din eğitimi halini alacağı açıktır.”
Kararda, konuyla ilgili AİHM kararı bir kez daha anımsatılarak, “Sadece T.C. uyruklu Hristiyan ve Musevilik dinlerine mensup olan öğrencilere muafiyet tanınmasının, bu iki din dışında başka dinlere inanan, hiçbir dine inanmayan ya da tanrı tanımaz kişiler ile bu iki dine inananlar arasında muaf tutulma noktasında eşitsizlik yaratacağı da açıktır” dendi.
Kararda, velinin, çocuğunun dersten muaf tutulması için hangi dine mensup olduğunu ya da olmadığını açıklamak zorunda bırakılmasının anayasaya aykırı olduğu da vurgulandı. Kararda, müfredatla ilgili bir talep olmadığından bu konunun tartışılmasına gerek görülmediği belirtilirken, anlatılan gerekçelerle Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kararının hukuka uygun bulunmadığı ifade edildi.
Kızının din dersinden muaf olması için verdiği hukuk mücadelesini kazanan Selnur Aysever, süreci şöyle anlattı:
“Zorunlu din dersine öncelikle laik ve bilimsel eğitime aykırı olduğu için karşıyım. Ayrıca müfredatta yapılan değişikliklere ve çocuklara ders kitabı olarak okutulan kitaplara bakınca da pedagojik olarak kızımın etkileneceğini düşündüm. Ve yasal yollardan hakkımı aramaya başladım. Önce İlçe Milli Eğitim'e dilekçe verdim. Bana, gayrimüslim olduğunu belgelendir, dediler. Laik bir ülkede, kimse bana dini inancını belgelendir diyemez. Zaten anayasanın din ve vicdan hürriyeti maddesine de aykırı bu talep. Avukatım Özge Demir ile birlikte buradan hareketle konuyu yargıya taşıdık. Bir süreden fazla sürdü tabii. Ve 4.İdare Mahkemesi benim talebimi haklı buldu ve muafiyete hak kazandık. Dava süresince kızım okulunda din dersine girdi. Ve aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu yaşayarak gördüm. Hatta pek çok ebeveyn gördü. Din öğretmeni çocuklara sınıfta sevgiyi anlatmak için intihar videosu izlettirdi. Bileklerini kesen genç bir kız videosunu 9-10 yaşındaki çocuklara hangi gerekçeyle izletebilirsiniz? Kızım dahil çocuklar büyük korku yaşadılar. O zaman bu konu haber oldu, hatta Sezgin Tanrıkulu Meclis'e taşıdı konuyu. Öğretmen okuldan ayrıldı ama şimdi kim bilir hangi çocuklara ders veriyor, bilmiyorum.
"Kızım bu sene beşinci sınıfta ama başka bir okulda. Ben yine din dersinden dolayı tedirgindim. Bir gün avukatım aradı ve güzel haberi verdi. Tam da din dersinden yazılı olmasına birkaç gün kala. Hemen okula gittim ve kararı bildirdim. O günden beri derse ve sınavlara girmiyor. O saatte okulda ödev yapıyor ya da kitap okuyor. Okulda arkadaşlarından kaynaklı sorun yaşamadı. Hatta çocuklar, biz de derse gitmek istemiyoruz, demişler. Bunun tersi olabilirdi. Dışlanabilirdi. Ben bütün ihtimalleri göze aldım. Çünkü intihar videosu izlediği zaman gördüğü zarar arkadaşlarından göreceği zarardan daha fazla olamazdı.
Özgürce seçme hakkı olsa ebeveynlerin bu içerikle din dersine çocuklarını sokmak isteyeceklerini düşünmüyorum. Dava haberini okuyan insanlardan o kadar çok mesaj geldi ki. Telefonum susmadı. Herkes tebrik ediyor, biz nasıl yapabiliriz, diyor. Bu sadece din dersinin içeriği ile bağlantılı değil elbette. Gericilik her yerde. Her gün bir din adamı çıkıp kadınlara ne yapması gerektiğini söylüyor. Çocuklar tarikatların yurtlarında taciz ediliyor, tecavüze uğruyor, yetmiyormuş gibi canlı canlı yanıyor. İnsanlar bu çürümüşlükten bıkmış durumdalar ama ses çıkarmaya da korkuyorlar. Çünkü işsiz kalabileceklerini, sadece kendilerinin değil çocuklarının da iktidar tarafından mimleneceğini düşünüyorlar. Gelecek kaygısı taşıyorlar. Hem haklı buluyorum hem de çocukların asıl geleceğimiz olduğunun göz ardı edildiğini düşünüyorum. Onlar kendi haklarını nasıl savunacaklar? Kavgayı mecbur yetişkinler verecek.