Cengiz Özdemir
http://kulturistanbul.blogspot.com/Anadolu'da bir tabir vardır. "Kırklara karışmak" derler. Daha çok hidayete ermeyi işaret etse de aynı zamanda ortadan kaybolmak, yokolmak, buharlaşmak manasında da kullanılır. Bizim tarihimizde de kırklara karışan, adeta buharlaşıp yok olan onlarca şahsiyet vardır. Bunları eserlerinden tanırız, biliriz. Ancak onların neye ve kime benzediğini bilemeyiz. Bunda elbette İslamda tasvir yasağının büyük etkisi vardır. Barbaros Hayrettin'den tutun Evliya Çelebi'ye kadar onlarca örneğini sayabiliriz. Bu şahsiyetlerin bugün gördüğümüz tüm portreleri uydurmadır. Hatta bugün varolan padişah portrelerinin çoğu 19. yy.da hayali olarak yaptırılmıştır. 19. yy'a kadar Fatih dışında bir ressamın önüne geçip poz vererek resmini yaptıran bir tek sultan yoktur.Mimar Sinan'da geriye bıraktığı yüzlerce yapıya rağmen simayen hiçbir iz bırakmadan aramızdan ayrılmıştır. Onun bilinen tek tasviri Dublin Chester Beatty Kütüphanesinde bulunuyor..! Seyyit Lokman'ın Tarih-i Sultan Süleyman adlı eserinin orada ne aradığı ayrı bir tartışma konusu. Ancak Sinan'ın bilinen tek tasviri bu albümün sonlarında elinde ölçü aleti ile mezar kazanları denetlerken gösteren minyatürdür.Ancak geçtiğimiz pazar günün Habertürk gazetesinde Murat Bardakçı Mimar Sinan'ın yaşarken yapılmış bir portresinin bulunduğunu müjdeledi! Yeditepe Üniversitesinden iki akademisyen- Mehmet Arman Güran ve Ayşe Zekiye Abalı bu önemli keşfi gerçekleştirmiş. Türk Tarih Kurumunun Süreli Yayını Belleten'in 2011 Ağustos sayısında yer alan makaledeki iddiaya göre, Kanuni Döneminde İstanbul'a gelerek 11,45 metre uzunluğunda devasa bir İstanbul panoraması çizen Melchior Lorck 21 paftadan oluşan bu panoramanın 11. paftasında kendisi ile birlikte Mimar Sinan'ın da bir portresini panoramaya dahil etmiştir.
Konuyla ilgili daha önce yazdığım yazıBurada sanatçı panoramayı resmederken hemen yanında bir elinde mürekkep hokkası, diğer elinde muhtemelen bir mühür bulunan yaşlı bir figür görüyoruz. Bu figürün Mimar Sinan olabileceğine dair bir dizi sağlam hipotez yazıda yer alıyor. Ancak bu tezlerden bence en güçlüsü yaşlı figürün kavuğundaki pergeldir.
Belleten'deki yazıSinan'ın kafasındaki pergel 500 yıldır duruyorPergel her ne kadar bazı "mason avcılarının" pek hoşlanmadığı ve nerede görürlerse orada bir masonluk aradıkları bir sembolse de, aslında bin yıllardır mimarlık mesleği ile özdeşleşmiş bir semboldür. O kadar ki Sinan'ın kendisinin kaleme aldığı Tezkeretül Bünyan ve Tezketül Enbiye'nin girişi "Canın ve gönlün halvet sarayı olan Hazreti Adem'in vücudunu pergelsiz ve cedvelsiz bina eden Allah'a hamdediyorum" diye başlar. Sinan eserinde pergelden sık sık bahseder ve kendini ve sanatını tanımlarken pergelden ilham alır. "Bir ayağım temel ilkelerde sabit durdu, diğer ayağımı da başka diyarları gözlemlemek için kullandım" diyor ve ekliyor "Pergel gibi hareket ederim" Dolayısıyla mimarlığın alamet-i farikası olan pergelin Sinan'ın başının üzerinde yeri olması çok doğal.
Sinan'ın pergelle olan sıra dışı ilişkisi o denli ileri gitmiş ki kendi türbesinin planını bile pergel şeklinde yapmış.Ancak Hassa Mimarbaşı olarak başlığında pergel taşımak geleneği 19. yy'a dek görülür. Son Hassa Mimarbaşı Sarkis Bey Balyan ve kardeşi Agop Bey Balyan'ın Sultan Abdülaziz'in özel izniyle feslerinin üzerinde altından üçgen pergel taşıma ayrıcalığı kazandıklarını biliyoruz. Dolayısıyla kavuğunda pergel taşıyan bu şahsiyetin Sinan olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Çünkü başlıktaki pergel bir makamı işaret ediyor. Hassa Mimarbaşı makamını. Ancak Bardakçı'nın yazısının son bölümünde beni de hayrete düşüren bir ayrıntı var. Meğerse 1930'lu yıllarda Sinan'ın mezarı açılmış ve kafatası pergelle ölçülmek üzere Ankara'ya yollanmış. Nazi Almanya'sına özenerek ari ırk sevdasına düşen zamanın faşist zihniyeti büyük ustanın kafasının pergelden fazla uzak kalmasına razı olmamış ve epeyce bir ölçüp biçmişler..! Kayserili bir devşirme- ve büyük olasılıkla gayrı-müslüm doğan Sinan'ın ölçülerinin umdukları gibi çıkıp çıkmadığını merak ediyorum. Ama asıl merak ettiğim ve dehşete kapıldığım Sinan'ın kafatasının kim bilir hangi depoda "demirbaşa" kaydedilip hala yerine konulmaması fikri.
Sinan'ın kafatasının "kırklara karışmadan" bir an önce bulunup ait olduğu yere iade edilmesi herhalde ona göstereceğimiz en önemli vefa borcu olur.Bu önemli keşfi gerçekleştiren Mehmet Arman Güran ve Ayşe Zekiye Abalı'ya teşekkür ediyorum.