Tarhan Erdem
(Radikal – 7 Mart 2013)
İmralı Tutanaklarının Milliyet gazetesinde yayımlanması, ifade özgürlüğünün yapısal engellerle karşı karşıya bulunduğunu açık biçimde gösterdi. Başbakan “Her zaman söyledim; bir kısım medya hiçbir zaman yanımızda olmadı diye” başladığı Balıkesir’deki konuşmasında,, İmralı tutanaklarını yayınlayan gazeteye çattı; Hasan Cemal’in o gün yayımlanan yazısına değindi, “bunlar benim de, arkadaşlarımın da karşısındadır” dedi! Kızmıştı, sözünü, “Eğer böyle gazetecilik yapacaksan batsın senin gazeteciliğin” ‘e kadar taşıdı. (2 Mart, Cumartesi)
Sayın Erdoğan buna benzer şeyleri çok söyledi; ben bu konuşmayı TV’den izlerken, tutanakların yayımlanmasına bu kadar önem vermesini garipsemiştim. Bugün de, “Biz her türlü riski almışız” diyen Başbakan’ın, tutanakların yayımlanmasından niçin rahatsız olduğunu anlamış değilim. Gerçekte Öcalan’ın BDP üzerinden Kürt yurttaşlara girilen yolun doğruluğunu anlatan sözlerinin yaygınlaşması, çözümü kolaylaştırmıştır. Öcalan’ın sözlerini yaygınlaştırdığına göre Başbakan’ın, tutanakların yayımlanmasına kızmak yerine, sevinmesi daha doğruydu. Her ne hal ise, asıl mesele bu değil; Başbakan’ın bu tepkisinden sonra, Milliyet gazetesinde olanlar çok daha önemli. Taraf Gazetesinin yazdığına göre; Milliyet Gazetesinin sahibi Sayın Demirören, Genel Yayın Müdürü Derya Sazak’a, “Biz senden böyle gazete yapmanı istememiştik” deyip, Hasan Cemal ile Can Dündar’ın yazılarına son vermesini istemiş; Derya Bey direnmiş ve sonunda Hasan Cemal’e ve Dündar’a bir iki haftalık yayım cezası verilerek, “kriz çözülmüş”. Tutanakları bulan Namık Durukan’ı ve basan Derya Bey’i içtenlikle kutlama olanağı bulduğum için seviniyorum. İkisi de deneyimli ve çalışkan gazetecidirler; tutanakların yayımlanması tesadüf değildir, çalışma, bilgi ve cesaret ürünüdür. Sayın Demirören’in, Derya Bey’i çağırıp uyarmak yerine kutlaması gerekirdi. Tersini yaptı, kutlamadığı gibi, yayının etkisini düzeltmek ve yayının kendisinin kararıyla olmadığını; hatta Hükümete bağlı bir gazete çıkarmaya hazır olduğunu göstermek istedi! Niçin? Sadece gazete yayımlayan bir iş adamı değil, “İşlerime yardımı olur, gazetem de olsun, hükümetle ilişkimi kolaylaştırır” diye düşündüğü için. Bu olay, ülkemizde gazetecilik ile iş adamlığını ayırma zamanının geldiğini gösterdiği gibi, “gazetecinin tek mesleği vardır” kuralını gazete sahiplerine, habercilerine ve yazarlarına hatırlattı. Gazetecinin tek işi vardır o da gazeteciliktir. Bu ilke herkesten önce, haberciler için doğrudur. Özellikle son yıllarda bu ilkenin dışına çıkan gazeteci çok görülmüştür. Bu olay Milliyet sahipleri, yazarlar, habercileri ve okuyucuları için de görevler tanımlamıştır: Milliyet sahipleri, bir tercih yapmak durumundadırlar; ya gazete sahipliğini ya da diğer işlerini bırakmalıdırlar. Üç-dört yıldan beri, gazeteciler arasında hükümetin baskısından bahsedenler çoğalmıştır. Hükümetin yaptıklarına karşı yazı yazan ve haber yapanlar; uyarılardan, eleştirilerden ve tehditlerden bunaldıklarını; kim, nasıl sorularını cevaplamadan; ister istemez, patronlarının tutumlarından yakınılmakta, baskı doğrultusuna girildiği söylenmektedir! Başbakan’ın Balıkesir veya son Grup Konuşması tehdit veya baskı değildir; siyaset adamının ölçüsüz sözleridir. Hasan Cemal’in yazısını o sabah okuyup, tören saatine kadar yetiştiren danışmanların mübalağalı anlatımına uyarak, “Batsın gazeteciliğiniz” diyebilen başbakanla övünmeyelim ama o sözlerin etkisinde de kalmayalım. Eğer, Başbakan’dan ve danışmanlarından gelen baskılar gerçekten varsa, iki taraf için de ahlaki olmayan bu girişimler yok sayılabilmelidir!